9 Ağustos 2009 Pazar

Ekim Devrimi ve Sosyalizm/II







(El Lissitzky)

Aynı başlıklı ilk yazının sonunda; “…bir sonraki yazıda, Sovyetler Birliği’nde 1920’lerin ortasındaki Stalinist karşı devrimin nedenlerine, onun sosyalizm olarak sunduğu şeye, gerçekte ise sosyalizmin (komünizmin yani sınıfsız toplumun ilk evresi) ne olduğunun Marksist dünya görüşündeki yerine” değinmeye çalışacağımızı söyleyerek yazıyı noktalamıştık. Öyle ki, bugün hem işçi sınıfında, hem de gençlikte “(Doğu Bloğu ülkeleri dahil olmak üzere) Sovyetler Birliği’nde yaşananın “sosyalizm” ya da “komünizm” olduğu, onun da 1989-91 sürecinde çöktüğü” görüşünün yaygın olduğunu görüyoruz.


Eğer, birbiri ardına çöken bürokratik diktatörlüklerin, Marx ve Engels’in bilimsel sosyalizm kuramına, ya da daha yaygın adıyla Marksizme göre “sosyalizm” oldukları iddia ediliyorsa (ki Stalinistler çöken ülkelerin ve bugün de Küba’nın sosyalizmi yaşadığını iddia ederler), şunu açıkça söyleyebiliriz ki, bu iddiaya dair Marx, Engels ya da Lenin’den tek bir satır dahi gösterilemez, ancak Stalin’den gösterilebilir ki o da bir Marksist değildir.

Sovyetler Birliği denilince, İşçi Sovyetleri (meclisleri) Birliği anlaşılmalı. 1917 Ekim devrimiyle birlikte, aynı yıl şubat ayındaki devrimin ardından kurulan işçi sovyetleri tüm iktidarı ellerine aldılar. Artık azınlığın çoğunluğu baskı altında tutması değil, halkın çoğunluğunun (işçiler ve yoksul köylüler), azınlığı (burjuvaziyi) baskı altında tutması sözkonusuydu. Bu süreç, burjuvazinin ve küçük burjuvazinin mülksüzleştirilmesi, yani tüm dünyada sınıfların ortadan kaldırılmasına kadar sürecek devrimlerin ilk adımıydı. Marksizmde proletarya diktatörlüğü olarak tanımlanan “kapitalizmden komünizme geçiş dönemi”nin başlangıcıydı yalnızca bu işçi devrimi. Başlangıcıydı, çünkü yalnızca Rusya sınırlarındaydı, ancak kapitalizmin bir dünya sistemi oluşu (ki tam da bu sosyalizmin altyapısını hazırlar), onun tüm dünyada yıkılmasını zorunlu kılar. Eğer bu zorunluluk gerçekleşmezse, aynı Rusya’daki gibi işçi sınıfı iktidarı kısa bir süre içinde yitirecek ve devrim bürokrasinin ya da burjuvazinin karşı devrimiyle yıkılacaktır.

Yazının başlığı üzerine, aslına bakılırsa, özellikle de elinizdeki dergi gibi bir sınırlı bir yayında tüm ayrıntılara girmek mümkün değil, bu konu üzerine kitaplar yazılabilir. Ancak bu konuda yalnızca temel noktalara değinmek mümkün olacak. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1) İşçi devleti ve sosyalizm aynı şeyler değildir
2) 1917 Ekim (Sovyet ya da İşçi) devriminin ardından Rusya işçi sınıfı tüm iktidarı ele geçirmiş, ancak birazdan değineceğimiz nedenlerden ötürü 1920’lerin başından itibaren bu iktidarını yitirmeye başlamış ve 1920’lerin sonunda işçi iktidarı bürokrasi tarafından ele geçirilmiş, işçi devleti ortadan kalkmıştır
3) Marksizmde sosyalizm ya da komünizm, tüm dünyada kurulabilecek sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz ve devletsiz bir özgür üreticiler toplumudur ve bu bir ideal olmayıp, bugün varolan maddi koşullardan doğar.

İşçi devletinin ne olduğu konusuna kısaca ilk yazımızda değinmiştik. İşçi sınıfının burjuva devleti yıkıp tüm iktidarı ele geçirmesi, eski anlamıyla devlet olmayan bir devlet örgütleyip (bu devlet yok olmak üzere kurulacaktı) üretim araçlarını devletleştirmesi; burjuva devletin parçalanıp, bürokrasinin lağvedilmesi ve işçi Sovyetleri aracılığıyla sağlanan doğrudan “işçi demokrasisi”, üretim ve bölüşümün işçiler eliyle örgütlenmesi. Yani işçilerin siyasal ve dolayısıyla ekonomik iktidarı olarak özetlenebilir. Burada belirleyici olan üretim araçlarının devletleştirilmesi değil, siyasi iktidarın ele geçilmesidir. Siyasi iktidar, yani devlet yitirildiğinde artık bir işçi devletinden söz edilemez.

Peki, Ekim devriminin ardından Bolşeviklerin öncülüğünde öz-örgütleri Sovyetler aracılığıyla iktidarı ele geçiren işçi sınıfı bu iktidarını nasıl yitirdi? Marksistler, Stalinist diktatörlükler deyince, bunun Stalin’in üstün kişisel çabaları sonucu oluştuğunu ve tüm nedenin Stalin olduğunu iddia etmediler hiçbir zaman. Stalinizm, bürokrasinin çıkarlarının ifadesidir, bunun teorisi de “tek ülkede sosyalizm” idi. Ekim devriminin ardından işçi iktidarı asıl olarak şu nedenlerden yitirildi: beklenen Avrupa devriminin gelmemesi sonucu devrimin tek ülkede yalıtık kalması, dıştan emperyalist devletlerin saldırısı, içte iç savaşın getirdiği yıkım ortamı, Rusya’nın (üretici ve kültürel güçlerinin) geriliği. Böylesi bir ortamda, işçi devrimine önderlik etmiş komünist işçilerin Kızıl Ordu’ya katılıp geri dönmediği, Rusya’nın birkaç şehirle sınırlı sanayi merkezlerinin yıkıma uğradığı bir ortamda, çoğunluğu okuma yazma bilmeyen bir ülkede bürokrasinin yükselişi önlenemedi. Bu yükselişe karşı ilk savaş Lenin’di, ardından ise Troçki.

Sovyetlerde örgütlü işçi sınıfının, emperyalist saldırı ve iç savaş ortamında yıkıma uğraması Sovyetleri işlevsizleştirdi ve Bolşevik Parti tüm iktidarı elinde topladı. 1920’lerin başında başlayan bu süreç, Lenin’in ölümünün ardından partiye doldurulan küçük burjuva köylü yığınlarının büyük etkisiyle önlenemez bir hal aldı. İşte bu ortamda, bürokrasinin zaten iktidarı ele geçirmiş olduğu ortamda, bürokrasi siyasal önderliğini Stalin’in şahsında buldu. Stalin’in “tek ülkede sosyalizm” teorisine göre, sosyalizm tek bir ülke sınırları içerisinde kurulabilirdi. Emperyalistler tarafından çevrili bir ülkede devleti ortadan kaldırmak mümkün olmadığına göre (ki bu bürokrasinin hiç de çıkarına gelmezdi) Stalin’in sosyalizmi devletli olacaktı. Marx ve Engels’te “devletli sosyalizm”e dair tek satır bulunamaz, çünkü onlar şu basit gerçeği biliyorlardı: Onların bilimsel görüşünde sosyalizm, komünist toplumun alt evresi olarak ifade edilen sınıfsız bir toplumdu. Devlet, tüm sınıflı toplumlar tarihi boyunca egemen sınıfın baskı aygıtı ve diğer devletlere karşı silahlı gücünden başka bir şey değildi, sınıfların ortaya çıkmasının ardından tarih sahnesinde yerini alan devlet, ancak tüm dünyada sınıflar ortadan kalktığında sönümlenecektir.

Burada şunu belirtmek gerekiyor, 1924 yılında Stalin “tek ülkede sosyalizm” sözde teorisini ortaya atana kadar herhangi bir Bolşevik, böyle bir şeyi dile getirmemişti. Hatta Devrim’in ardından kaleme alınan Anayasa’da, kurulan devletin, dünya devriminin Rusya ayağı olduğu, işçi sınıfının iktidarına dayandığı ve amacının tüm dünyada sınıfların ortadan kaldırılarak sosyalizme ulaşmak olduğu ifade ediliyordu. Anayasa’yı kaleme alan komisyonda Stalin de vardı! Mart 1919’da Lenin şunları söylüyordu:

“Biz yalnızca bir devlette değil bir devletler sisteminde yaşıyoruz ve Sovyet Cumhuriyeti’nin herhangi bir zaman dilimi için emperyalist devletlerle yan yana var olması tasavvur edilemez bir şeydir. Sonunda biri ya da öteki muzaffer olmak zorundadır.” [Eserler, Cilt XVI, s.102] (Lenin’den Sonra Üçüncü Enternasyonal, Troçki, Tarih Bilinci Yayınları)

5 Temmuz 1921’de, Lenin:

“Bizim için açıktır ki, uluslararası dünya devriminin yardımı olmaksızın, proleter devrimin bir zaferi olanaksızdır. Devrim öncesinde bile, sonrasında olduğu gibi, devrimin diğer geri ülkelerde ve daha yüksek derecede gelişmiş ülkelerde, ya acilen ya da en azından çok yakında meydana geleceğini, aksi takdirde yok olacağımızı düşündük. Bu kanıya rağmen, Sovyet sistemini her koşul altında korumak için elimizden geleni yaptık, çünkü biliyoruz ki, yalnızca kendimiz için değil, aynı zamanda uluslararası devrim için çalışıyoruz.” [Eserler, Cilt XVIII, kısım 1, s.321] (age)

Lenin ve Troçki başta olmak üzere, tüm Bolşevikler bu konuda çok nettiler -Lenin’in 1924’teki ölümünün ardından da Troçki ve onu izleyen Sol Muhalefet üyeleri bu geleneği sürdürdü.

Peki, ne oldu da 1924’te bu teori ortaya atıldı? Dünya devriminin yerine milliyetçi “tek ülkede sosyalizm” programı geçirildi? Bunun temel nedeni, Avrupa devriminin 1923’te yenilgiye uğraması (Macaristan’da, Almanya’da, İtalya’da işçiler 1917’nin ardından ayağa kalkmış kanlı karşı devrimlerle ezilmişlerdi), Rusya’nın o günkü koşulları ve bürokrasinin iktidarı yavaş yavaş ele geçirmiş olması. Bolşevik Parti’nin genel sekreteri olan Stalin bu ortamda bürokrasinin çıkarlarını ifade eden tezi ortaya attı. Öyle ki, dünya devrimi, Rusya’daki bürokrasinin de süpürülmesi anlamına gelecekti, tam da bu nedenden, bürokrasi milliyetçi olmak ve dünya devriminin yenilgisini istemek zorundaydı. Nazizmin iktidara gelişinde, İspanya İç Savaşı’nda ve II. Dünya Savaşında da buna uygun davrandı ve işçi sınıfına devrim ve sosyalizm mücadelesine büyük darbeler vurdu.

Az önce de belirttiğimiz gibi, bürokrasi Lenin ve Troçki döneminde palazlanmaya başlamış, ancak Bolşevik önderlerin çabası, bu durumu ortadan kaldırmaya yetmemişti. Lenin’den sonra bürokrasiye karşı “işçi demokrasisi” ve tek ülkede sosyalizme karşı “dünya devrimi” bayrağını açan Troçki önderliğindeki Sol Muhalefet’in 1927’de partiden tasfiyesi, bürokrasinin Sovyetler Birliği’ndeki zaferini simgeliyordu. Korkulan karşı-devrim, burjuvazi tarafından değil ama, içten gelişen bürokrasi eliyle gerçekleşmişti.

Bundan sonraki dönem, “sosyalizm”in kuruluşunun ilanı, dünya devrimi perspektifinin tamamıyla terk edilmesi (1928’de “Tek Ülkede Sosyalizm”in Komintern’de kabul edilmesi) 1936 anayasasıyla Ekim devriminin birçok kazanımından geri dönülmesi, her muhalif sesin karşı devrimci ilan edilmesi, Moskova Duruşmaları ve gizlice görülen binlerce mahkemeyle geriye kalan Bolşevik kadroların tümünün tasfiyesi ya da katledilmesiyle somutlanan, bürokrasinin karşı-devrimini pekiştirdiği ve Komintern’i de kendi çıkarlarını korumak için kullandığı bir dönemdi.

Troçki 1936’da İhanete Uğrayan Devrim adlı kitabında şunları yazmıştı:

“Sosyalist ilkelerden burjuva ilkelere doğru devasa bir geri adımı temsil eden ve iktidar grubunun üstüne göre biçilip dikilmiş olan yeni anayasa, Cemiyeti Akvam, burjuva ailesinin restorasyonu, milisin yerini düzenli ordunun alması, rütbe ve madalyaların geri getirilmesi ve eşitsizliğin artması yararına dünya devriminin terk edilmesiyle aynı tarihsel yolu izlemektedir. Hukuksal olarak “sınıflar üstü” bürokrasinin mutlakıyetini pekiştirmek suretiyle yeni anayasa yeni bir varlıklı sınıfın doğuşu için siyasal zemini yaratmaktadır”(s.218)

Bugün, dünyayı yorumlamakla yetinmeyip, değiştirmeye girişenlerin eylem kılavuzu olmayı sürdüren Marksizm konusunda ve tarih bilinci konusunda bir netlik sağlamanın ilk adım olduğu düşüncesindeyim. Devrimci teori olmadan devrimci eylem olmayacağını tarih bize yeteri kadar gösterdi. Yaşadığımız dünyanın pek de “özgür bir dünya” olmadığını görmek için dahi olmaya gerek olmasa gerek, ancak şikayet etmek de yetmiyor, “evet kapitalizm kötüdür, ama sosyalizm de kötüydü” genel ve yanlış yargıyı kırmanın yakıcılığı bugünkü gibi içinden geçtiğimiz toplumsal bir altüst oluş döneminde ortada.

Yalnızca yüzünü yeniden Marksizme ve sosyalizme dönecek olan işçi sınıfı ve onu izleyen gençlik kapitalizmi ortadan kaldırabilecektir. Bunun yolu da Stalinizm gibi Marksizme düşman akımlardan arınmak ve işçi sınıfının dünya çapında kapitalizmi ve sınıfları ortadan kaldırmak üzere örgütlenmesinden geçiyor.

Ekim Devrimi ve Sosyalizm başlıklı üçüncü yazıda Marksizmde sosyalizmin yerine değinmeye çalışacağız, bu çaba da anahtar Marx ve Engels’in şu ifadesi olacak: “Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda varolan öncüllerden doğarlar.” (Alman İdeolojisi, s.62, K. Marx, F. Engels, 1845–1846)




Prometheus

—İstanbul’dan bir işçi-öğrenci-

Hiç yorum yok: