22 Ağustos 2009 Cumartesi

Kapitalizmin Roma Misali Çöküşü

Dikkatlice incelendiğinde günümüz dünyasının 1600 yıl öncesinin Avrupasıyla büyük benzerlikler taşıdığı görülebilir. O zamanlarda köleceliğin yegane uygulayıcısı durumuna düşmüş bir Roma İmparatorluğu vardı. Avrupa'nın her yerinde ekonomik olarak bir kriz, her gün yüzlerce isyan ve savaş, derin siyasal krizler, kültürel bir çöküş, kimlik bunalımları, her gün ortaya çıkan yeni dinler, efsaneler ve mesihler, ve tabi sömürünün en ağır biçimine maruz kalan ve ona karşı savaşan, hatta kendi çapında bir enternasyonal (hıristiyanlık) örgütleyen o dönemin devrimci sınıfı köleler.

Bu yaşananların hepsi köleci ekonomik sistemin kriziydi. Sistem bunamıştı ve mutlu bir hayat sunabildiği azınlık daha da küçülüyor ama daha çok saldırganlaşıyordu. Yine bu ekonomik sistemin krizi siyasal yaşamda da ifadesini bulacak, iktidar blokları arasındaki savaşlar arttıkça artacaktı. Köleler ise her gün isyanlar çıkarıyor ama bir önderlikleri olmadığı için bu çabaları saman alevi olmaktan öteye geçemiyordu, insanlar artık mesihlerden medet umuyorlardı. Onlar her ne kadar Roma zülmüne karşı dursalar da (tabi bunda samimi değillerdi) insanları onu yıkacak bir örgütlenmeye yönlendirmiyorlardı. Akıl almaz dinsel fikirler icat ediyorlar ve sistemin bunalımıyla insanların bilincindeki geri savrulma sayesinde bir taban buluyorlardı. Fakat içlerinden sadece bir tanesi başarıya ulaşacak ve hıristiyanlık dinini kuracaktı. Tabii o zamanın devrimci ideolojisi hıristiyanlıktı. Bunların dışında dünyanın “en uygar” ülkesi Roma'ydı ve o da kültürel bir çöküşe girmişti, sanatsal faaliyetler gittikçe azalıyor devletin bütün bütçesi savaşlara ayrılıyordu. Nitekim bu sistem daha fazla dayanamadı, feodalizme sıçramış “barbarların” baskısı içeride ise kölelerin isyanları sayesinde bu sistem çöktü ve kölelik tarih oldu. Hıristiyanlık ise miadını doldurmuş olacaktı ama onun asimilasyonu söz konusuydu zaten daha önceden başlatılmıştı bu süreç ve artık bu din özgürlüğün önündeki en büyük engel olacaktı.

Çürüyen Kapitalizm

Günümüzün dünyasında da durumun pek farklı olduğu söylenemez, bunayan kapitalizm daha da saldırganlaşıyor, doğaya, insanlara, üretim araçlarına kadar her şeye zarar veriyor. Gün geçmiyor ki bir savaş, terör saldırısı, isyan haberi almayalım. Dünyanın pek çok yerinde savaşlar ve iç savaşlar tüm hızıyla yürüyor, bazen ayaklanmalara şahit oluyoruz ama onlar da proleter önderlikleri olmadığı için boşa gidiyor. Şu an dünyada üçüncü bir büyük savaş tehlikesi var. Ve bu seferkine katılmayan devlet kalmayacak gibi görünüyor. Hemen hemen bütün devletler silahlanmaya büyük miktarlarda paralar ayırıyorlar.
Açlık ve yoksulluk ise artık sıradanlaşıyor, üzülmeye ne gerek var canım, ne de olsa hepimiz açız ve işsiziz. Dünya'da 1 milyardan fazla işsiz ve gizli işsiz var, bu sayı her geçen gün artıyor. 1 milyar insan günde bir dolar, 2 milyar insan günde 2 dolar veya daha altında bir parayla geçinmeye çalışıyor. Her gün binlerce, her yıl milyonlarca insan açlıktan ölüyor. İş sahibi olmayı başaran “şanslı” insanlar ise her gün daha fazla çalışmaya, sigortasızlığa, güvencesizlğe mahkum ediliyor. Bununla birlikte işçilerin buna muhalefet etmemesini, örgütlenmemesini istiyorlar. Var olan bir takım örgütler ise (sendikalar, küçük burjuva önderlikler) sürekli ihanet ediyorlar, işçi sınıfına zarar veriyorlar.
Sosyal-kültürel hayat da büyük çöküntü içinde, hiçbir sanat değeri taşımayan, sadece para getirsin diye yapılan şarkılar, filmler, resimler, gösteriler yağmur gibi üstümüze yağıyor. Zaten kaliteli bir şeyler üretilmesi işçileri pek ilgilendirmiyor, çünkü işçiler o kadar yoksullar ki bir sinema bileti bile onlar için çok pahalı, bileti alabilseler gidecek zamanları ya da dermanları pek az zaten. O bilete verilecek parayla eve kaç tane ekmek alınacağı hesaplanıyor. İşçilerin elindekiler açlıktan ölmelerini engellemeye yetmiyor. En iyi ihtimalle yarı aç yarı tok yaşıyorlar. Çocuklarını okula gönderemiyorlar, çünkü eğitim paralı ve işçinin eğitim masraflarını karşılayacak durumu yok. Zaten okullarda verilen eğitimin kalitesi de ortada, burjuva çocukları eğitimin en kalitelisini alırken işçi çocukları tamamen boşaltılmış, içeriği belirsiz bir eğitime maruz kalıyorlar. Okullarda onlara en iyi öğrettikleri şey, ırkçılık, milliyetçilik, şovenizm. Bütün çocuklukları boyunca buna maruz kalıyorlar, tabii bu yarım yamalak eğitim de bir şeye yetmiyor, zaten üniversite kapıları da onlara kapalı. Sosyal hayat ise tam bir felakete sürüklenmiş durumda, insanlar öfkelerini birbirlerinden çıkarıyorlar, her gün her türlü şiddet olayını gazetelerden okuyoruz. Hergün cinnet olayları; birçok kişi bireysel olarak silahlı ve birilerini öldürmeye hazır. Toplumun içine yuvarlandığı derin psikolojik çöküntü, en küçük bir olayla patlamaya hazır. Hergün kadınlar tacize uğruyor, tecavüz ediliyor, şiddet görüyorlar.
İnsanları her şekilde sömürmekten çekinmeyen bu sistem doğaya da zarar vermekten niye çekinsin ki? Dünyanın iklimi hızla bozuluyor, her gün canlı türleri yok oluyor, ekosistem hızla bozluyor, çevre kirliliği bütün dünyayı sarmış durumda. Atmosfer hızla ısınıyor, kutuplar eriyor. Dünya, kapitalizm yüzünden hızla yok oluyor.
Kapitalizmle birlikte dinler de küreselleşiyor, ne de olsa dinler ırk, dil, kültür ayrımı yapmıyor ve yeni dönemin ideolojisi rolünü üstleniyor. İnsanların bilinci hızla geri savruluyor, kurtuluşu başka dünyada arıyorlar. Roma'nın son dönemlerinde olduğu gibi yeni yeni dinler ve mesihler icat oluyor. Scientologizm, Raelyanizm, Moonculuk, Mormonculuk, Tanrının yolu ve bunlar gibi pek çok uçuk kaçık din piyasaya çıkıyor ve yayılıyor. Kitleler kurtuluşu göklerden bekliyor, tabii bu da modern çağa uyarlandı. Tanrıların yerini uzaylılar alıyor. Sadece ABD'de 5 milyon insan “beni uzaylılar kaçırdılar, üzerimde bir takım deneyler yaptılar ve serbest bıraktılar” diyebiliyor.
Bütün bunlara bir de işçi sınıfının önderlik krizi eşlik ediyor, dünyanın her yerinde küçük burjuva önderlikler ve sendikalar işçilerin önderi olarak değil, onların önüne engel olarak çıkıyorlar. Devrimci bir dünya partisinin yaratılması gerekliliği yakıcı bir öneme sahip. Stalin, “her ülke kendi devrimini yapmalı, her ülke kendi sosyalizmini kurmalı” diye buyurmuş. Bu yukarıdaki sorunların hangisi ulusal sınırlar çerçevesinde çözülebilir ve bu nasıl olacak belki birisi açıklamak ister. En basitinden Kuzey Kore'yi ele alalım; bu sözde “sosyalist” ülke de ya da sözde “işçi devletinde” insanlar her türlü demokratik haklarından yoksunlar, her gün kölece çalıştırıyorlar ve karın doyuran bir ücret de alamıyorlar, 22 milyonluk nüfusun 6 milyonu silah altına alınıyor, nükleer silahlar geliştiriliyor, doğa acımasızca kirletiliyor, insanlar yoksulluk içinde yaşıyorlar, bu ay sadece batı sahilinde 2,7 milyon insan açlıktan ölme tehlikesi ile karşı karşıya. Stalinistlere göre “sosyalist” bir ülke dünyanın en yoksul ülkelerinden birisi şu an. İşte stalinistlerin sorun çözebilme yetenekleri. Var olan sorunları büyütmekten başka bir şey yapmadılar. Sadece Kuzey Kore örneğine bakmak bile hiçbir şeyin ulusal sınırlar içinde çözülemeyeceğini anlamamız için yeter.
Yukarıda anlattığımız gibi günümüz dünyası yüzyıllar öncesinin Avrupasına çok benziyor. Roma İmparatorluğu'nun yaşadığı bütün krizlerin binlerce kat daha büyüklerini dünya yaşıyor şu anda. Fakat o zaman o sistem kölelerin isyanıyla çökmüştü. Kapitalizm de öyle olacak, bu sistemi kendi kendine çökertecek hiçbir şey yok. Bu sistemi ücretli köleler; işçi sınıfı ortadan kaldıracak. Fakat kapitalizm bir dünya sorunudur, bugün hiçbir sorun ulusal sınırlar içinde çözülemez. Fakat işçi sınıfının bunu gerçekleştirebilmesi için bir dünya partisine, dünya çapında örgütlenmeye ihtiyacı var. Sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünya tek tek ülkelerinin kendi “sosyalizmlerini” kurmasıyla oluşturulamaz. Kapitalizm nasıl bir dünya sistemiyse sosyalizm de bir dünya sistemi olacaktır.


Serdar Ö.

Adana-işsiz

Hiç yorum yok: