27 Ağustos 2009 Perşembe

Aleviler’in Talepleri ve Yine Yeni Açılımlar

Artık sonuna yaklaştığımız bu yılın Ocak ayında, AKP’nin Alevi kökenli milletvekili Reha Çamuroğlu’nun girişimi ile düzenlenen Muharrem iftarı sonrasında gündeme gelen ve bir süre tartışılıp, rafa kaldırılan “Alevi Meselesi”, yeniden ülke gündemini meşgul etmeye başladı. Bu, elbette sebepsiz değil. Aleviliğin ve Alevilerin sorunlarının tartışılıyor olması içinden geçtiğimiz süreçle doğrudan ilgili. Bu konunun yeniden gündeme gelmesini sağlayan ana etken ise 9 Kasım’da Ankara’da düzenlenen Alevi mitingi oldu.


Ülkenin pek çok ilinden gelen binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen mitingi, çeşitli Alevi örgütleri birlikte organize etmişti. Farklı siyasi çevrelerin de ilgi gösterdiği mitingde, alanı dolduran Aleviler “Ayrımcılığa Karşı Eşit Yurttaşlık Hakkı” sloganını yükselttiler. Bu ana slogan etrafında, bazı demokratik talepler sıraladılar, ki bunlar zaten uzunca bir zamandır her fırsatta dile getirdikleri taleplerdi.

Peki, neydi bu demokratik talepler? Zorunlu din derslerinin kaldırılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması ve cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması… Ve tabii ki, Sivas Katliamı’nın ardından, -dalga geçer gibi- bir kebapçıya tahsis edilen Madımak Oteli’nin müzeye dönüştürülmesi…

Laiklik vurgusu ve AKP karşıtlığının da damgasını vurduğu mitingin ardından çok şey yazılıp çizildi, hâlâ da yazılıp çiziliyor. Yerel seçimlerin yaklaşıyor olması ve sağından soluna bütün siyasi partilerin Alevi oylarına talip olmaları konuyu daha da hararetli kılıyor. Ayrıca Alevilerin durumu, şimdilik askıya alınmış gibi görünen AB uyumlu reform süreci açısından da önem taşıyor.

Özellikle 9 Kasım mitinginden sonra, iktidar partisi AKP, Aleviler için yeni açılımlar sunmaya hazırlanıyor. En azından öyle olduğu söyleniyor. Bu açılımların arasında Alevilerin diyanette temsil edilmesi, Alevi dedelerine maaş bağlanması ya da din derslerinde Aleviliğin seçmeli ders olarak okutulması yer alıyor. Artık burjuvazi ve onun siyasal alandaki temsilcileri sorun yaşadıkları toplumsal kesimleri inkar ve imha etmek yerine, onları kırıntılarla teslim almayı ve tek merkezden kontrol etmeyi tercih ediyorlar. Hele ki içinden geçtiğimiz küresel ekonomik kriz koşullarında en ufak kıvılcımların ciddi toplumsal alt-üst oluşlara yol açtığı düşünüldüğünde burjuvazi açısında en geçerli yol bu. Ama işler her zaman istedikleri gibi gitmeyebiliyor. Örneğin mevcut iktidar partisinin Kürt sorununa yaklaşımı, burjuvazi lehine bir çözümünden yanaydı fakat gelinen noktada bu geçişin öyle kolay olmayacağını gördük. Sürece etki eden uluslararası ve ulusal dinamikler sabit kalmıyor…

Yaşanan gelişmelere dair bazı tespitler
Ankara mitinginin de sıcaklığıyla medyada yer bulan tartışmalar, birçok farklı algılayışı ve bakış açısını gözler önüne seriyor aslında. Yetkilerini devletten alan kimileri kelle hesabı yaparak; “Yok efendim, güzel ülkemizde en fazla 7 milyon Alevi vardır, neredeymiş 20-25 milyon Alevi!” diyor, yine sayısal oranı kendilerine dayanak noktası olarak alan bazı Alevi temsilcilerini yalanlıyor. Oysa, aslında şunu görmek işlerine gelmiyor; bu memlekette ister 5 milyon Alevi olsun, ister 30 milyon, bu sayısal veriler, Alevilerin taleplerinin haklılığı ya da haksızlığı üzerine belirleyici bir etki yaratmaz. Bu gerçeği öncelikle Aleviler’in dile getirmesi gerekiyor. Öne sürülen haklı talepleri, niceliksel bir örtüyle sarmalamanın gereği yok.

Yine medya aracılığıyla ve birebir gözlemlerimizle tanık olduğumuz diğer tartışmalar ise Aleviliği tanımlamak ve belli bir kalıba sokmak üzerinden yürütülüyor. Bu tartışmalar Aleviliğin “asıl İslam” olduğu iddialarına kadar varabiliyor. “Alevilik, İslâm’ın özüdür”, “Asıl Müslüman biziz” gibi argümanlar kullanılıyor bazı Alevi temsilcileri tarafından. Ya da Alevilik ve Türklük yan yana getirilip aynılaştırılıyor. Alevi olan Kürtler’e, Zazalar’a “Sizin haberiniz yok ama siz aslında Türk’sünüz!” deniyor. Onlar yok sayılmak isteniyor beyhude bir çabayla.

Yıllarca baskı altında yaşamış-yaşamaya çalışmış bir düşünce ve yaşam pratiğinin taşıyıcısı olan Alevilerin, mevcut sistemin kabul gören kurumlarıyla uzlaşma ve bu yolla kendini meşrulaştırma ihtiyacına şahit oluyoruz bazen. Düzen içine çekilme-düzenle kardeşleşme anlamına gelen girişimler, bu haliyle “safça” bir beklentiyi ifade ediyor. Fakat bunu bilinçli ve planlı yapan çevreler de var. İktidar aygıtıyla çıkar ortaklığı bulunan ve egemenlerin kırıntılarından faydalanmak isteyen Alevi temsilcileri olduğunu biliyoruz; sayıları hiç de az değil.

Bu konuyu biraz daha açacak olursak, şunu söylemek gerekir; Alevi toplumu özellikle kırdan kente göç dalgasıyla birlikte kapalı toplum kabuğunu kırmak mecburiyetinde kalmıştır. Özellikle 1960’larda hız kazanan bu süreç –ki gelişmekte olan sanayi, işçi sınıfını şehirlerde toplamak durumundaydı- Alevi toplumunun geleneksel yaşam tarzında ciddi değişimler yarattı. Bu elbette bir anda olmadı. İşçi mahallelerinde toplanan Aleviler, şehir yaşamının dayattığı yeni koşullara çok kolay teslim olmadılarsa da, bu değişim yıllar içerisinde kendiliğinden gerçekleşti. Hâlâ da gerçekleşiyor. Bugünün yaşam pratikleri, artık Alevi toplumunun geleneksel yaşam alışkanlıkları ile çatışıyor. Yaşı ellinin üzerinde olan birçok Alevi dedesinin sık sık, artık gençlerin “yola”, “erkâna” sahip çıkmadıklarından yakındıklarını duyuyoruz. Geçmişte kırsalda ve genellikle dağ başlarında barınmak durumunda kalan Aleviler, o dönemde toplumsal form olarak belki homojen bir yapıya sahipti fakat bugün gelinen noktada böyle olmadığı çok açık. Artık Alevi toplumunun bütünü, sosyo-ekonomik olarak aynı zemini paylaşmıyor. Bunun farkında olmak önemli diye düşünüyorum.

Alevilerin ileri sürdüğü talepler söz konusu olduğunda, bu farkın önemi daha da net ortaya çıkıyor. Sınıfsal aidiyetinin ve üretim ilişkileri zemininde bulunduğu konumu farkında olan Aleviler arasında, tarihsel deneyimlerinin de etkisi ve itici gücüyle siyasal alanda sol - sosyalist eğilimler ağır basıyor. Ama genel kanının aksine, bu durum bütün Alevileri solcu ya da sosyalist yapmıyor kuşkusuz.

İktidar aygıtıyla dirsek teması zaten bilinen “önemli” bir Alevi vakfının başında bulunan yine “önemli” bir zat, 9 Kasım mitingi’ni desteklemediğini açıkladı. Güce tapan ve yıllardır baskıya maruz kalan Alevileri, iktidar kuyrukçuluğu ile “özgürleştirmeye” çalışan, seçimlerden önce Alevilere adres göstermeyi en önemli vazife bilen, bunları yaparken de kurduğu ilişkiler dolayımıyla kendi cebini ve nüfuz alanını genişleten Alevi ileri gelenlerinin maskesi artık düşmüş durumda. Ama ne yazık ki bir çok Alevi henüz bu durumun farkına varabilmiş değil.

. . .
Ne hikmetse yüzyıllardır yok sayılan ve mümkünse başı ezilen bir toplum, bir anlayış, egemenler arasındaki çıkar hesapları söz konusu olduğunda bir anda gündeme geliveriyor. Aleviler –durumlarında herhangi bir değişme, gelişme yokken- bu ülkenin asli unsurları, laik cumhuriyetin yılmaz bekçileri ya da en az Sünni kardeşleri kadar Müslüman olarak tanımlanıyorlar. İşin kötüsü cumhuriyet dönemi de dahil, günümüze kadar güdülen bu politikaya rağmen, üzerlerine biçilen kılıfa, Aleviler, doğrudan cephe alabilmiş değiller (Son dönemdeki bazı gelişmeler Aleviler açısından ileri adımlar olarak değerlendirilebilir).

Bu noktada, yıllardır süregelen CHP kuyrukçuluğunu ve varolan biçimiyle, soyut bir laiklik anlayışının savunuculuğunun yapıldığını belirtmekte fayda var. Alevilerin bu tutumu nedensiz değil. Osmanlı zulmünü en acı tecrübelerden geçerek yaşamış bir toplumdan, bir inanıştan ya da bir yaşam pratiğinden bahsediyoruz. Cumhuriyet dönemi ile birlikte halifeliğin kaldırılması, bazı şeriat hükümlerine dayanan devlet aygıtının dönüştürülmesi, Sünni İslâm’ın el altından desteklenmesine rağmen laikliğin benimsenmesi, Aleviler’deki “Cumhuriyet, Mustafa Kemal, CHP, Laiklik” hassasiyetlerinin asıl temelini oluşturuyor.

Fakat Alevilerin bahsi geçen kavramlara yükledikleri anlamlar uzunca bir zamandır, önlerini görememelerine de neden oluyor. İçinde ciddi yanılsamalar barındıran bu algılayış, Alevileri toplumsal muhalefet alanında dar bir çevreye sıkıştırıyor. Sahip oldukları hassasiyetler burjuvazinin politikacıları tarafından kullanılıyor, ranta dönüştürülüyor. İşin özü, Alevilerin yaşadığı sorunların pratikte çözümünün önü tıkanıyor, sınıfsal ayrışmaların üzeri örtülüyor.

Aleviler tarafından yükseltilen demokratik taleplerin önemi ve haklılığı ortada. Bu talepler, iktidarla uzlaşma yoluna gitmeden savunulmalıdır. Devlet daha Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi katliamlarının hesabını vermemiştir, vermeye de niyeti yoktur. Toplumsal barış, kapitalist sömürü koşullarında bir karikatürden ibarettir.

Bizler Alevilerin sorunlarının gerçek çözümünün ancak sosyalizmle mümkün olacağını ifade ediyoruz. Kapitalizmin sömürü çarkları kırılmadan, yok sayılan, baskı altında tutulan, ezilen toplumsal kesimlerin özgürleşemeyeceğini biliyoruz…





dünyadan bir Rıza

İstanbul-işçi

Hiç yorum yok: