5 Ağustos 2009 Çarşamba

Ekim’in Ardından

Bol hüzünlü bir ayı daha geride bıraktık. Hüznün olduğu yerde neşe de vardır tabii.
Şöyle ki; kimi kapitalistler batarken kimileri bu krizden daha da zenginleşerek çıkar, neşelidirler…
Kimileri işkenceden öldürülürken, kimileri de işkence ederek rahatlarlar, stres atarlar bir nevi…
Kimileri taciz, tecavüz, ya da öldürme olaylarında “mağruz kalan” iken, kimileri de bu fiiliyatın ardından serbest kalmakta, neşelenmektedir…
Kimisi, Kürt olduğundan hüzünlenirken (saldırıya uğrarken), kimisi Türk olduğundan neşelenir (bayrak asar, pompalı tüfekle saldırır). Dünyaya bedel olduğunu düşünen beyin kendine bile yetmez, ama neşelidir…
Kimisi Obama kazandı diye sevinirken, kimisi hüzünlenir…


*** *** ***

Küresel mali kriz sürüyor, son günlerde gündemin birinci maddesi olmaktan çıkmış durumda belki, ama “akıllı” burjuvalar bilirler, kriz gündem dinlemez! Bu krizle birlikte bir kişinin ismi pekçe anılır oldu. Evet, Karl Marx. Haklı mı çıktı, haksız mı tartışmalarını kastediyoruz. Marx’ın peygamber olduğunu sanan zat-ı şahaneler onun haklı çıktığını dile getiriyor. Marx, kapitalizmin krizlerinin, onun doğasında olduğunu gösterdi sadece (Öyle ki 1825–1885 arası neredeyse onar yıllık çevrimlerle krize girmişti kapitalist üretim). Bazılarının sandığı gibi devletleştirmeyi savunmadı (kapitalizm altında devletleştirme yalnızca sömürüyü arttırır demişlerdi Engels ile birlikte), sınıfsız ve devletsiz bir toplum olan sosyalizmi savundu –bunun için yaşadı.

Ulus devletlerin büyük sermayeyi kurtarmak için devlet müdahalesine başvurması –ki bu tarihte ilk olmadığı gibi son da olmayacak, bugünkü devletler egemen sınıf olan burjuvazinin devletleri olduğuna göre, onlardan başka bir şey beklemek yanlış olur- sosyalistlik ilan edildi yine.

Marx’a tüm dünyada ilgi öylesine arttı ki, Kapital’in satışlarının Avrupa’da patladığı belirtiliyor. Yaşadığımız ülkede de İş Bankası yayınlarının Kapital’i yeniden basacağı söyleniyor. Kapitalistlerimiz şaşırdı demeyin, onlar nereden para kazanacaklarını iyi bilirler! Kendi evlerini yıkacak silahı üretebilirler, ama onu nasıl kullanacağını öğrenmek bizim elimizde; Marx ve Engels bunu 1848 devrimlerinin arifesinde örgütledikleri, uluslararası Komünistler Birliği’yle gösterdiler…

*** *** ***

Engin Ceber, Yürüyüş dergisi satarken gözaltına alındı ve işkence edilerek öldürüldü. Hemen belirtelim 2007 yılında toplam 452 kişi işkence gördüğü gerekçesiyle İnsan Hakları Vakfı’na başvurmuştu. Başvurmayanları da düşününce işkencenin Türkiye’de olağan bir şey olduğu, yani devlet politikası olduğu görülüyor. Engin Ceber cinayetinin bu kadar gündeme getirilmesi burjuva medyasının bir kesiminin AKP hükümetine yüklenme isteğidir. Bu konuyla birlikte gözümüze sokulan noktaları şöyle özetleyebiliriz: bugün işkence olağan bir olaydır, burjuvazi tüm düşman gördüklerini durdurmak için her yola başvurabilir, “demokrasi” denilen şey, gerçekte burjuva demokratik diktatörlüğüdür, burada demokrasi yalnızca sermaye sahipleri için vardır. Medya, oldukça önemli bir ideolojik aygıt olduğu gibi, kitleleri yönlendirmede sermaye sınıfı için vazgeçilmez, emekçi kitleler için ise güvenilmez bir kaynaktır. İşkence eden güvenlik güçlerine karşı gösterilen tutum, hukuk’un gerçekte egemen sınıfın hak ve hukukundan ibaret olduğunu bir kez daha göstermiştir.

*** *** ***

Hüseyin Üzmez davasıyla bu ikiyüzlülük ayyuka çıkmış durumda. 14 yaşındaki genç kadının “adet görmesi, tacize uğramasını aklar” anlamına gelebilecek mide bulandırıcı noktaları bir yana, bu dava şunları gören göze Üzmez’in parmağıyla soktu sanırız: İslam dini ya da başka herhangi bir dinde yobaz olmak ya da imanlı olmak “ahlaklı” olmak anlamına gelmez, daha baştan ahlak kavramı tarihsel bir kavramdır, dün 4 kadınla evlenilmesi pekala ahlaklıyken bugün değildir.
Yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada (çünkü tüm dünya ataerkildir) kadınlar yalnızca “erkeği mutlu edecek birer cinsel nesne” olarak görülmekte, onlara tecavüz etmek doğal görülmektedir. Tüm dünyada her yıl binlerce kadın tecavüze uğrayıp şiddet görüyor. Bu topraklarda kadınların çoğunluğu en az bir kez tacize uğramış durumda. Kadın sorununun kökenine inme cesareti gösterenler, orada bugünkü temel sorunların kaynağını bulabilirler: sınıflı toplum. Sınıflı toplumlar var olduğu sürece bu büyük sorun da şiddetlenerek var olacak. Kapitalist üretimin üstünde yükselen toplumsal ilişkiler psikolojik olarak sorunlu insanlar yetiştirmeye devam edecek, erkek egemen hukuk sistemi ise kadına karşı yapılan tüm saldırıları aklamayı sürdürecek.

*** *** ***

ABD başkanlık seçimlerini Demokratların adayı Obama kazandı. Kimler sevindi bir bakalım öncelikle: Emperyalizmi ABD ile sınırlı sanan, bunun nedenini de Bush sanan “solcu”larımız sevindi. Onların tanrıları Fidel Kastro ve Hugo Chavez sevindi. (Hemen belirtelim, Fidel Kastro, Obama’dan çok umutlu olduğunu vs. dile getiren bir yazı kaleme almıştı, Chavez de Obama’yla daha başkan olmadan sıcak ilişkiler geliştirme peşindeydi) Çağımızın bu sözde sosyalistleri siyah bir ABD başkanıyla ABD’nin politikalarının değişeceği fikrindeler. Ne dersiniz Obama gizli sosyalist olmasın?

Tabii ki, demokrasi âşıkları liberallerimiz de durumdan pek memnunlar. Onlara göre, bir siyahın seçilmesi demokrasinin zaferidir, dünyaya barış getirecektir. Biz, bu topraklarda Kürt kökenli (İsmet İnönü, Turgut Özal ve bugün birçok AKP’li vekil) bürokratların Kürt sorununu çözmediğini biliyoruz. Obama da ne ırk ayrımını ne de hala var olan köle ticaretini ortadan kaldıracaktır. Sermayenin ırkı, ulusu ya da dini yoktur, onun kalbine kan pompalayan şey işçi sınıfının sömürüsünden elde edilen artı-değerdir.
Obama’nın seçilmesiyle başta savaşlar olmak üzere kapitalizmin tüm “kötülük”lerinin sona ermeyeceğini, ama dünyaya barışın yalnızca kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla gelebileceğini görmek için dahi olmaya gerek yok. Çünkü savaşlar tek tek siyasi liderlerin keyiflerine göre değil, varolan üretim biçimine ve sınıfların o günkü konumlanışlarına göre ortaya çıkar. Burada bireyler ikincil bir rol oynarlar en fazlasından. Amerikan devletini elinde bulunduran ulus ötesi sermayenin çıkarları ABD’nin yönelişini belirler, onun yavaş yavaş ortadan kalkan hegemon durumu göz önüne alındığında, bizleri –elbette ABD’nin de içinde yer alacağı- savaşların beklediğini söyleyebiliriz.

*** *** ***

Geçtiğimiz ay güzel şeyler de oldu elbette. Ancak yukarıda yalnızca küçük bir kısmına değinebildiğimiz gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda bir kum tanesi diyebiliriz onlara. Ancak kum taneleri yalnız değildirler, neredeyse görünmez olan bir tanesi binlercesiyle birleştiğinde büyük bir güçtür artık. İhtiyarın dediği gibi: “Eleştiri silahı, silahların eleştirisinin yerini kuşkusuz alamaz; maddi güç ancak maddi güçle yenilebilir; ama teori de, yığınları sarar sarmaz maddi bir güç durumuna gelir.”
(Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi s.201)

görüşmek üzere...

Hiç yorum yok: