5 Ağustos 2009 Çarşamba

Burjuvalaştırılan Bilim ve CERN’de Yapılan Deneyler

Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi(CERN)’nde yıllardır hazırlıkları süren deneylerin başlaması ile tüm dünyanın gözü bir süreliğine buraya döndü. Basında, deneylerin içeriğinden tutun maliyetine kadar ayrıntılı bilgiler verildi. Deneyi destekleyenler olduğu gibi karşı çıkanlar da oldu. Karşı çıkanlar, felaket senaryolarından, yaratılışın aşağılanmasına kadar pek çok anlamsız laf ettiler.


Kapitalist üretimin küreselleşme çağına girmesi ve üretimin dünya ölçeğinde yapılması nedeniyle bilgi ve teknolojinin hiç şüphesiz büyük bir önemi var. Dünyanın farklı yerlerindeki tesislerin koordinasyonu, bunların ellerindeki verilerin tek elde toplanması, yine bunların merkezi yönetimi gelişmiş bir iletişim teknolojisini gerektiriyor. Dünyanın farklı yerlerinde üretilen parçaların bir araya getirilmesi ve pazarlanması son derece gelişmiş ulaşım ve taşıma araçlarının varlığını gerektiriyor. Üretilen metanın kalitesi ve işçiden sömürü yoluyla elde edilen art-değerin muazzam miktarda artması için yüksek teknolojinin üretimde kullanılmasına ihtiyaç var. Bu nedenle son 30 yılda patronlar sınıfının bilime yaptıkları yatırımın muazzam miktarlarda arttığını görüyoruz. CERN de bunun bir örneği, kuruluşu ve faaliyetleri için büyük paralar dökülen bu kurum için yatırımlar tüm hızıyla devam ediyor. Şu sıralar deneylerin yapıldığı 27 kilometrelik dairesel alana yayılan yer altındaki tesisler 10 milyar dolara mal oldu.

Elbette biz Marksistler bilime yatırım yapılmasına karşı değiliz, aksine bunu destekleriz. Hatta şu an dünyada bilime yapılan yatırımın yetersiz olduğunu da düşünüyoruz. Bizim eleştirdiğimiz şey ise; bilimin insanlığın yararına kullanılmamasıdır. Şu an bilim sadece küçük bir azınlığın amacına hizmet ediyor. Dünya işçi sınıfının acımasızca sömürülmesi, onların başında her gün bombaların patlaması ve yine onları aldatmak için idealist fikirlere yönlendirmek amacıyla gerçekçi olmayan teoriler. Bizim eleştirdiğimiz işte bu. Örneğin; tükettiğimiz konserveler dünyanın uzak yerinde göreve gönderilen askerlerin beslenme gereksinimleri için yaratıldı. Einstein, atomu parçalarken onun insanlık yararına kullanılabileceğini düşünüyordu ve bu mümkündü. Fakat bu keşif egemen sınıfların elinde son derece tehlikeli amaçlar için kullanılacak, ilk olarak Hiroşima ve Nagazaki halkının başında patlayacaktı. Yine dünyanın her yerinde doğayı kirletmeyen alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesi için kaynak ayrılacağı yerde doğayı kirleten ve üretken olmayan bir enerji kaynağı petrolün daha çok elde edilmesi için yapılan araştırılmalara kaynak ayrılıyor.
Önce üzerine çalışılan büyük patlama teorisine kısaca değinmekte fayda var
Büyük Patlama Teorisinin Doğuşu, Evrimi ve Eleştirisi

Evrenin bir başlangıcı olduğu fikrinin bilimsel olarak tartışılması Olbers ile başlayacaktı. İdealist Alman filozof Olbers, gezegenimizden yola çıkan her bir doğrusal çizginin eninde sonunda bir yıldızla kesişeceğini söyleyerek “geceleri başımızı göğe kaldırdığımızda hiç karanlık görmemeliyiz çünkü yıldızlar gökyüzünün tamamını kaplamalı ve dolayısıyla geceler de aydınlık olmalı” sonucunu çıkarır. “Yıldızlardan gelen ışığın gaz bulutları tarafından soğrulması bir şeyi değiştirmez. Çünkü bir süre yeterince ısınan bulutlar bu ışığı dünyaya yansıtacaklardır.” Fakat öyle değildir. Olbers bu paradoksu evrenin bir başlangıcının olmasıyla açıklar. “Mademki öyle, yıldızlar daha tüm ışıklarını gönderecek kadar uzun süre var değillerdir, gaz bulutları ise daha o kadar ısınacak kadar yaşlı değillerdir.” İşte buradan yola çıkan Olbers evrenin bir başlangıcı olduğunu söyler.

Halbuki evrendeki yıldızların ve genel olarak maddenin dağılımı düzenli değildir. Hatta evrendeki madde miktarı da son derece düşüktür. Olbers, maddenin düzenli dağıldığı varsayımından yola çıkar. Fakat bu varsayım gerçeği yansıtmaz.

Asıl olarak Büyük Patlama teorileri ise 20. yüzyılda türeyecekti. Teorileri diyorum çünkü birden fazla teori var, biri iflas ettiğinde yerine diğeri geçirildi. İlki 1927 yılında Katolik Rahip Lemaître tarafından öne sürüldü. Bilimin ürettiği sonuçların baştan aşağı yanlış yorumlanmasıyla kısa sürede çürütüldü. Bu noktada George Gamow devreye girdi ve teoriyi yepyeni bir tarzda yazdı. Sonrasında ise şimdiki teori oluşacaktı. Şu ana kadarki teorilerin hepsi gerçekliğe uygun şekilde yazılmak yerine kağıt üzerinde kurulan denklemlere gerçekliğin uydurulmasıyla oluştu. Stephen Hawking, “kimse bir matematik teoremiyle tartışamaz” argümanıyla durumu özetliyordu.

Fakat biz matematik teoreminin yanlış olduğunu ileri sürmüyoruz ama kullanım alanının yanlış olduğunu söylüyoruz. Bir kez olsun başını göğe kaldırmaya tenezzül etmeyen bu insanlar sadece bol miktarda matematiksel işlemlerle kendi hayali evrenlerini oluşturuyorlardı. Burada şunu belirtmek gerekir ki kusursuz bir düzlem hayal eden Öklid Geometrisinin dışına da çıkılmıyordu. Elbette bu geometri tarzının yanlış olduğunu söylemiyoruz ama farklı geometri tarzlarının da olduğunu ve bunların hangisinin hangi alanda kullanılabileceğinin analizi yapılmadığı ve körü körüne tek bir geometriye bağlanıldığı görüşündeyiz.

Elde hiçbir gözlemsel ve deneysel veri bulundurmayan Standart Model sadece matematik üzerine kuruluydu. Matematik, deney ve gözlemlerin analizinde kullanılacağı yerde hayali teorilerin kanıtlanması için kullanılıyordu. Bu teoriye göre evren, son derece sıkışık maddenin sıfır noktasında patlamasıyla muazzam bir hızla genişleyerek ortaya çıkmıştı. Patlamanın etkisi o kadar güçlüydü ki evren hala genişlemeye devam etmekteydi. İşte bu noktada teori belirli bir miktarda maddeyi gerekli görür. Bu genişlemenin hala devam etmesinin nedenini ve gökadaların oluşumunu açıklayacak miktarda madde olması gerekir. Fakat ortalıkta bu kadar çok madde bulunmamakta. Bunun izahını ise Karanlık Madde ile yaptılar. Görülmeyen, yakalanamayan ne olduğu bilinmeyen bir madde bütün evreni kaplıyordu.

Karanlık Madde fikri ise yine yukarıda gördüğünüz gibi matematiksel verilerin ön gördüğü madde miktarının gerçekte olmamasından türetilmişti. Gerçeği teoriye uydurma amacında bu girişim hiçbir gözlemin ve deneyin sonucunda ortaya çıkmamıştı. Bu noktadan sonra şuursuzca Karanlık Madde arayışlarına başlandı, yıllardır bu yönde araştırmalar yapılmasına rağmen bu maddenin varlığına dair tek bir kanıt bile bulunamadı. Ama nasıl olur, teori bu madde var olmalıdır diyor? Ama bu teori somut deliller üzerine yükselmedi ki insanların kendi zihinlerinde türettikleri bir teori bu.

Teorinin keyfiliği bu kadarla sınırlı değil. Büyük Patlamacıların kendi içlerinde en çok tartıştıkları konu evrenin yaşıydı. Evrenin yaşını ölçmek için kullandıkları cisimlerin uzaklaşma hızının bilinmesi gerekiyordu. v(hız)= h(Hubble sabiti) x d(uzaklık) idi fakat Hubble sabitinin kaç olduğu konusunda bir türlü aralarında anlaşamıyorlardı. 50 diyen vardı, 85 diyen vardı.[1] Nitekim kısmen de olsa 13,7 milyarda anlaşmaya vardılar. Fakat eldeki veriler buna uymuyordu ve tekrar tekrar yenilediler. Şu anda bu rakamı 17 milyara kadar çıkarmış durumdalar. Fakat gelin görün ki somut veriler bunu da geçersiz kılıyor:

…İkincisi; Tully ve Fischer, gökadaların dönme hızı ile salt parlaklığı arasında bir bağıntı olduğundan yararlanarak gökadaların dağılımını haritaladılar ve gökadaların da filamenter yapılar halinde kümelendiklerini gördüler. Bu çalışmaların geliştirilmesi ile ince band halinde yedi milyar ışık yılı uzunluğunda süper süpergökada kümeleri ile karşılaşılmıştır. Yapılan gözlemlerde birbirlerine göreli hızlarının 500 km/s’den daha büyük olmadığı belirlenmiştir. Buna göre homojen bir dağılımdan başlayarak bu yapının oluşabilmesi için gerekli süre en iyimser değeri ile 150 milyar yıldır. Evrenin içinde evrenden yaşlı bir yapı apaçık bir çelişkidir…[2]

Burada evrenin kendisinden “en iyimser değeriyle” neredeyse 10 kat yaşlı bir yapıdan bahsediyoruz. Büyük Patlama Teorisi için gerçekten büyük bir açmaz bu. Matematiksel veriler 17 milyar diyor ama gerçekler öyle demiyor.

Teorinin bir başka açmazı ise “enerjinin korunumu yasası” ile düştüğü çelişki. Büyük Patlamadan önce ne vardı ya da büyük çatırtıdan sonra ne olacak sorularını Stephen Hawking son derece saçma bulur. “Kuzey Kutbunun daha kuzeyinde ne var sorusuna benzer bir soru” olarak nitelendirir. Engels evreni hareket halindeki madde olarak tanımlıyordu. Ve bu bilim tarafından da destekleniyordu. Evrenin Büyük Patlamayla doğduğunu söylüyorsanız maddenin de bu patlamayla doğduğunu söylüyorsunuzdur. Bu konuya bir açıklık getirmeniz lazım ama kaçıyorsunuz. Enerjinin korunumu yasası, maddenin yoktan var olamayacağını ve yok edilemeyeceğini söylüyor. Burada şunu da belirtelim ki Einstein, çalışmalarında maddenin enerjiye dönüştürülebilirliğini kanıtlayarak ikisinin aynı şeyin farklı biçimleri olduğunu gösterdi.

Bugüne kadar öne sürülen karşıt teoriler sadece Büyük Patlama Teorisi gibi kafadan türetiliyordu hatta ondan daha keyfiydi. Büyük patlama en azından gerçeğe uymayan matematiksel verilere dayanıyordu ama bu iki teorinin böyle bir özelliği de yoktu. Günümüzde ise gerçekten Büyük Patlamaya alternatif olabilecek modeller var. Bunların en ünlüsü ise hiç şüphesiz Plazma Evren. Bu teoriye kısaca değinmekte fayda var.

Plazma Evren Kozmolojisi

Plazma Fiziğinin kurucusu Nobel ödüllü fizikçi Hannes Alfven tarafından oluşturan bu teori evrenin bir başlangıcı ve sonu olmadığını ama durağan da olmadığını söyler. Dünyamızda fazla bulunmasa da evrenin yüzde 99’u plazmalardan oluşmaktadır.

Plazma, maddenin dördüncü hali olarak da kabul edilmektedir. Son derece yüksek ısıya sahip olağanüstü şartlar altında elektronlar atomlarından ayrılır ve madde yeni bir hal(plazma) alır. Evrenin büyük ölçüde filamenter yapıda olması plazmanın önemini ayrıca arttırıyor. Güneş sistemimizde de çeşitli gezegenlerin çevresinde plazma kuşaklarına rastlanmıştır. Alfven özellikle manyetik alanlar üzerine çalışmalar yaptı.

İçinden elektrik akımları geçen plazmalar filamenter bir yapı halini alırlar ve bu yapılar evrenin her yanını sararlar. Evrenin kaderini elinden bulunduran şey Newton’un mekanik yasaları değil, bu plazma akımlarıdır. Bilgisayar simülasyonları da bu kozmolojiyi desteklemekte. Her şeyden önce bu kuram somut delillere dayanmakta.
Evrende bir patlama gerçekleşmiş olabilir, Alfven bunu inkar etmez ama bu patlama evrendeki bir patlamadır. Evreni yaratan patlama değil, sadece evrenin bir bölümündeki patlamadır bu.

Bugün insanlık, son derece önemli keşiflerin eşiğinde ama bunun önünün açılması ve insanlık yararına kullanılabilmesi için var olan gerici sistemin yıkılması ve sadece ekonomik anlamda değil, sosyal, kültürel ve bilimsel anlamda sınırsız bir dünyayla mümkündür.

CERN’de Yapılmakta Olan Deneyler Üzerine

Şu anda burada yapılmakta olan deneyler büyük bir gürültüyle başladı. Deneylerin, kara delikler doğuracağı ve bunun dünyayı yok edeceği şeklinde bilimsellikten uzak teoriler icat edildi. Bizzat burjuva basın eliyle el altından dünyanın çeşitli yerlerindeki depremler bu deneye bağlandı. Deneyin yapıldığı bölgedeki insanlar bu bölgeyi terk etmeye kalkıştılar.

Bunlar insanların kendilerinden kaynaklanan cehaleti falan değildi. İnsanoğlunun bilimden uzak tutulması ve bilimin sadece belirli bir azınlığın elinde olması olgusuna burada hiç girmiyoruz. Bu deneyler hakkındaki safsataların bizzat burjuva basın eliyle yaratıldığı ve kitlelere empoze edildiğini görmemek mümkün değil.

Başka bir grup insan bu deneyler neticesinde yeni nesil silahlar keşfedileceğini ileri sürüp deneylere cepheden tavır aldılar. Elbette bu deneyden böyle sonuçlar çıkması da ne yazık ki mümkün. Fakat biz marksistlerin bilime karşı tavrı her şeyde olduğu gibi olumsuz sonuçları ortadan kaldırmak için onu engellemek yerine sosyalist bir temelde onu ileriye taşımak olmalıdır. Biz marksistler deneylerin engellenmesini istemeyiz, çünkü onun bize getireceği sayısız bilgi var. Şu an deneye karşı çıkmak bilim düşmanlığıdır. Öte yandan bunun olumsuz bir dizi sonuçları olabilir. Deneyin kendisine değil, şimdiki haline karşı çıkabiliriz. Bizim amacımız deneyin insanlık yararına kullanılmasını sağlamak olmalıdır. Bu da kapitalist bir dünyada mümkün değildir.

Deneylere şu an ara verilmiş durumda. Bu merkezde ortaya çıkan arızanın sanıldığından daha büyük olmasıyla beraber deney iki aylığına durduruldu. Aslında burada birden fazla deney yapılacak. Bunlardan ilki Büyük Hadron Çarpıştırıcısında proton demetlerinin çarpıştırılması olacaktı. İlk paket bu ay içeriye bırakıldı, ikinci paket ise önümüzdeki ay içeriye bırakılacak ve bunların zıt yönlerde hareket etmesi ile çarpışmaları sağlanacaktı. Fakat bir miktar helyum kaçağı yüzünden deney durduruldu ve sorunun mıknatıslardaki elektrik bağlantısındaki bir hata olduğu saptandı.

Şu ana kadar yapılanlara göz atacak olursak, deney ilk başladığında içeri bırakılan ilk proton demetinde protonların sayısı düşük tutuldu ve daha düşük bir hızda kısmi dönüşler yaptırıldı, ilerleyen zamanlarda ise tam dönüşler başladı.

Bu deneyler belki bütün Standart Modelin ölümüyle sonuçlanacak ya da onu kesinleştirecek belki de sadece bir takım bilgiler elde edilecek. Zaten bilim insanları da Standart Modelin nihai bir son olmadığı görüşünde birleşiyorlar, bilimde asla bir nihai son olamaz, bilginin sınırı yoktur. Bugüne kadar daha önceki nihai son ilanlarının hepsinin içi boş çıktı. Bunu göreceğiz ama şunu söylemek için kahin olmaya gerek yok: Çıkarılan sonuçlar insanlık yararına kullanılmayacak. Bilimin de özgürleşebilmesi için sınıfsız ve sınırsız bir dünyaya ihtiyaç var. Bilimin şu an insanlık yararına kullanılmaması ona düşman olmamız gerektiği anlamına gelmez. Onu insanlığın hizmetine sokmamız anlamına gerektiği gelir sadece. CERN Deneyleri hakkında yazıp çizen herkesin dediği gibi bu yüzyıl keşifler yüzyılı olabilir ama bunu başarabilmek için önce bilimi kapitalizmin elinden kurtarmak gerekiyor.



Notlar:
1) Aklın İsyanı- Alan Woods ve Ted Grant/ Tarih Bilinci Yayınları
2) Plazma Evren Modeli ile Bir Bang’in a priori ve a pasteriori Karşılaştırılmaları- Özgür akarsu ve Tuncay Doğan/ 2. Uluslararası Astronomi Öğrenci Toplantısı, 4 Eylül 2003, TUG, Antalya


Eren Atıcı



(sss-sosyalizm.org sitesinden kısaltılarak alınmıştır)

Hiç yorum yok: