25 Ağustos 2009 Salı

Ekim Devrimi ve Sosyalizm/III

Daha önceki yazılarda sosyalizmin bir dünya sistemi olduğunu, ulusal sosyalizm gibi bir şeyin de mümkün olmadığını -bunun da yaşanılan Stalinist diktatörlükler örnekleriyle yeterince kanıtlandığını- göstermeye çalıştım. Aslında bu iki yaklaşım, temelden farklı iki bakışa dayanıyor. Biri, kapitalizmin hiçbir şeklinde anlaşılmaması, bunun sonucunda da, kapitalizmin ürünü olan ulus-devletler üzerinde sosyalizmi kurmaya çalışmak biçimindeki 'milliyetçi komünizm' ütopyalarının ortaya çıkması: yani Stalinizm. Diğeri de, Marksizmin temel ilkelerine sahip çıkan dünya sosyalist devrimi mücadelesi veren 'Troçkizm' olarak da bilinen Marksist enternasyonalizm.

Bugün hala hem yurtsever olup hem de komünist olduklarını söyleyenlerin içinde bulundukları paradoks, yurtseverlikle komünist olmak arasında tercih yapamama değil, milliyetçiliklerine komünizm kılıfı giydirmelerinin mümkün olmamasıdır. Kapitalizm ve onun ürünü işçi sınıfı uluslararasıdır, kapitalizm ötesi sınıfsız toplum; sosyalizm de dünya çapında kurulabilir.

“Yabancılaşmanın "katlanılmaz" bir güç, yani insanın ona karşı devrim yaptığı bir güç haline gelmesi için, onun insanlığın büyük bir çoğunluğunu tamamen "mülkiyetten yoksun" hale, ve aynı zamanda, gerçekten mevcut olan bir zenginlik ve kültür dünyasıyla çelişkili hale getirmesi gereklidir, öyle şeyler ki, her ikisi de üretici güçlerin büyük ölçüde artmasını, yani üretici güçlerin gelişiminin yüksek bir evresini varsayarlar. Öte yandan üretici güçlerin bu gelişmesi (daha şimdiden insanların güncel ampirik yaşantısının, yerel düzeyde değil de dünya çapında tarihsel olarak cereyan etmesini içeren gelişmesi) kesinlikle vazgeçilemez, önce yerine gelmesi gereken bir pratik koşuldur, çünkü, bu koşul olmadan, kıtlık, genel bir durum alır, ve gereksinmeyle birlikte zorunlu olan için savaşım yeniden başlar ve gene kaçınılmaz olarak aynı eski çirkefin içine düşülür. Bu koşul gene aynı şekilde, insan cinsinin evrensel ilişkileri, ensonu, üretici güçlerin bu evrensel gelişmesi ile kurulabileceği için ve bir yandan bütün ülkelerde, aynı zaman içinde, "mülkiyetten yoksun" yığın olayını doğurduğu için (evrensel rekabet), sonra bu ülkelerden herbirini öteki ülkelerdeki altüst oluşlara bağımlı kıldığı için ve ensonu ampirik olarak evrensel olan, dünya çapında tarihsel insanları yerel bireylerin yerine koymuş olduğu için de sine qua non [olmazsa olmaz, zorunlu] bir pratik koşuldur. Bu koşul olmadığı takdirde: l° komünizm ancak yerel bir olgu olarak varolabilir; 2° karşılıklı ilişki güçleri (die Müchte des Verkehrs), evrensel, şu halde, katlanılmaz olan güçler olarak gelişemezler, yerel batıl inançlardan doğan "koşullar" olarak kalırlar: ve 3° karşılıklı ilişki yaygınlaştıkça yerel komünizm ortadan kalkar. [Komünizm, ampirik olarak, ancak egemen halkların "hep birden" ve eşzamanlı hareketi olarak olanaklıdır, bu da üretici gücün evrensel gelişmesini ve buna bağlı olan dünya ilişkilerini (Weltverkehr) varsayar.” (Alman İdeolojisi, Marx-Engels)

Bilimsel sosyalizm kuramının kurucuları Marx ve Engels'in -Hegelcilik'ten kurtulduktan sonra- ilk dönem yapıtlarından itibaren öne çıkan birkaç nokta var. Bunlar onların yüzlerini işçi sınıfına dönmelerinde ve onu tek devrimci sınıf ilan etmelerinde de belirleyici oldu. Modern işçi sınıfı, ne çok sömürüldüğü için, ne yoksulluktan sefil olduğu, açlık çektiği için ne de buna benzer sebepler yüzünden devrimci bir sınıftır. İşçi sınıfı, kapitalist üretim biçiminin ürünüdür, tüm toplumsal zenginliğin yaratıcısı bu sınıf mülksüzdür! Bu sınıfın özel mülkiyet üzerine kurulu sınıflı toplumdan hiçbir çıkarı yoktur.

Bu mülkiyetten bağımsızlık durumu, sınıfsız toplumun öncüsüdür; özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla başlayan sınıflı toplumlar tarihine son verecek maddi güç durumudur. Kapitalist üretim, ortaya çıkışından itibaren geniş kitleleri ve bugün gelinen noktada dünya nüfusunun çoğunluğunu mülkten yoksun bırakmış, işçileştirmiştir. Üretici güçlerin dünya çapında gelişmesi ve yeni bir sınıf olarak işçi sınıfının yoğunlaşması komünist toplumun önkoşuludur. İşte tam da bu yüzden Marx aşağıdaki satırları dile getirmiştir:

“Ama, genel olarak, serbest ticaret sisteminin yıkıcı olmasına karşın, günümüzün himayeci sistemi de tutucudur.
Serbest ticaret sistemi, eski ulusları parçalar ve proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı uç noktasına iter. Tek sözcükle, serbest ticaret sistemi toplumsal devrimi hızlandırır. İşte yalnızca bu devrimci anlamıyladır ki, baylar, ben serbest ticaretten yanayım.” (K.Marx, Felsefenin Sefelati, s.239)

Marx'ın serbest ticaretten yana olması, ama yalnızca yukarıdaki anlamıyla, yani komünist toplumun altyapısını hazırlaması ve sınıf mücadelesini keskinleştirmesi nedeniyle bundan yana olması eminiz birçok okuru şaşırtacaktır. Ayrıca Lenin'in, Narodniklere karşı Rusya'da kapitalizmin gelişmesinin devrimci olduğunu savunması da aynı etkiyi yapabilir. Marksistler üretici güçlerin gelişmesine karşı çıkmazlar, onun önüne engeller koyan kapitalist üretime ve onun ulus-devlet sistemine karşı çıkarlar. Üretici güçlerin gelişmesi önünde tüm engellerin; üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ulus-devletlerin ortadan kaldırılması, üretim araçlarının dünya çapında toplumsallaştırılması ve sınırların ortadan kaldırılmasını savunurlar. Bu komünizm yolundaki toplumsal devrimlerin ilk adımıdır.



Marksizm'de Sosyalizm
Marx ve Engels, sınıflı toplumlara son verecek gerçek harekete komünizm derlerken, komünizmin bugünden yarına kurulabileceğini iddia etmiyorlardı elbette. Kapitalizmden komünizme bir geçiş döneminin olduğunu, bunun da proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmadığını ilk dönem metinlerinden itibaren vurguladılar.

Marx genel olarak komünizm terimini kullanıyor, bunu da tüm dünyada sınıfsız, devletsiz özgür üreticiler toplumu olarak belirtiyordu. Onun söylediği 'komünizmin ilk aşaması', sonradan sosyalizm olarak isimlendirildi ve sanki komünizm ile sosyalizm farklı şeylermiş gibi ifade edildi. Bu 'devletli sosyalizm' görüşüne ideolojik zemin yaratma çabasından başka bir şey değildi, önce Alman sosyal-demokrasisinde ortaya çıkan bu eğilimi, sonradan Stalinizm sürdürdü. Oysa ilk yazıda da geçen su satırlarda da çok net görüldüğü gibi: “Marx'ın Proudhon'a karşı kitabında ve Komünist Parti Manifestosu'nda, sosyalist toplumsal düzenin başlamasıyla devletin kendiliğinden dağılıp yok olacağı açıkça söylenmiş olmasına karşın...” (Engels, Bebel'e Mektup) sosyalizm sınıfsız ve devletsiz bir toplumdur. Sosyalizmin, Marksizmde komünist toplumun ilk aşaması olarak ifade edilmesinin nedeni, onun tek ülkede kurulabileceğinden, devletli olacağından ya da toplumsal ürünün bölüşülmesinin derecesine göre değil, aksine üretici güçlerin gelişmişlik düzeyinin gözönünde tutulmuş olmasıdır.

Tüketim araçlarının dağıtımını önceleyen şey, üretici güçlerin gelişmişlik miktarıdır. Yani, sınıfların ortadan kalkması ve işçi devletlerinin sönümlenmesinin ardından, girilen yeni toplumda, halen daha geçmişin izleri olabilir, bu kır ile kent ve kafa ile kol emeği arasındaki ayrılığın izleridir. Üretici güçlerin gelişmesi, bu izleri yavaş yavaş silecek, toplumsal üretkenliğin artışıyla birlikte daha üst evrelere ilerlenilecektir.

Üretimin Küreselleşmesi ve Sosyalizm
Üretici güçlerin gelişmesi ile birlikte, üretim de toplumsallaşır. Giderek daha fazla insan mülksüzleşir, üretim giderek ulusal sınırların dışına taşar ve üretimin toplumsallaşması dünya çapında gerçekleşir olur. Bu süreç, 1970'lerden itibaren bilimsel-teknolojik devrimle başlayan üretimin küreselleşmesi sürecidir. İlk bakışta, bu olgunun önemi farkedilmeyebilir. Ancak incelendiğinde ve bu incelemeye Marx'ın ekonomi politiği eleştirisi klavuzluk ettiğinde karşı karşıya olunan olgu karşısında heyecanlanmamak mümkün olamaz.

Çünkü, bugün artık küreselleşme öncesinin aksine üretim dünya çapında yapılmaktadır. Yani, üretken sermaye kıtalar arası üretim yapmakta, işçi sınıfından gasp edilen artı-değer uluslararasılaşmaktadır. Bu bize şunları gösteriyor: kapitalist üretimin geldiği seviye ulusal sınırlar ve ulus-devlet engeline hapsedilememekte, üretimin dünya çapında toplumsallaşması ulus-devlet engeline çarpmaktadır; işçi sınıfı tarihte ilk kez dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturmaktadır; keynesçi ekonominin çöküşüyle birlikte, işçi sınıfının en basit bir mücadelesi dahi ulusal sınırlar içerisinde kaldığında yenilgiye mahkum kalmakta, bu da bir Enternasyonal gerekliliğini hiç olmadığı kadar yakıcı kılmaktadır. Hepsinden önemlisi, üretici güçler, dünya çapında (kar için değil) insan ihtiyaçları doğrultusunda demokratik ve planlı bir üretimi; komünizmi hayata geçirebilecek olgunluğa ulaşmıştır. Bugün artık tüm dünyada herkesin bir işe sahip olması ve bu işte bilgi yoğun teknolojilerin devasa etkisiyle, değil 10-12-14 saat çalışmak 3-4 saat çalışması yetecek durumdadır. Genetik teknolojinde ulaşılan seviye açlığın maddi temelini ortadan kaldırmaktadır. Bunların yanında kültürel gelişmenin de önünde büyük bir engel haline gelmiş olan kapitalist özel mülkiyet sistemi, içinden geçtiğimiz dünya ekonomik krizinin de nedenidir. Onun yalnızca kara dayalı yapısı, planlı üretime değil anarşik üretime dayanmakta, bu da aşırı-üretim krizlerine yol açmaktadır. Bugün milyonlarca insan açlık ve yoksulluktan kıvranırken devasa bir zenginlik burjuvazinin elinde satılarak kara dönüşmeyi beklemektedir. Aklı başında bir insanın kabul edemeyeceği bu saçmalık, yalnızca bununla sınırlı kalmamakta, üretimin küreselleşmesinin geldiği nokta emperyalistler arası yeni bir paylaşım savaşını dayatmaya başlamaktadır. Bugün düşük yoğunluklu sürdürülen savaşlar, ileride bir dünya savaşına yolaçabilecek potansiyeller taşımaktadır.

Tüm bu gerçeklikler, bizi küreselleşmeye karşı yine o eski güzel günlere, ulusal korumacılığa dönme çağrısına itemez elbette. Bunu yapanlar ancak küçük bujruva solcuları olabilir. Bugün üretimin geldiği seviye, 100 yıl öncesiyle karşılaştırılamaz, eğer karşılaştırma yapılırsa şunu söyleyebiliriz: Rus devrimi, eğer bir dünya devrimine yol açsaydı, o günkü koşullarda sosyalizme ulaşmak oldukça zor olacaktı, bu üretici güçlerin geldiği noktayla doğrudan alakalıdır. Bugün ise, şu açıkça söylenebilir: özgür üreticiler tarafından üretimin dünya çapında planlanması ve demokratik paylaşımı hiç olmadığı kadar mümkün, bu komünizmin altyapısından başka bir şey değildir. Elbette bunu gerçek kılacak güç dünya işçi sınıfıdır, dünya işçi sınıfının örgütlü ve merkezi bir güç kılacak olan şey de Marksist bir dünya partisinden başka bir şey değildir.


Bitti.


Prometheus
İstanbul-öğrenci

Hiç yorum yok: