Sabah saat 06.00 sularında saatim çalar ve sıcacık yatağımdan kalkıp, okula gitmek üzere hazırlanırım. “Kahretsin bu okul da nereden çıktı şimdi…”
Saat 07.00 sularında okuldayım. Hava buz gibi. Sınıfların ışıkları yanıyor. Öğrenciler yanan kaloriferlerin başına üşüşmüş ısınmaya çalışıyorlar. Bizim için adeta bir hapishane… Bahçenin etrafında demir parmaklıklar, kapıda görevliler, her tarafta kol gezen öğretmenler…
Saat 07.20 bütün öğrenciler okul bahçesinde “teftiş”e hazır! Sıra oluruz ve denetleneceğimiz, öğretmenlerden oluşan dar ve uzun koridordan geçmek için bekleriz. Sıramız gelir ve bütün gözler üzerimizde dolaşmaya başlar. Küpemize sataşan, eteğimize sataşan, saçımıza, saçımızın rengine sataşan, hırkamıza, ayakkabımıza, sakalımıza, tarzımıza “tek tip” üniformaların içinde bile sataşan (sataşmak için kusur bulan) öğretmenlerin sesleri yankılanır kulaklarımızda… “kızım! Sen şöyle kenara gel, ne bu kılığın! …”
Saat 07.30 ve ders başlar. Tek tek sayılırız, sayımız müdüre rapor edilir. Durumundan mutlu olmayan, hoşnutsuzluğunu öğrencilere yansıtmaktan çekinmeyen; o gün, o sınıfta olduğu için her gün içinden lanet ettiği yüzünden anlaşılan, sinirli, agresif, öğrenciye saygı göstermediği halde ondan saygı bekleyen, öğrencileri bir avuç aptallar sürüsü olarak gören, ay sonunu getiremeyen(malum memur maaşları), geleceğin işsizlerini yetiştiren öğretmenimiz derse başlar. “Evet çocuklar bu günkü konumuz (yalan) tarih”…
Bir sonraki ders, yukarıda betimlediğim gardiyanlardan bir başkası gelir sınıfa… Bir başka ders… “Arkadaşlar bu ders sizi düşünmekten bir adım daha uzaklaştıracağım… Bize verilen müfredat böyle, elimizden bir şey gelmez. Benim görevim müfredata uymak”…
Bir başkası ve bir başkası daha…