23 Temmuz 2009 Perşembe

Korku

Korkuyorum, hiçbir zaman doymak nedir bilmeyen insanoğlu her şeyi çalıyor. Açgözlülüğün önünde hiçbir kaygı yok. Herkes kendini kurtlar sofrasında buluveriyor birden. Yalandan atılan demokrasi nutuklarının ardına saklanıp yaptıkları her şeyi meşru gösterme çabası durumu iyice vahşileştiriyor. Biz demokratız, biz özgürlükçüyüz yalanları altında devir emek çalma devri, yoksulluk devri, aşağılanmışlık devri, ezilmişlik devri oluyor. Daha başarılı daha güçlü olma peşindeki şirketler ve patronları insanlara demokrasinin, özgürlüğün olduğundan bahsediyor 'ben bu günlere geldiysem demokrasi sayesindedir.' diyerek isterse herkesin kendisi gibi olabileceğinden bahsediyor. Ama bu şirketlerin insanlara fırsatlar sunmak için mi yoksa kendi gücünü arttırmak için mi işçi çalıştırdıkları çok önemli bir konu olmuyor.
Demokrasi yalanıyla insanların hayalleri hep canlı tutulmak isteniyor. Çünkü zaten elinde avuncunda hiçbir şeyi olmayan insanlar en azından hayalleriyle hayata tutunmak istiyorlar. Eğer hayaller de olmazsa karmaşa huzursuzluk ortamı oluşabilir. Bu sistemin de isteyeceği son şey karmaşa huzursuzluk ortamıdır. Bunun önüne geçmek için de herkesin eşit fırsatlara sahip olduğunu her fırsatta tekrarlamakta fayda var, zira insanlar bunu göremedikleri için kararsızlığa düşüp sorun oluşturmasın. Artık bu yargı toplumda kabul gördükten sonra umutlar tekrar canlandırılıp insanlar bu amaca ulaşmak için kendisi ulaşamasa bile çocuğunun ya da bir yakınının buna ulaşması için birbirini eziyor. Zaten ezmek zorunda yoksa bu çark dönmez. Yani artık her şey çok basit çalanın sebepleri çaldığı insanın sebepleriyle aynı yere çıkıyor, yanlış olan da huzursuzluk çıkarmak oluyor. Kısacası herkes daha başarılı olana kadar yaptığı her şey doğru gözüküyor.

Korkuyorum, dünyada herkes her an için bir şeyler yapmaya çalışırken yapılan şeyin bugüne, yarına, insanlığa hiçbir faydasını görememek beni son derece rahatsız ediyor. Herkes kendilerine biçtikleri rolü hiç de rahatsız olmadan gerçekleştirirken beni ve benim gibileri daha da çözümsüzlüğe itiyor. İnsanların birbirini sınıflandırma, sınırlandırma çabası, biz buyuz siz ise bizim gibi değilsiniz ve asla olamayacaksınız çabası, yani insanları birbirlerinden ayırt etme çabası amaçlara ulaşmak için (daha popülist eylemler daha geniş konularda yoğunlaşarak herkesin ilgisini çekebilmek için) en doğru yol gibi gözükse de amaç doğru olana gitmek değil bir şeyleri başarabilmek yani kendi tatminini gerçekleştirmek oluyor. Hak aramak, adil olmak ezilenin yanında olmak gibi kavramlar sadece kavram olarak kalıyor.

Karşısında olduğumuz bütün ideolojilerden solu ayıran şeylerden birisi insanlar arasında kalın duvarların olmamasıyken aslında herkes kendini birbirinden ayırıyor. Yani egolar yine galip geliyor. Zaten evde okulda, işte, ülkede, dünyada bu kadar ezilirken bir de aynı acıları paylaştığımız, aynı haksızlıklara kızdığımız insanlar tarafından dışlanmak bana bunun aslında kısır bir döngü olduğunu gösteriyor. Ama öyle değil, en azından insanların aşamayacakları, farkında olamayacakları bir durum değildir. Egolar ve hırslar tarafından dünyanın bu hale getirilmesine seyirci kalamayan insanların kendi bencilliklerinin mağduru olması ve bunun farkına varamaması çok zordur.

Bugünlerde benim gibi kendini hiçbir yere koyamayanların çokça olduğunu biliyorum. Aslında her şeyin merkezindeyken bile kendini boşlukta gören, yapmak istediklerinin yaptıklarıyla hiç örtüşmediğini gördüğü halde aynı şeyleri yapmaya devam eden birçok insan var. Bizim gibilerin çaresizliği ve korkuları, asla sona ermeyecek korkulardır. Çünkü her ne kadar hırsların anlamsızlığını fark eden insanlar olsa da, kendilerini kahraman olarak görme sevdasından hiçbir zaman vazgeçemeyecek insanlar olacaktır. Bu insanlar hatalarını gördüklerinde yani bu kısır döngünün onları hiçbir sonuca ulaştırmayacağını gördüklerinde yani kalıplarla kalıplandırmaya çalıştıkları insanlara eşitlikten, hoşgörüden bahsedenlerin iki yüzlülüklerini gördüklerinde, yani hırslarla temiz duyguları birbirine karıştırmamayı öğrendiklerinde, bu korkular da azalacaktır.

Mahkemede suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, aşağılayan, ihmal eden, aldırmayan, unutan, başkasının yaşama hakkına saygı duymayan ve kendinden memnun olabilmek için her davranışı meşru sayan onlar, yani her zavallıdan daima bir kademe, bir rütbe, bir sınıf yukarıda olanlar, yani hem ezip hem ezdiklerini kabul etmeyenler, yani bir mertebe aşağıdayken ezilen, bir derece terfi edince ezenler, her savaşta kazananı tutanlar ve onlarla birlikte kimseye zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler ve onlarla birlikte her zaman ve her yerde, her sınıftan ve her ideolojiden ve her düşünceden insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendine ayıranlar ve ayırır ayırmaz da insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler ve böylelerine her zaman haklı çıkarıcı bahaneler, yasalar, kurallar, sınıflamalar bulup çıkaranlar yani her zaman insanı insandan ayıranlar ve onları birbirine düşman edenler ve onlara körü körüne uyan kalabalıklar ve gerçeği boğanlar ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık, dostluk sevgiye uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar, yani elsiz, gözsüz, akılsız, kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar yani onlar, onlar, onlar, onlar… karşımıza oturacaklar.

Ve biz onlara diyeceğiz ki:

Hesaplaşma günü geldi. Şimdiye kadar yalnızca din kitaplarında yargılandınız. Biz fakirler zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz. Ve çıkarlarınıza baktınız. Hatta gene sizlerden sizin gibilerden büyük düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuşturmak için yazıldıklarını ileri sürdü. Bizse alkışladık. Yani uyuttular alkışladık, uyandırıldık alkışladık. Her ne kadar bugün siz suçlu biz yargıç sandalyesinde oturuyorsak da gene acınacak durumda olan bizleriz. Arada bir bize benzeyen biri çıkıyor ve artık yeter diyordu. Onunla birlikte bağırıyorduk: artık yeter! Bazen kazanıyorduk bazen kaybediyorduk ve sonunda her zaman kaybediyorduk. Onlar da sizler gibi onlardı. Düzeni çok iyi kurmuştunuz. Hep bizim adımıza bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. Kimse bizim tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. Gerçi bazı adamlar çıktı bizi anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil. Sizlere ne kadar minnettardık. Buna karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık, kıtlık yıllarında sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara gitmesi için vazgeçilmez olduğunuzdan durumu kurtarmak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu zaman bu düzenin yerleşmesi için eski düzene bağlı kütleler olarak biz tasfiye edildik (sizler yeni düzenin kurulması için gerekliydiniz, bizse bir şey bilmiyorduk), savaşlarda bizim öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki bu konuyu daha fazla istismar etmek istemiyoruz; bir okula bir işe müracaat edildiği zaman fazla yer yoksa onlar kazansın onlar adam olsun diye biz açıkta kaldık; yani özetle herkes bir şey yapabilsin diye biz, bir şey yapmamak suretiyle hep sizler için bir şeyler yapmaya çalıştık. Bütün bunlar olurken birtakım adamlar da anlayamadığımız davalar uğruna anlayamadığımız sebeplerle ölüp gittiler. Böylece bu güne kadar iyi (siz) kötü (biz) geldik. Bizi sizleri yargılamak gibi zor bir görev ilk defa verildi, heyecanımızı mazur görün.

Aramızda hukukçu olmadığından söz fazla uzatılmadı, sanıkların kendilerini savunmalarına izin verilmedi. Gereği düşünüldü. Sanıkların ellerinden başarılarının alınmasına oy birliğiyle karar verildi.




İms

Hiç yorum yok: