20 Temmuz 2009 Pazartesi

Nazım Hikmet Ran

Ne yazık, bu ülkenin insanları için, halkının yanında olmak için hayatını ortaya koymuş olan aydınların hala vatan haini olarak görülmesi. Ne büyük bir çelişkidir ülkesinin her santimetresini kendinden bir parça olarak gören bir insana vatanını satan damgasının yapıştırılması. Aslında bu damgayı yemeyi hakeden en son kişiydi belkide Nazım Hikmet. Çünkü o halkına sırtını dönmüş aydınlardan değildi. Çünkü bu topraklarda yaşamak bu topraklarda ölmek istiyordu. Hatta bir gün sürgünü sırasında uçakla Anadolu'nun üzerinden geçerken şöyle demiştir;''keşke şu anda bu uçak düşse de kendi topraklarımda ölsem.''Böylesine büyük bir dehanın daha yapacak onca şeyi varken herşeyi bir kenara bırakıp o anda ölmek istemesi anlaşılması zor bir duygu. Her zaman yeniliğe ve değişime açık bir insandı.
Kendini, şiirlerini, şiir geleneğimizi ve birçok insanın dünya görüşünü değiştirdi. Değişmeyen tek yanı vardı o da gelecek güzel günlere olan inancı ve halkına bağlılığıydı.
20. yy'ın en büyük şairlerinden biri olan Nazım Hikmet gençlik yıllarından itibaren çevresine hep duyarlıydı. Fikirleri değişse de özünde hep toplumcu anlayışı güdtü. İstanbul'un işgal altında olduğu dönemde yazdığı şiirler halkı işgale karşı ayaklanmaya çağırıyordu. Öğretmenlik görevi nedeniyle Bolu'ya atanan Nazım Himet ve Vala Nurettin, burada çevre tarafından benimsenmediler. Camiye gitmeyen bu genç öğretmeler, bir yargıç olan Ziya Hilmi tarafından himaye edildi. Üzerlerindeki baskıdan rahatsız olan Nazım ve Vala, övgüyle Sovyetler Birliğini anlatan Ziya Hilmi'den etkilenip Moskova'ya gittiler. Daha sonra burada zamanla Rusça öğrenmeye başlayan Nazım Hikmet, devrimci Sovyet şairlerin yazılarını okudu. Ardından Vala Nurettin ile birlikte Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesine kaydolarak burada iktisat ve siyasal bilgiler öğrenimini yaptı.
1925 yılında İstiklal mahkemeleri tarafından 15 yıl hapis istemiyle başlayan süreçten sonra Nazım Hikmet defalarca kez suçlu bulunup tutuklandı ve defalarca kez beraat etti. 1936 yılında yine tutuklanarak yargılandı ve 1937'de beraat etti. Bu olaydan sonra evine gelen resmi elbiseli Harp Okulu öğrencisini görünce bir provakasyonla karşı karşıya olduğunu düşünüp onu kovdu. Bu olaydan sonra Harp Okulu Askeri Mahkemesinde yargılanmak üzere Ankara'ya göderildi.1928 yılında Nazım Hikmet tam 28 yıl 4 ayhapis cezasına çarptırıldı. Suçu orduyu isyana teşvik etmekti. Zaten düşünce özgürlüğü olmayan bir ülkede yaşama özgürlüğünü de elinden aldılar. Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı.1949 'da suçsuzluğu konusunda başlatılan kampanyalar Türkiye'de ve yurt dışında büyük yankılar uyandırdı. Çok üzgündü, haketmiyorum diyordu.1950'de çıkarılan genel af yasasıyla özgürlüğe kavuştu. hapisten çıktıktan sonra askere çağırıldı. Bunun kendisine yaşama hakkı tanınmayacağı anlamına geldiği sonucunu çıkaran Nazım Hikmet çok sevdiği ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Sovyetler Birliğine gitti. Havaalanından çıkıp taksiye bindi, şöför '' nereye patron? ''diye sordu. Nazım Himet sinirlendi '' Burası emekçilerin ülkesi değil mi? Patron da nereden çıktı.'' dedi.1951'de T.C. yurttaşlığından çıkarıldı. Sovyetler Birliğinde de gerçekleri söylemesi yüzünden baskı gördü. Son yıllarında Türkiye'de olduğu gibi Sovyetler Birliğinde de oyunları yasaklandı.1963 'te Moskovada öldü. Son nefesine kadar bürokrasiye ve dikdatörlüğe mualif oldu. Tek isteği vardı, kendi ülkesinde gömülmek. İzin verilmedi. Çok uzun süre yasaklanan şiirleri 1965'ten sonra yeniden yayımlanmaya başlandı ve birçok dile çevrildi.
Nazım Hikmet özgürlükçüydü, barışçıydı, hümanistti '' ben insanların içindeyim, seviyorum insanları.'' derdi; ama kuşkusuz en önemli özelliği ileri görüşlülüğü ve yenilikçi olmasıydı. Vala Nurettin, Nazım Hikmet'in biyografisi olan ''Bu dünyadan Nazım geçti'' adlı kitabında da Nazım Hikmet'in bu özelliğinden bahsetmiş. Onun için '' Kendisinin yeniye karşı bitmez tükenmez bir ilgisi vardır. Anıların çoğunu hatırlamaz, hatırlamak da istemez. Trende yolculuk yaparken manzarayı izlemek yerine kafasını cama yaslar ve hep ileriyi görmeye çalışırdı.''demiş. Yine onunla ilgili başkabir anı da soyadıyla ilgili. Soyadı kanunu çıktığında Nazım Hikmet devlet dairesine gider ve herkesin derin derin soyadı bulma arayışı içinde olduğunu görür, o da kendine bir soyad almak için sıraya girer. Sıra kendine geldiğinde memur karar verdiği soyadını sorar, o da daha önce hiç bunu düşünmemişitir. Sıradakilerin söylendikleri kulağına ilişir '' İlkkan, Türkkan, Yurtkan, Savaşkan'' bir anda '' Ran'' deyiverir. Memur analmını sorduğunda '' hiç bir şey'' der. Mahkemede kendisine kimsin diye sorduklarında da tıpkı soyadı gibi basit bir cevap vermiştir; ''Ben Komünist şair Nazım Himet Ran.''
Dünyanın en büyük şairlerinden biri olan Nazım Hikmet 61 yıllık hayatının 15 yılını hapiste, son 12 yılını ise ülkesinden uzakta geçirmek zorunda kalmıştır. Serbest nazım tekniğini Türkiye'de ilkkez kullanan şairdir. Şiirleri dünyada otuzdan fazla dile çevrilmiştir ve sanatın her alanıyla ilgilenmiştir. Türkiye'de ise yasaklar ve devlet baskısıyla yaşayamaz hale gelmiştir. Türkçeyi en güzel kullanan şairlerden biriyken, kitapları dünyanın her yerinde okunurken Türkiye'de kendi diliyle okutulmamıştır. Nazım Hikmet'ten 45 yıl sonra bugün aslında değişen hiç birşeyin olmadığını görüyoruz. Ülkemizde hala aydınlar öldürülüyor hala yazarlar ve şairler için bu topraklar yaşanmaz hale getiriliyor. Sonucu ne olursa olsun, özgür ve demokratik bir toplum için, sanatın ve sanatçının korunması için yapılması gereken özgür düşünce ortamının geliştirilmesi ve devlet destekli adaletsizliğin önüne geçilmesi gerekir.


Aydın-lık

Hiç yorum yok: