11 Temmuz 2009 Cumartesi

Vicdan Rahatlatmanın İkiyüzlülüğü Üzerine

99 depremi... 'Biz yaştakiler'in hatırlayabildiği büyük acılardan biri. Elbette zaman, acının merhemidir çoğu kez ve o acı da büyük ölçüde unutuldu, hiç değilse çoğunluk tarafından. Peki, bu acı yalnızca bizim acımız mıydı? Ya da bir anlık öyleyse bile hep öyle kalabilir miydi?

Bunun böyle olmadığını, Amerika'daki kasırga felaketinde, Asya'da tsunami felaketinde, bugünse, Myanmar'da (Burma) kasırga, Çin'de deprem felaketinde binlerin cesedi tekrar gösterdi bize. Kanlı bir kanıt oldu, ama kanıtlar her zaman sıradan olmazlar.


Şimdi de gözyaşları dökülüyor, duyarlı insanlarımız yalnızca kendi acılarında değil, hiç tanımadığı insanların acılarına da ortak olabildikleri için vicdanlarını rahatlatıyorlar. Ne yapabiliriz ki, diyorlar. Devletimiz, örneğin Çin'e 2 milyon dolar yardım yapmış son felaket için, bizim yerimize yapmıştır. Burma'da ise, kahrolası cunta yardımları kabul etmiyor.

Türkiye'ye de 99 depreminde “uluslararası yardımlar” gelmişti. “Yardım edelim gerisi sorun değil, en azından yaralıları kurtaralım”. Son felaketlerde Burma ve Çin'de 200 binin üzerinde insan ölmüş, varsın ölsün. Neden öldüler? Doğal afet! Ha bir de bunlar Müslüman da değildi, Allah'ın gazabına da uğramış olabilirler!

Doğal afet mi, tanrının gazabı mı? İkinci seçeneği hiç dikkate almadan, ilkine bakalım. Evet olan şey bir doğal afet, ölü sayısı yüz binler. Bu söylediklerimiz ise sonuç yalnızca. Peki neden ne?

Bazı solcuların hala “sosyalist” bir ülke olduğunu iddia edegeldikleri Çin'deki kapitalist diktatörlüğün doğal sonucu desek. Aynı Türkiye'deki (ki bu ülke de bir kapitalist diktatörlüktür) 99 depremi gibi, inşaatta malzemeden çalınmış. E bu da büyük vurgun demek! Vay Allahsız deyip beddua etmek ne kolay, vicdanınız rahatlar. Nedense, Çin'deki ve Türkiye'deki vurguncular aynı dine bile inanmıyorlar, para dışında...

Çin'in desteğiyle ayakta duran Burma'daki askeri cunta, 45 yıldır halkı inletiyor. Tabii uluslararası çevrelerin buna pek bir dedikleri yok, yani halkı daha doğrusu işçi sınıfını inletmeye, yeter ki kapitalizme zarar gelmesin!

Son yıllarda yaşanılan tüm felaketlerde, dünyanın neresinde olursa olsun, asıl darbeyi yiyen emekçiler oldu. Maaşlarının yarısını kiraya yatıran işçilerin kaldıkları evler sallanmadan yıkılmaya müsait. Yanılmıyorsam birkaç yıl önce Konya'da böyle bir olay olmuştu.

Kapitalistlerin yaptırdığı evler, insanların sağlıklı ve rahat bir biçimde yaşamaları için değil, kar amacıyla yapıldıkları için, ne depreme ne de sele dayanamıyor, kumdan kaleler gibi yıkılıyor. Bu yıkımın altından çıkan cesetler timsah gözyaşlarıyla ıslanıyor!

İnsanlarımız kandan, silahtan korkuyor, çocuklarını üniversiteye gönderirken uyarıyorlar; “sakın ‘sağ-sol’ olaylarına girme, seni kandırırlar”. Bir anne ya da baba, çocuğunun kendi bilinciyle bir noktaya ulaşabilme ihtimalini bile baştan dışlıyor. “Kandırırlar!” “Kan döktürürler, silah verirler”... Hep aynı hikayeleri dinlemişizdir, sonra bakınca, silah kimde, kanı kim döküyor? Şöyle bir araştırınca 180'in üzerinde merkezi ve silahlı olarak örgütlenmiş yapılar çıkar karşınıza tüm dünyada, bunlar her zaman kan dökmeye hazırdırlar, içerde sınıf düşmanları işçilere, dışarıda sınıf kardeşi olsa da çatışmaya girdiği bir başka devlete karşı. 180'in üzerinde devlet, kapitalistlerin örgütleri yani.

Kan dökmek için silah da gerekmez çoğu zaman, bir doğal felaket temizler ortalığı baldırı çıplaklardan. Sanki kapitalizmin kar hırsı nedeniyle yoksulluğa mahkum ettiği milyonların yıkılmaya hazır evlerde yaşamaktan başka şansları varmış gibi...

Peki, hiç düşündünüz mü, bu uluslararası yardımlar niye yapılır? Kapitalistlerin insan sevgisi mi canlanır dersiniz birden? Yok canım, bu adamlar değil mi savaşlarda milyonları ölüme gönderen? Neden yahu o halde? Cevap basit değil mi aslında, geçtiğimiz haftalarda dünyanın bir çok ülkesinde açlık orduları, emekçi kitleler ayaklanmıştı hatırlarsınız belki. Kapitalistler hiç zaman kaybetmeden o devletlere gıda ve para yardımında bulundular. Maazallah işçiler kapitalizmi yıkarlarsa ne olur? Neyse ki böylesine korku rüyaları görmedi patronlar, “ucuz atlattılar”.

Bu son felaketlerde de yapılan yardımların anlamı “kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların” ailelerini de yitirdiklerinde oluşturacakları tehlike potansiyelini önlemektir, bu yardımlar, bir nevi sırtını sıvazlama. Bu, biraz önce dövüp sonra seven babaya benzer; çocuklarının birleşmesi durumunda kendisini alt edebileceğini anladığında yumuşamak zorunda kalan.

Hayır tüm suçu kapitalistlere yıkmıyorum! Sizin de payınız var diyorum, milyonlara. Masum gözlerle bakmayın bana, ben ne yaptım ki demeyin? Hiçbir şey yapmamak, yapılanlara seyirci kalmak, dolaylı olarak yapılanları onaylamaktan başka nedir ki?

Kendi vicdanınızı rahatlatmaya çalışmayın, o evleri ben yapmadım, o insanları yoksulluğa ben mahkum etmedim demeyin. Evet onlar yaptılar, siz izlediniz. Siz böyle eğitildiniz, siz “kendinizi kurtarma” hayat felsefesi ile yetiştirildiniz, bu doğrudan bencil yaklaşımın acısını bazen hissettiniz belki, ama siz ne yapabilirdiniz ki, herkes böyleydi. Yine vicdanınızı rahatlatmayı başardınız böylece. Bazen dine sarıldınız, size kardeşlik vaaz eden, ama nedense onu inşa etmek bir yana kendi içinde bile yaşatamayan dine...

Dünyanın bir ucundaki kelebeğin kanat çırpmasının burada bir etkisi var. Her şey birbirine bağlı yani. Temiz kalmak mı? Kapitalizmde temiz kalmak mümkün değil ne yazık ki, yeni doğan bebeğin temizliğini aramayın kimsede. Ancak, kirlendiğinin farkına varmak, “yeni dünya”ya giden yolda sadece bir ilk adım olabilir. İkinci adımsa, bugün varolan teknik ve teknolojiyle depremi önlemek değil belki, ama depremin altından çıkan, topraktan fışkıran ceset yığınları yerine, “doğal afet”lerden yıkılmayacak evlerin (ki bugün bu oldukça kısa bir sürede yapılabilir), sağlıklı insanların sağlıklı evlerinin olacağı sosyalist bir dünya için mücadeleden başka bir şey değil.





Prometheus

Hiç yorum yok: