10 Temmuz 2009 Cuma

Sevgiliye Mektup

Değerli Fulya,

Aslına bakılırsa bu topraklarda mektuplara ‘’değerli, sevgili vs…’’ diye başlanmaz. Bu topraklarda yani Anadolu’da mektupların başında ki sesleniş genelde şöyledir; ‘’benim canım anam, kara gözlüm, al yazmalım, canımdan çok sevdiğim biraderim vs…’’


Anadolu’da kullanılan bu içli seslenişler hem samimiyeti hem sevgiyi hem de özlemi belirtir. Bizim yani bu yeni neslin mektuplarda kullandığı seslenişler Anadolu’ya karşı biraz Avrupai duruyor ve bunun yanında İngilizce den tırtıklama gibi… Örneğin; ‘’dear vs…’’

Tercih edilen Avrupai sesleniş -belki de çok içten gelmiş- bu mektuplara resmiyet katıyor. Resmiyet bazen samimiyeti öldürebiliyor.

Şimdi düşündüm de ‘’acep değerli desem ne olacak, demesem ne olacak…’’ dedim kendi kendime… sanki kırk yıllık sevgili midir ki ‘’kara kaşlım kara gözlüm’’ diyeyim yada karşımda ki Anam mı ki ‘’ellerini öpmeye doyamadığım anam’’ diyeyim? Hürrem Sultan mıdır gerçekte Fulya ki? ben ona ‘’ eteklerine kapanmaktan belime ağrılar girdi, bu sakat bel ile bir işaretine İstanbul’u tekrar fethedelim’’ diyeyim. Bak işte ayan beyan Anadolu’nun aşk-ı samimiyeti ile dalga geçer oldum. Demek ki en iyisi Avrupai seslenişmiş. Öğrenmiş olduk. Avrupa marka araba, Avrupa malı kılık kıyafet, mektupların neyi eksik… kenarı yakılmış mektupta gelmez zaten e-posta ile, bunun yanında ‘’ah bu mektup Suriyelerden doğu cephesinden Ali Baran’ımın ellerinden ta İstanbullara kadar gelmiştir’’ diyemeyiz. Hem Suriye’de Ali Baran yok hem Suriye’de savaş yok hem de savaşlarda artık aşklar ve sevdalar dan önce can derdi geliyor. Ne de olsa ‘’bana kız mı yok’’ değil mi?

Uydursam, uydursam ancak bu kadar uydurabilirdim ve ancak bu kadar dalga geçe bilirdim kendi kendimle, çünkü tarihte bir kişi bir hatayı bir kere yapınca dram iki kere yapınca trajedi olurmuş. Benim şahsımın yaptığı da kendi kendisini trajikomiklik ile niteleyip eleştirmek oluyor. Trajediyi kendime pek yakıştıramıyorum çünkü. Alay eden bir yapıya sahibim, alay etmek için ise büyük bir güven lazım. İlk kendine güven sonra da insana güven. Hem kendime hem de insana güvenen biri olduğum içinde kendi kendim ile bile alay edebilirim. Çok etmişimdir alay yaptıklarımla, yapmadıklarımla, yapamadıklarımla, düşündüklerimle… en iyisi de bu. Yoksa tarih babamızın trajedi yaşayanlar listesine giriveririz maazallah bu sefer bizi bir Allah’ın kulu kurtaramaz. Yandık gitti.

E şimdi düşün lütfen… peşinden bir sene koşmuşum, seninle fırsatını yakalayıp konuşmak için saatlerce hiç olmadık yerlerde pusuya yatmışım, ismini-cismini, şunu bunu öğrenmek için bin dereden su getirmişim. Bu kadar emekten ve stresten sonra ‘’vah ki halime’’ bir siyah arabanın arkasından üzüledurmuşum. Sonra sabır taşmış yapa, yapa da bir kuru mesaj atmışım internet ağından. Sonra ne mi olmuş? Ne olacak yahu muhteremsiniz vesselam bir kuru özür ile iki kere bu kahır sahibi Suriye doğu cephesinden olmasa da İstanbul’dan ‘’hayat cephesinden’’ bu adama özür dileyerek ‘’yolun açık olsun’’ demişsiniz. Dedim ya muhteremsiniz vesselam. Yani bu ahval ile alay edilmezde neyle edilir değil mi? Hale bak yahu…

Alay edilse bile şimdi, geçmişte bir dramdır bu. Dramlardan zarar gelmez. Zarar trajediden gelir. İşte bende trajedinin kaynağını sorguladım ve yukarıda da belirttiğim üzere tekrarlardan kaçınayım dedim.

Bilmem anlatabildim mi?

Şaka, maka pek Avrupai bir mektup oldu bu yazı. Sen bu yazıyı okurken bende saçımı sarıya boyuyor olacağım. Finli biri gibi… damarlarımda ki asil Türk kanı ile olmadı, bari sarı kafalı Finli diye kakalayayım kendimi.

Tarih söylendiği üzere tekerrür etmez de bazen ‘’bu adamın hakkı yendi’’ diyip bir kere daha gözden geçirir kendini… yani tarih babanın vicdanına kaldık desene…

Belki başka bir yerde başka bir zaman diliminde tekrardan sevinç, mutluluk, huzur, sağlık, gurur, onur ve mümkünse bol para ile görüşmek dileği ile…


Ali Düşünmez

Hiç yorum yok: