18 Eylül 2009 Cuma

TRT Şeş'den Kürt Konferansına

(Bu yazı kaleme alındığında henüz Konferans Türkiye'nin baskısıyla ertelenmemişti. Buna rağmen, Konferansın gerçekleşme tarihi haricinde yazının büyük ölçüde geçerliliğini koruduğunu düşündüğümüz için yayınlıyoruz.)

AKP hükümeti, küreselleşme politikalarına büyük engel teşkil eden Ergenokon örgütüne karşı başlattığı operasyonlardan sonra, Kürt sorununun da “çözümü”ne yönelik “demokratik açılım”lar yaptı. “Demokratik açılım”ların başında, 1 Ocak 2009'da devlet televizyonunda yayın hayatına başlayan Kürtçe Kanal TRT Şeş geliyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, TRT Şeş'in yayın hayatına başlamasını “TRT Şeş bi xer be (TRT Şeş Hayırlı olsun)” diyerek Kürtçe sözlerle kutlamıştı- ve bu sözler ilk defa bir devlet adamının ağzından çıkan Kürtçe sözlerdi, öte yandan ilk defa Kürtçe sözler burjuva basına manşet olarak taşınmıştı. Kürt sorunun çözümünde TRT Şeş'in yanı sıra, YÖK'ün önümüzdeki yıllarda üniversitelerde Kürdoloji enstitüsü ve Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılmasına yönelik hazırlıkların başladığı “müjdesi”ni vermişti. Hükümetin “Kürt açılımı”, yıllarca baskı altında tutulan Kürt kimliğinin, dilinin ve kültürünün tanınması konusunda atılan önemli bir adımdır. Ayrıca, devletin inkar ve imhaya dayalı Kürt politikasındaki önemli değişim sinyalleridir.


Şunu baştan belirtmekte yarar var: AKP hükümetinin Kürt sorunu “çözüm”üne yönelik attığı adımlar devletin onayıyla atılmıştır. Devletin ordu kanadından sert tepki gelmemesi bunu teyit etmekte- ve dahası, yeşil ışık yaktığını göstermektedir. Bu, muhalefet cephesi için de geçerlidir. DTP, AKP hükümetinin yerel seçimler öncesinde attığı bu adımları ve devlet politikasındaki değişiklik sinyallerini ciddiyetsiz ve samimiyetsiz olarak bulsa da eleştirel destek vermeyi de ihmal etmedi. Muhalefet partilerinden CHP ve MHP ise, atılan adımlara ilişkin olumsuz görüş bildirdiler ancak onlar da dünya konjektürüne uyum sağlamak amacıyla bu görüşlerini daha ileriye taşımadılar. Çünkü, küreselleşme süreci ve buna doğrudan katılan Türkiye burjuvazisinin günümüzdeki çıkarları bunu gerektirmekte, yani; gümrük duvarlarının yükseldiği ve korumacı politikaların egemen olduğu ulus-devletlerin geride kalmasıyla, yıllardır eski günlerin hayalini kuran ulusalcı/milliyetçi partiler statükocu politikalardan vazgeçmek zorunda kaldılar ve onlar da eğer var olabilmek istiyorlarsa küresel sermayeye bu topraklarda “ben de varım” demek zorundadırlar.

Tüm bu yaşananların öncesinde ve sonrasında Türkiye ile Irak arasında hiç olmadığı kadar yoğun bir diplomasi trafiği yaşandı. Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikada uzman üst düzey diplomat görevlileri, uzun süre Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimi yetkilileri ile kapalı kapılar ardında görüşmelerde bulundu. Görüşmelerde ekonomik yatırımlar ve sosyal-kültürel açılımlar gibi bir dizi konuda anlaşma sağlandı. Bunlardan önemlisi, görüşmeler genel olarak PKK'nin tasfiye edilmesine yönelik yeni stratejiler geliştirme yönünde konular daha ağırlık basıyordu. Önceleri Türkiye'nin PKK'ye yönelik operasyonları ABD ile askeri ve istihbarat ilişkileri çerçevesinde yapılıyordu. Şimdi artık Türkiye, Irak ve ABD arasında PKK ile mücadele kapsamında üçlü bir komisyon kurularak, her üç ülkeyi ortak paydada toplayan ekonomik çıkarlar dolayısıyla el birliğiyle PKK'nin tasfiye edilmesi gerektiği anlaşmasına varıldı. Bu kararlarının yazıldığı anlaşma metinlerine, DTP'ye göre “Kürtlerin önderi” olan Talabani ve Barzani gönül rahatlığıyla imzalarını atmıştır. Zaten, Talabani ve Barzani tarafından verilen demeçler de açıkça PKK'yi tasfiye doğrultusunda anlamlar taşımaktadır. Daha öncesinde hatırlanacağı gibi Türkiye'ye bir kedi bile vermeyeceklerini belirten “önderler”, bugün en önemli ortağının Türkiye burjuvazisi olduğunu kavramış durumda, ve bu da buna uygun politikalar izlemelerini getiriyor.

Tam bu arada, 15-16 Şubat'ta Abant Platformu'nun Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Erbil şehrinde düzenlediği 'Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' konferansı gerçekleşti. Konferansa, Türkiye'den 100 kadar gazeteci, siyasetçi, akademisyen, aydın ve 'güneydoğulu iş adamları' katıldı. Konferansın açılışını Kürt Bölgesel Yönetimi lideri Neçirvan Barzani yaptı. İki gün süren konferansın ardından, Türkiye ile Irak arasında siyasi, ekonomik ve kültürel köprülerin oluşturulması yönünde sonuç bildirgesi yayınlandı. Konferansın düzenlenmesinde Gülen hareketinin aktif rol aldığı biliniyor. Zaten bir süredir, Gülen hareketi Kürt coğrafyasında at koşturuyor. Gülen hareketine yakınlığıyla bilinen kimi Kürt burjuva kesimlerinin ve yeşil sermayenin hem konferansa katılması hem de Kürt coğrafyasında aktif olması nedeniyle, DTP, sert tepki göstermişti.

Ortadoğu ve özelinde Kürt coğrafyasında sermayenin farklı fraksiyonları arasındaki çatışma, KYB (Kürdistan Yurtsever Birliği) lideri ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin Nisan ayı sonunda Erbil'de (Hewler) plandığı Kürt konferansı ile alevlenmeye başladı. Kürt konferansına Avrupa'da, Türkiye'de ve Ortadoğu'da var olan Kürt parti ve örgütlerin katılması bekleniyor. Konferansın ana temasını, Kürt sorunun çözümü, PKK'nin silahsızlandırılması ve tasfiyesi oluşturuyor.

Konferansın gerçekleşmesine bir ay kadar zaman bir zaman kala, gerek Türkiye Cumhuriyeti devlet yetkilileri tarafından gerekse Irak devlet yetkilileri tarafından birbiri ardına demeçler verildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, İran'a uçtuğu sırada “çok iyi şeyler olucak” sözleri ve ardından Celal Talabani'nin Dünya Su Forumu nedeniyle Türkiye'ye gelmesindeki konuşmaları, önümüzdeki süreçte neler olacağını gayet iyi bir şekilde özetlemekteydi. Bir hafta sonra, 33 yıl aradan sonra Bağdat'a giden ilk Türk Cumhurbaşkanı Gül, Talabani ve Barzani ile önemli temaslarda bulundu. Temasların ardından her üç lider, PKK'nin tasfiye edilmesine ilişkin ortak açıklamalarda bulundu[1]

DTP, Türkiye ve Irak'da hem Talabani hem de Barzani ile görüşmüştü. Görüşmede neler konuştuğunu bilmiyoruz ama DTP'nin Kürt Konferansına katılacağını biliyoruz. DTP, yıllardır hasretle beklediği böyle bir zemin arıyordu ve bugün bu zemini fırsat penceresi olarak görüyor. ABD, Türkiye ve Irak'ın odağındaki PKK'nin Kürt konferansına katılacağı henüz netlik kazanmadı. Ancak konferansı önemsediğini belirten Türkiye'nin buna cepheden karşı çıktığını ve bu durumda PKK'nin katılma olasılığının da çok aza indiğini söyleyebiliriz. Fırat Haber Ajansının haberine göre, PKK, kendisine karşı girişilen tasfiye hareketini bir oyunun parçası olarak görüyor ve ABD, Türkiye ve Irak'a göndermeler yaparak sert açıklamalarda bulunuyor.[2] Aynı zamanda şunu belirttiğini de unutmamak gerek: tasfiye değil, anlaşma. Yani PKK silah bırakmaya hazır, ancak bunun bir tasfiye operasyonuna dönüştürülmesine karşı. Kendi taleplerinin de kabul edileceği ortak bir zemin bulma çabasını ifade ediyor. Ancak bu durumda avantajlı tarafın Türkiye olduğu ortada, çünkü bugün yalnızca “Kürt önderleri”ni değil, ABD'yi de arkasına almış bir durumda. Çünkü PKK artık bölgede sermaye için aşılması gereken bir engel.

Marksistler, gelişen ve gelişmekte olan olayları tarihsel maddeci yöntemle kavrarlar. Bu durumda, bütün bu gelişmelerin maddi temelinde küresel sermayenin ve dolayısıyla Türkiye büyük sermayesinin çıkarlarının yattığını görmek çok zor değildir. Amaç, siyasal bir sorun olan Kürt sorununu Kürt emekçileri lehine çözmek değildir elbette. Belirttiğimiz gibi “çözüm” burjuva sınıfının çıkarları gereğidir. Yani; AKP hükümeti, Kürt illerinde Günedoğu Anadolu Projesi'ni yeniden yaşama geçirerek küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda ekonomik yatırımların alt-yapısını hazırlamıştı. Bu projenin yanında, Avrupa ülkeleri, Ortadoğu bölgesinde zengin olan petrol, doğal gaz, su ve enerjiyi kullanarak enerji krizini “çözmek” için Nabucco Projesi'ni* gündeme getiriyorlar. Bu projeye göre “bölge” kilit rol taşıyor. Bir de bunlara, uluslararası burjuvazinin, işsiz, yoksul, düşük ücretlerle çalışabilcek Kürt emekçilerine duyduğu büyük ilgiyi ekleyin. Bugün Türkiye, Kuzey Irak'a en büyük yatırımları yapan ülkelerden birisi konumunda. Bu çerçeveden bakıldığında, bölgedeki siyasi istikrarın zorunluluğu daha da açığa çıkar. Sermaye güvenlik ve istikrar ister, çatışma değil. Son olarak, Irak'tan çekilme takvimini açıklayan ABD'nin yerini kimin dolduracağı sorusuyla çerçeveyi tamamlayalım: Türkiye! Irak Kürdistan yönetiminin başlıca müttefiki Türkiye olacak ve Türkiye Kürtlerin abiliğine soyunacak, daha doğrusu soyunuyor. Evet, bu nedenlerden dolayı PKK ortadan kaldırılmalı diyor burjuvazi. Unutulmaması gereken en önemli noktalardan birisi Türkiye'nin artık eski Türkiye olmadığı, ve bugün bölgede en güçlü konuma gelmiş alt-emperyalist bir devlet olduğudur.

Küresel sermaye ekonomik yatırımlarını hayata geçirebilmek ve siyasi çıkarları için, Ortadoğu'da burjuva ulusalcı kurtuluş hareketlerinden tutun da İslamcı örgütlerine kadar yerleşik olan örgütleri hedef alıyor (Taliban, El-Kaide ve Ergenekon örgütlerine yapılan operasyonları anımsayın), çünkü şimdi her biri engel teşkil ediyor. Dolayısıyla; tüm bu gelişmeler, Kandil'in yani PKK'nin tasfiye edileceğini işaret ediyor. Tüm bu olup-bitenleri, küresel sermaye ve sermayenin kalemşörleri sol-libareller, “Kürt sorunu”na ilişkin çözüm olarak sunuyorlar. Buna karşın, Marksist devrimcilerin “Kürt sorunu”na ilişin çözümü Kürt emekçi sınıflarından yanadır. Marksistler için Kürt halkının demokratik haklarını savunmak, onu “Kürt önderler”e yedeklemek anlamına gelmez. Aksine amaç bölgenin her ulustan emekçilerini “ulusal” cezaevlerine hapsederek birbirine düşman etmek ve yanı sıra azgın sömürü koşullarında yaşatmak değil, proleter enternasyonalizmi mücadelesini yükselterek ulusal sorunların varlık koşulu olan ulusal sınırları ortadan kaldırmak olmalıdır.



[1]http://www.sss- sosyalizm.org/sosyalizmden/kurt_konfeansi_olasi_sonuçlari.asp
[2]Aynı adres

Hiç yorum yok: