15 Eylül 2009 Salı

Bir Mayıs Sabahı

Küresel kapitalizmin krizi ağırlığını her geçen gün biraz daha fazla hissettirirken, uluslararası sermaye gruplarının çıkarları ulus devlet sınırlarıyla çatışırken, emperyalist güçler dünyanın farklı bölgelerinde kan akıtmaya, akıttıkları kanı paraya çevirmeye devam ederken, dünya egemenleri krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetme planları yaparken, burjuvazi sistemin krizini bir kez daha insanlığın üzerine basarak aşmaya çabalarken yaklaşıyor Mayıs, adım adım. Mayıs; kapitalizmin krizi toplumsal alt-üst oluşlara giden yolun taşlarını döşerken yaklaşıyor!


Sekiz saatlik iş günü için, Avustralyalı işçi ve emekçiler tarafından atılan ilk adım, ardından Amerikalı işçilerin mücadelesi ile gelişen, şekillenen süreç ve sonunda dünya işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününe evrilen, dünyanın tüm işçilerini aynı bayrak altında 'kapitalist sömürü ve ücretli köleliği tarihin karanlığına savurma' temel amacıyla aynı hedefe yönelten bir gün… İşçi sınıfının üretimde işgâl ettiği konumundan doğan gücün örgütlülük ve kararlılıkla birleştiği zaman nelere kâdir olduğunun da tarihsel kanıtı, Mayıs’ın birinci günü. Ama yalnız bu kadar değil! 1 Mayıslar aynı zamanda burjuvazinin sınıf egemenliğinin güvencesi ve baskı aracı olan devlet aygıtının, işçi sınıfına ve devrimcilere karşı en sert tedbirleri aldığı, hayatı yaratanların üzerine namlularını doğrultmaktan çekinmediği, hatta çoğu zaman bu namluların ateşlendiği günler olmuştur; dünyanın her köşesinde ve tabii ki bu topraklarda.

Mayıs Gündemi
1 Mayıs yaklaşırken, önceki yıllardan alışık olduğumuz tartışmalar yeniden alevlendi. Burjuva medyasında, çeşitli sendikal ve sol yayınlarda, 1 Mayıs’a dair haberlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilmesi gündemde, yine gündemde olan bir başka konu ise Taksim’in işçi ve emekçilere açılıp açılmayacağı.

Geçen yıl 1 Mayıs’ı tatil etmenin maliyetini hesaplayarak ülke ekonomisine vereceği “devasa” zararı gerekçe gösteren ve patronlarla ağız birliği edip “tatil de neymiş, işinize bakın!” diyen hükümet, bu yıl çark ederek 1 Mayıs’ın tatil ilan edilmesi için çalışmalara başladı. Başbakanın talimatıyla Çalışma Bakanlığı harekete geçti ve konu meclise taşındı. Öyle görünüyor ki AKP hükümeti açılımlarına bir yenisini daha ekleyecek. Elbette bunu iyi niyetinden ya da “ayak takımı”na karşı tutumunu değiştirdiğinden yapmayacak.

Özellikle toplumsal muhalefetin yükselme eğilimi taşıdığı, işsizliğin ve yoksulluğun katlanarak arttığı kriz dönemlerinde burjuva iktidarlar, fiilen, işçi sınıfının kazanılmış haklarına dahi el uzatırken, görünürde kısmi tavizler verebilirler; bunun nedeni ise olası toplumsal hareketlenmelerden ve bunların sonuçlarından korkmalarıdır. Egemenlerin 1 Mayıs’ın içini boşaltma ve sıradan, resmi bir bayram gününe indirgeme hedefleri olduğu açık. Dünyanın birçok ülkesinde zaten tatil olan 1 Mayıs’ın, Türkiye’de de tatil ilan edilmesi, hükümet tarafında sık sık keyifle dile getirilen “demokratikleşme” ve AB’ye uyum sürecinin bir parçası olarak da kabul edilebilir. Sonuç olarak, dün söylediğini bugün unutan ve unutturmaya çalışan klasik burjuva siyasetinin ikiyüzlü karakteri ve çıkar hesapları söz konusudur.

Ayrıca, AKP hükümetinin dağıttığı kırıntılar sendikal önderlikleri daha da pasif hale getirmektedir. Böylelikle, sendikaların hükümete karşı uyguladıkları baskıyı bir zamanlar etkili kılan ve artık pek de bir işe yaramadığını gördüğümüz araçları bir bir ellerinden alınıyor. Türkiye’de ve dünyada sendikaların çöküşü, asıl olarak onların dayandığı iktisadi temelin dönüşmüş olduğu gerçeği ile yani küreselleşme olgusu ile anlaşılabilir. Sendika bürokratlarının niyetlerinden ya da kişiliklerinden bağımsız bir süreçtir bu.

1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanıp kutlanmayacağı tartışmalarına dönersek AKP hükümetinin bu konudaki tutumunu değiştirmediğini görüyoruz. Sok iki yıldır sendikaların Taksim ısrarına karşın hükümetin bu konuda geri adım atmadığı ve sendikaların çağrısıyla Taksim’e yürümek isteyen işçilerin, öğrencilerin ve sosyalistlerin üzerine devletin tüm imkanlarını kullanarak saldırdığı biliniyor. Son iki yıldır 1 Mayıslara asıl olarak damgasını vuran, valilik ve polis tarafından İstanbul’da günlük yaşamı bütünüyle felç etme pahasına yaratılan dizginsiz terör ve sendikal önderliklerin basiretsizliğidir. Ama ne devletin işçilere ve devrimcilere uyguladığı şiddet, ne de sendikal önderliklerin tutumu şaşırtıcı değil.

Hatırlanacağı gibi geçen yıl DİSK, KESK ve TÜRK-İŞ, Taksim için son ana kadar iktidarla pazarlık etmişlerdi. Son ana kadar hükümetten izin koparacaklarını düşünmüş fakat umduklarını bulamayınca, TÜRK-İŞ konfederasyon olarak Taksim’de ısrarcı olmadığını ama üye sendikaları serbest bıraktığını açıklamış, DİSK ve KESK ise bir kere bu yola girmiş bulunduklarından, geri adım atmamış ve 1 Mayıs’ta Taksim’de olacaklarını duyurmuşlardı. On binlerce işçiyi peşlerinden sürükleyecek güce sahip olmayan bu sendikalar, yaydıkları boş umutlarla kitleleri önce Taksim’e yönlendirmiş arkasından, polisin estirdiği terörü görünce, çağrılarına uyarak alana ulaşmak için mücadele eden insanlara başlarının çaresine bakmalarını öğütlemişlerdi. Gelinen noktada sorumsuzca geri adım atmaları sonucunda polisin uyguladığı şiddet daha da pervasızlaştı, yüzlerce insan yaralandı, gözaltına alındı ve gözaltılar sırasında da şiddete maruz kalındı.

Bu yıl DİSK ve KESK yine aynı tavrı takınıyor, hükümetten izin, onay beklemediklerini ifade ediyorlar. TÜRK-İŞ, Taksim yasağının kalkmasını önermekle birlikte ısrarcı olmayacağını söylüyor, HAK-İŞ ise zaten hiçbir zaman hükümetle karşı karşıya gelmediğinden mevcut pozisyonunu koruyor ve “hep beraber kutlayalım, alanın ne önemi var” söylemini yükseltiyor. Burada DİSK ve KESK’in tutumunu ilkeli oluşları ile açıklamak ne yazık ki mümkün değil. Görüntüyü kurtarma telaşındaki bu sendikalar bütün bir sene yaşanan gelişmeler karşısında pazarlıkçı ve uzlaşmacı bir yol benimseyip, 1 Mayıs öncesinde işçi sınıfının hafızasını sıfırlamanın peşindeler. Sermayenin saldırılarına karşı duracak nitelik ve niceliğe sahip olmadıklarından beylik laflarla işçileri kandırmaya devam ediyorlar ya da kandırabileceklerini sanıyorlar. Oysa onların gerçekte ne'yi temsil ettikleri gün gibi ortada. Ekonomik krizi önlemek için (yani kapitalistleri kurtarmak için) her ay düzenli olarak patron örgütleri ve hükümet temsilcileriyle bir araya gelmeleri her şeyi anlatmıyor mu?

Taksim Yasağı


Sendikaların samimiyetsiz tutumunu bir kenara bırakacak olursak, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması ısrarının boş bir inatlaşma olmadığını belirtmek gerekir. Taksim Meydanı’nın işçi ve emekçilerce geri kazanılması hem '77 1 Mayısı’nın tarihsel anlamı hem de meydanın merkezi konumu nedeniyle oldukça önemlidir. Kaldı ki devlet tarafından organize edilen her türlü etkinlikte, milli maçlarda, yılbaşı eğlencelerinde, polis günlerinde geniş kalabalıklara açılan bir alanın işçilere yıllardır kapalı olması, öne sürülen bahane ne olursa olsun kabul edilemez. Oldukça açık olan bir şey daha var; Taksim Meydanı 1 Mayıs alanıdır demek yeterli değildir. Eğer bugün hükümetin dolayısıyla polisin lütfedip, 1 Mayıs günü Taksim’e yürüyecek olanları ellerinde çiçeklerle karşılayacağını düşünecek kadar saf değilsek, işçi sınıfı içerisinde bütün bir yıl yürütülen çalışmaların yoğunluğunun ve niteliğinin, Taksim’i talep etmeden önce hesaba katılması gerektiğini görürüz. Hükümetin bu konudaki tavizsiz tutumunu koruduğu düşünüldüğünde Taksim’i işçilere açacak tek gücün yine işçi sınıfının kitlesel mücadelesi olduğu açıktır. 1 Mayıs kapıya dayanmadan önce fabrikalarda, iş yerlerinde ve okullarda girişilecek etkinlikler, eylemler ve 1 Mayıs’a mümkün olan en geniş katılımın sağlanması, işçi sınıfının ve gençliğin kitleler halinde Taksim’e yürümesi böyle bir kutlamayı ancak gerçekleştirilebilir kılar. Bu da görüldüğü gibi sendikaların uyguladığı yöntemden başka bir yöntemi, başka bir teori-pratiği gerektirir.

Sonsöz Yerine
Sermayenin saldırılarına ve kapitalizmin insanlığı sürüklediği felaketlere karşı yükselen toplumsal muhalefeti doğru kanala akıtmak, işçi sınıfını sendikal boyunduruğa mahkum eden, ulusalcığı, reformizmi, küçük burjuva radikalizmini kendisine şiar edinenlerin değil Marksist devrimcilerin görevidir. 1 Mayıs, işçi sınıfının uluslararası bir ordunun neferleri olduğunun ve kapitalizmin ancak ulusal sınırları aşan bir sosyalizm mücadelesi ile alt edilebileceğinin anlaşılması açısından önemli bir fırsattır. 1 Mayıslar çeşitli sol yapıların alanlara indiği ve kortejlerin, kadrolarının, sempatizanların tatmini ile sınırlandırılıp, yıl içinde biriktirilen enerjinin bir anda harcandığı, gerçekliği olmayan güzellemelerin düzüldüğü günler olarak kalmamalıdır. Gerçekler ortaya konmalı, işçi sınıfını sendikaların boyunduruğundan kurtarmak ve bağımsız sınıf siyasetini örgütlemeye çalışmak gerekmektedir. Bunu yapmak içinse Marksist bir perspektife ihtiyaç var. Bunlar yapılmadığı takdirde 1 Mayısların adına yakışır biçimde kutlanması, işçi sınıfının gerçekten uluslararası anlamda birlik ve mücadele günü olması ve nihai hedef olan sosyalizm mücadelesine katkı sunması beklenemez.



dünyadan bir İşçi

Hiç yorum yok: