Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) 15 kurucusu 28 ocak 1921'de öldürülmüştü. Bu katliam, Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmamış olsa da, onun kurucularının ilk faili meçhul cinayetleri olarak tarihe geçti. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürülmesinden sonra TKP'nin geçirdiği dönüşümü ve buna paralel onun tarihini burada ele almak mümkün değil. Yalnız, ilk TKP'nin sürekli devrim ve dünya devrimi programını benimsemiş olduğunu, ardından ise bu perspektifin ortadan kalktığını belirtmemiz gerekir.
SSCB'nin komutları ve çıkarları doğrultusunda zaman zaman çalışmalarını donduran, zaman zaman da yeniden faaliyete geçen TKP, 1987'de TİP'le birlikte Türkiye Birleşik Komünist Partisi'ne dönüşmesi sonrası, bu partinin de 1991 yılında kapatılmasıyla birlikte ortadan kalkmış oldu. Bugünkü TKP ise, TİP'ten ayrılan Sosyalist İktidar grubunun, daha sonra Gelenek dergisini çıkarmasıyla başlayan hareketin ürünüdür. Gelenekçiler, Sosyalist Türkiye Partisi'nin ardından Sosyalist İktidar Partisi'ni kurdular ve bu parti 2001 yılında TKP adını aldı.
Bu topraklarda Marksist ilkelerde kurulan ilk parti olan TKP, Suphilerin ardından Stalinizmin egemenliğine girmişti. Bugün TKP, sonraki yıllarda Türkiye soluna damgasını vuracak olan Stalinizmin temsilcilerinden biridir. Bu yazıda asıl ele almak istediğimiz, Ergenekon davasına karşı TKP'nin aldığı tutum olacak.
Ergenekon Davası
Ergenekon operasyonları neden yapılıyor? AKP hükümetinin demokratlığından mı, yoksa yine (!) bir “ABD oyunu” mu? Ergenekon'a yönelik operasyonların, ne AKP'nin demokratlığından ileri geldiğini ne de kimi ulusalcıların iddia ettiği gibi “ABD'nin bir oyunu” olmadığını belirtmek gerekir. Ulusalcı güçlere yönelik bu operasyonlar, tam da içinden geçmekte olduğumuz üretimin küreselleşmesi olgusu ve onun üst yapısal kurumlarda dayattığı dönüşümlerin bir sonucudur. Öyle ki, Ergenekon tipi faşizan-ulusalcı örgütlenmeler dünya ve Türkiye büyük sermayesinin önünde bir engel haline gelmişlerdir ve bu yüzden budanmaları gerekmektedir. Yani bu, AKP'nin devletin gizli örgütlenmelerini ortadan kaldırdığı anlamına gelmez, yalnızca sermayenin önünde engel olmaya başlayanlar ortadan kaldırılmakta ve bu temizlik üniversitelerde ve AKP içerisinde olduğu kadar bizzat küreselleşmeci Ordu içerisinde de yürütülmektedir (Bunun Ordu üst yönetiminden bağımsız atılabilecek bir adım olmadığını görmekse zor değil).
Üretimdeki değişiklikler toplumsal hayatı ve siyasal iktidar biçimini değiştirmekte ve ona uygun özneleri tarih sahnesine çıkarmaktadır. Bu süreçte bunun ardından yaşanan ve yaşanacak siyasal gelişmeler elbette özellikle bu topraklarda sancısız olmayacaktır. Ulus-devletler, üretimin ulaştığı dünya-toplumsal seviye karşısında bir engel halindedirler ve sermaye “elinden geldiği kadar” burjuva devletleri bu altyapısal dönüşüme uyarlamaktadır, bu düz bir çizgi değil kırılmalarla ilerliyor. AKP bu süreçte küresel sermaye ve Türk büyük sermayesinin bir temsilcisi olarak operasyonalara önderlik etmektedir.
TKP ve Marksist Tavır
Operasyonların başlangıcından itibaren ulusalcı sol buna oldukça mesafeli yaklaşmıştı. Diğer bir kanatsa doğrudan AKP'yi “demokrasi” adına desteklemişti. Ulusalcığı isminden de anlaşılabilen (Yurtsever Cephe) TKP'nin tavrı giderek operasyonlara karşı çıkmaya kadar varmış durumda. TKP merkezinden yapılan açıklama, operasyonlara doğrudan karşı çıkma çağrısı yapıyor: “Türkiye Komünist Partisi, bu tabloda herkesi Ergenekon operasyonunun kendisinden çok, bu operasyonun parçası olan süreçle yakından ilgilenmeye, bu sürece karşı aktif bir karşı koyuş geliştirmeye çağırmaktadır. Ülkemiz tehdit altındadır. Emperyalizm, tarikatlar, tekelci sermaye hep beraber Türkiye'yi mutlak karanlığa ve yıkıma götürmektedir.” [1]
Operasyonlara böylesine bir karşı çıkış, Ergenekon tarafında yer almakla eş anlamlıdır. Ergenekon operasyonlarından bağımsız olarak, tehdit altında olan “ülkemiz” değil, her zamanki gibi işçi sınıfıdır. Hem de yalnızca bu topraklardaki değil, tüm dünya işçileri. Operasyonları “ABD'nin oyunu” olarak yorumlayan TKP'yi, İşçi Partisi gençliği ve Türksolu dergisinin “ulusal cephe”ye çağırmış olması bir tesadüf mü? Elbette ki hayır. TKP, diğer iki siyasetten daha solda evet, ama giderek onlara yaklaşmakta. Peki TKP'nin bu politikaya süreklenmesinin nedeni nedir? Bunun arkasında yatan asıl neden TKP'nin sınıfsal tabanıdır. O, bugün ulusalcı küçük burjuvazinin “sol”daki en yalın temsilcisi durumunda. Üretimin küreselleşmesi karşısında hızla mülksüzleşen ya da yıkıma uğrayan bu sınıf kurtuluşu eski güzel günlerde aramakta, yani ulusal-kalkınmacı, ulusal-korumacı döneme geri dönmek istemektedir. Bu yüzden onun siyasal temsilcileri doğrudan ulus-devlete sarılıyorlar. Yurtseverlik ve yabancı düşman (ABD) imgesiyle kitlelere çağrı yapıyorlar.
Sonuç olarak, bize göre Ergenekon operasyonlarına karşı alınacak doğru tavır şu olmalı: hiçbir burjuva partisi, burjuva devletlere içkin olan bu tip “derin-devlet” yapılanmalarını ortadan kaldıramaz, yalnızca değişen koşullara göre ona yeniden biçim verir. Ancak bu demek değildir ki, bu operasyonlara karşı çıkılmalı. Aksine, bu “dava” bizzat işçi sınıfı ve gençliği ilgilendirmektedir. On yıllardır süregelen faili meçhul cinayetlerin, kitlesel katliamların (Maraş, Çorum, Sivas), Kürtlere yönelik saldırıların, öldürülen aydınların sorumlusu bizzat bu örgütlenme ve devlet olduğuna göre, işçi sınıfı bizzat davaya taraftır ve onu ileriye taşıyabilecek tek güçtür. Yalnızca işçi sınıfının mücadelesi devletin tüm kirli işlerini ortaya dökebilir ve hesabını sorabilir. Bu tavır, Mustafa Suphilerin enternasyonalist devrimci tutumunu sürdürmek olacaktır.
[1]http://www.tkp.org.tr/partiden/halkimiza-ve-turkiye-soluna-cagrimizdir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder