Kapıyı açıp dışarı çıktığı anda yüzüne vuran rüzgâr, havanın ne kadar soğuk olduğunu hatırlattı ona bir kez daha. Bir süredir içerideydi çünkü. Hızlı adımlarla yürümeye başladı. Gideceği yer tarif edilmişti, hem zaten daha önce birkaç kez de geçmişti önünden. İçinden küfrediyordu, buz gibi havada onu dışarı çıkaran nedene. Elinde, patronunun ödenmemiş elektrik faturası, cebinde, muhasebeden aldığı, fatura tutarı kadar para ile vezneye doğru yol alıyordu hızlı hızlı. Vezne çok uzak sayılmazdı. Sokakları, kafasını öne eğmiş, arşınlıyordu. Patronun özel işlerini yapıyor olmak bir yandan canını sıkıyor, bir yandan da çalıştığı gergin ortamdan uzaklaşmasını sağladığı için sevindiriyordu onu.
Vezneyi bulmakta zorlanmadı. Ama fatura yatırmak için bekleşen insan kalabalığını görünce, içinden, dışarıdan bakan birinin de zorlanmadan anlayabileceği sağlam bir küfür savurdu. Yalnız gerektiği kadar küfrederdi ve yaşadığı hayat sıklıkla bu gerekliliği dayatıyordu. Merdivenlerin birazını çıktı… Birazını çıktı çünkü sıranın sonu, veznenin önündeki düzlüğe tırmanan merdivenlerin ortasına kadar uzanıyordu. Vezne önünde bekleşen insanların oluşturduğu U harfine o da kalıbınca bir katkı sunmuştu. Kuyruğa girdiği sırada kar başladı. Kar hafif hafif yağıyor fakat dondurucu havada esen sert rüzgâr insanın yüzünü ve ellerini kesiyordu. Kuyrukta bekleyen insan sayısı da giderek artıyordu. Buradaki işi öyle çabuk bitmeyecekti, anlıyordu.
Önündeki ve arkasındaki adamların ve kadınların kendi aralarında yaptıkları yavan sohbetlere kulak veriyordu ara sıra. Konuşulanlar bazen gülümsetiyordu onu. Bu insanlar daha önce hiç karşılaşmamışlardı belki ama kısa sürede kaynaşmışlardı. “Kuyruklar, insanları sosyalleştiriyor.” diye geçirdi içinden. Hemen arkasında duran sıcak kanlı ve konuşkan kadın arada sırada ona da bir şeyler söylüyordu. Havanın çok soğuk olduğunu, veznenin çok yavaş çalıştığını, veznede çalışan ve o anda işinin başında olmayan diğer kızın işleri nasıl da hızlı hallettiğini, keşke ona denk gelseymişi anlatıp duruyordu. Kuyruk gerçekten çok yavaş ilerliyordu ve veznelerin insan kalabalığına yetişemediği belliydi. Homurdanmalar, gülüşmeler eksik olmuyordu bu sosyal kuyrukta.
Bir ara vezneye giriş çıkışlar hızlandı. Faturasını ödeyebilenler, bir sonraki aya kadar buraya uğramayacak olmanın verdiği rahatlıkla çıkıyordu prefabrik vezneden. O da umutlandı, sıra ilerliyordu. Her adımda hedefe biraz daha yaklaşıyordu. Sonra, ilerleme yeniden kesildi. Artık veznenin önündeydi ve eğer soğuktan içeri sığınmış insanların oluşturduğu perde olmasa orada ne olup bittiğini görebilirdi. Vezneye giren çıkmıyordu artık. Kuyruktan yeniden homurtular yükselmeye başladı. Dışarıda kalanlardan biri sordu: “Ne oldu birader, niye ilerlemiyor bu sıra? İçerde çalışan kimse yok mu?”, bir diğeri aldı sözü: “Yahu kardeşim donduk burada, bu kadar adama bir tek vezne mi bakıyor! Nasıl iş bu!”… Devamı geldi tabii: “Allah allah!!!”, “Tüh tüüh!”, “Vah vaah!”… İçeriden yanıt geldi: “Sistem çalışmıyor arkadaşlar, işlem yapamıyor vezne!”. “Ne olmuş?”. “Sistem çalışmıyormuş!”. “Eee, ne olacak?”. “Bekleyeceğiz.”. “E, işimiz gücümüz var!”. “Bekleyeceğiz.”. Bekliyorlardı.
Beklediler. Soğuktu. Sonra, hem içeride bekleyenlerden hem de dışarıda, sırada bekleyenlerden, umudunu yitirenler oldu. Çıkıp gittiler söylene söylene. Kalanlar beklediler. İçeride bir hareketlilik oldu bu arada. Sistem çalışmaya başlamıştı. İşlemler yeniden yapılabiliyordu. Ve hâlâ bu kadar adama tek vezne bakıyordu. O’nun arkasındaki kadın sevindi. “Millet hemen çekip gitti, yazık, o kadar beklemişlerdi. Ama iyi de oldu! Bak, ne kadar yaklaştık.” dedi. Biraz daha ilerledi sıra. Sonra durdu. “Ne oldu?”. “Sistem gitti!”. “Hasss s.ktir!”. Kuyruktaki gençlerden biri “Zaten bu memlekette ne düzgün işliyor ki, çalışsa şaşardım!” dedi. Birkaç kişi vardı bu sözleri başıyla onaylayan. “Ne olacak?”. “Bekleyeceğiz!”. Beklediler. Sistem gelmedi. “Sistem çalışıyor mu?”. “Bekliyoruz”. “Ne yapacak bu kadar insan, kaç saat oldu bekliyoruz!”. “Yapacak bir şey yok!”. Biraz daha beklediler. İnsanlar ayrılıyordu artık sıradan. Beklemek istemiyorlardı. “Sistem çalışıyor mu?”. “Yok!”. “E, ne olacak?”. “Bekleyeceğiz.”. O gülümsedi ve ayrıldı sıradan, buruşturdu elindeki faturayı. Giderayak mırıldandı: “Hay sokayım sistemine!!!”…
……………………..
“Sistem çalışmıyor”… Günlük yaşamımızda bu söz kalıbıyla zaman zaman karşılaşırız. Sırada beklemeye alıştırılmış insanlar olarak, bu sözlerin etkisi geçicidir bizim için. Fakat bütün yaşamımızın özetidir de aynı zamanda.
En küçük birimlerinden, devasa birimlerine kadar ve dolayısıyla bu birimlerin toplamı olan küresel bütününe varana dek sistem, aslında çalışmadığını kafamıza vura vura öğretiyor. Sistemin doğasından kaynaklanan ve onun temelini oluşturan piyasa ilişkileri-kuralları nereye sirayet ediyorsa, orayı çürütüyor, çökertiyor. Eğitimde, sağlıkta, sosyal ve kültürel yaşamda, bilim ve teknoloji alanında, bireylerin karşılıklı ilişkilerinde, sonuç olarak da toplumsal ilişkilerde, sistemin çelişkileri belirleyici oluyor. Toplumsal ihtiyaçları tespit etmek ve bu ihtiyaçları karşılamak gibi bir derdi olmayan, özü gereği de olamayacağını bildiğimiz, kapitalist sömürü üzerine kurulu dünya sistemi, bir bütün olarak insanlığı “kapı önlerinde soğuktan titretiyor”, hasta ediyor ve sonunda öldürüyor.
Yani başlıca güdüsü kâr etmek olan ve bunun dışındaki olguları teferruat olarak gören “sevgili” kapitalistlerimiz, onların çıkarlarının koruyucusu olan devlet, dünyanın her yerinde işçi ve emekçileri en ağır şartlarda çalışmaya mahkûm etmekle kalmıyor, aynı zamanda işçi sınıfını ve kapitalist sömürü düzeninden herhangi bir çıkarı olmayan diğer toplumsal katmanları, yaşamın her alanında mağdur etmekten de çekinmiyor. Görece refah dönemlerinde üzeri pembe tüllerle örtülmeye çalışılan bütün toplumsal çelişkiler, ekonomik krizlerin patlamasıyla birlikte tümden hortlayıp, iyice görünür hâle geliyor.
İçinden geçtiğimiz küresel ekonomik krizin etkileri kaçınılmaz olarak mâli sektörden üretim alanına sıçradı; sokakta, fabrikalarda, devlet dairelerinde, okullarda, hastanelerde kendisini hissettirmeye başladı. Burjuvazi, uzun süredir, işlerin (kendi hesabına) yolunda gitmediğinin farkında. Buna karşı, burjuva hükümetler tarafından alınan-alınması öngörülen önlemlere baktığımızda, krizin faturasının yine işçi sınıfına yani yaşamı üretenlere çıkarılacağı görülüyor. Şaşırmıyoruz! Olağan sömürü koşullarından, kriz bahane edilerek yaratılan olağan üstü sömürü koşullarına terfii edildi! Kapitalizm iç çelişkileri ile boğuşuyor. Kapitalizm, iktidarını işçi ve emekçilerin sırtına daha güçlü basarak sürdürmeyi amaçlıyor.
Son aylardaki işten çıkarmalarla birlikte, zaten ciddi bir sorun olan işsizlik artık kimsenin inkâr edemeyeceği boyutlara ulaştı. İnsanların geleceğe dair umutlarının yerini, endişe ve belirsizlik alıyor. Bunun yanında, birileri servet biriktirmeye devam ederken çoğunluk da açlıktan ölmeye devam ediyor. Ölmeyenler, ölüm tehdidi altında yaşamaya çalışıyor. Genelde üzerinden atlansa da, bütünüyle, üzerinde yaşadığımız gezegeni yiyip bitiren ekolojik tahribat artıyor. Yaşanan enerji krizleri bölgesel çatışmaların zeminini hazırlıyor. Kapitalistlerin, ekonomik krizlerin çözümünde bir araç olarak kullandıkları emperyalist savaşlar ve üretici güçlerin yıkımı ihtimali sürekli olarak gündemde tutuluyor.
Peki, sonuç kaçınılmaz mı? Kapitalizm daha önceki krizlerini aşmayı başarmıştı, yine başarabilir mi? İşçi sınıfının devrimci bir önderlik altında birleşmediği ve sosyalist bir dünya uğruna mücadele etmediği koşullar altında, kapitalizmin, bugünkü krizini de insanlığın ve üretici güçlerin yıkımı pahasına aşacağını, sistemi belirli bir dönem için yeniden canlandıracağını ifade etmek gerekir. Kapitalizmin, önceki krizlerini aşmada gösterdiği başarıyı, iki dünya savaşı ile taçlandırdığı ve iktidarını ceset yığınları üzerine yeniden kurduğu unutulmamalı. Sorun şu ki, artık ne fiziksel olarak üzerinde yaşadığımız gezegen, ne de insanlık, böyle bir yıkımı göze alabilecek durumda değildir.
O halde özetleyebiliriz: “Ya sosyalizm, ya barbarlık!”
Dünyadan bir Rıza
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder