4 Eylül 2009 Cuma

Tanklar Sustu Şimdilik, Filistin Hâlâ Kanıyor

Emperyalizmin, dolayısıyla kapitalizmin vahşi doğasını tüm çıplaklığı ve acımasızlığı ile gözler önüne seren, İsrail’in Gazze işgali, dünyanın gözlerinin yeniden Filistin’e dönmesine neden oldu. Geride bıraktığımız yılın Aralık ayında, İsrail’in, Gazze Şeridi’ne yönelik hava saldırısı ile başlayan, kısa süre sonra İsrail birliklerinin karadan müdahalesiyle desteklenen Filistin işgali, yaklaşık üç hafta sürdü; ardında binin üzerinde ceset, yine binlerce yaralı ve enkaz altında bir kent bırakarak, geçiciliği tartışılmaz ateşkesle şimdilik sonlandırıldı.


Siyonist Zorbalığın Nedenleri
İsrail ordusu Gazze’yi yakıp yıkarken, sivil halkı bombalarken, İsrail Devleti’nin sözcüleri de, Hamas’ın kendileri için oluşturduğu tehlikeden bahsediyorlardı. Saldırıları meşrulaştırma amacı taşıyan açıklamalar, diğer emperyalist devletlerin yönetici seçkinleri tarafından da tekrarlandı: “Sizin ülkenize her gün roket saldırıları düzenlenseydi, siz de savaşırdınız!”. Bu bahaneye inanmak için saf olmak gerekir. Ama, biliyoruz ki bu iddiaları dillendirenler saf değiller. Siyonist İsrail’in ve diğer emperyalist güçlerin, Ortadoğu ve Filistin sorununa, küresel kapitalizmin çıkarları doğrultusunda müdahale ettiği gün gibi ortadadır. Kaderi, yıllardır emperyalist savaşlar ve işgâller eliyle çizilen Ortadoğu, kapitalizmin içinde bulunduğu küresel ekonomik kriz nedeniyle, mevcut çelişkilerin çok daha şiddetlendiği bir bölge konumunda. Filistin halkına reva görülen zulmün temel nedeni işte bu.

Gazze saldırısının İsrail’in bir yandan ekonomik krizle, bir yandan da ülke içinde yaşanan siyasi krizlerle boğuştuğu bir dönemde yaşanması rastlantı değildi. İsrailli egemenler, ekonomik ve siyasi krizlerin getirdiği yoksulluk ve hoşnutsuzluk İsrailli emekçiler arasında yükselme eğilimi gösterirken, Hamas’ın sınırlı askeri gücünü ve düzenlenen roket saldırılarını bahane ederek, kendisine karşı olan dengeleri, savaş koşullarından da faydalanarak kendi lehine çevirmek istedi. Tam manasıyla, bir açık hava hapishanesine dönüştürülen, dünyanın geri kalanından tecrit edilen Gazze’de, halk en temel insani ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak durumu getirildi. Bu nedenle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Hamas’ı, daha önceki ateşkesi bozmaya zorlayan nedenler bizzat İsrailli egemenler tarafından yaratılmıştır. Ayrıca (yeri gelmişken), Hamas’ın, Gazze’de fiili iktidar konumunda olması, Filistin halkının Hamas’a verdiği desteğin günden güne artması, yalnızca onun askeri ve siyasi “başarı”sından değil, aynı zamanda ve özellikle, meşru iktidar El Fetih’in, İsrail ve ABD ile ilişkilerde teslimiyetçi bir çizgiyi benimsemesinden kaynaklanmaktadır.

İsrailli egemenler hem yıllardır kitlesel olarak katlettikleri Filistin halkına, hem de dinci-milliyetçi zehirle uyuşturmaya çalıştıkları (önemli ölçüde de başarı kazandıkları) İsrailli emekçilere karşı sorumludur-suçludur. Siyonist İsrail Devleti’nin emperyalist dostları ve işbirlikçi Arap devletleri de en az İsrail kadar, bu kanlı savaşın ortağıdır. Gerek ABD, gerekse Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler, işgâlin ilk gününden itibaren İsrailli egemenlerle ağız birliği etmiş ve Hamas’ı yaşananların tek sorumlusu olarak göstermiştir. Saldırılar insanlık dışı boyutları da aşmaya başlayıncaya kadar ürkek birkaç kınama haricinde herhangi bir adım atmamış olan emperyalist devletler ve onların uluslararası birlikleri, bölgeye yönelik çıkar hesaplarına aykırı herhangi bir gelişme yaşanabileceği kaygısıyla, en sonunda ateşkes çağrıları yapmışlardır. Bu durum bizler için şaşırtıcı değildi. Şaşıranlar, emperyalist devletlerden ve onların işbirlikçilerinden, kendi doğalarına-varlık nedenlerine aykırı hareket etmelerini bekleyenlerdi.

İkiyüzlülüğün Dayanılmaz Hafifliği
İsrail saldırıları sırasında ve sonrasında AKP hükümetinin ve Başbakanın tutumu, burjuva siyasetinin ikiyüzlü karakterini gözler önüne sermiştir. Siyonist İsrail Devleti ile yıllara varan ekonomik-askeri işbirliği geçmişi olan Türkiye, sözde, Filistin halkına sahip çıkarken, bir yandan da ABD’nin ve İsrail’in uzun vadeli çıkarlarının bölgedeki hizmetkârı olma yolunda adımlar atmaktadır. Kitlelerin gözünü boyamak amacıyla kürsüde aslan kesilenler, kapalı kapılar arkasında en kirli pazarlıklara oturmaktan hiçbir zaman çekinmediler ve çekinmeyecekler.
İsrail, Gazze’ye müdahale etmeden önce muhtemelen Türk hükümetine bilgi vermişti, ki bu konuda burjuva basında dahi epey söz söylendi. Kaldı ki, bu sadece bir ayrıntıdır. Asıl olarak, başbakanın ve hükümet yetkililerinin ağzından çıkan açıklamalar kuşkuya yer bırakmayacak şekilde onların iki yüzlü karakterini ele verdi.
Başbakan Erdoğan, İsrail müdahalesinin ilk günlerinde, kendisinden İsraille ilişkileri kesme yönünde taleplerde bulunanlara karşı “Biz bakkal dükkanı değil, ülke yönetiyoruz.” diyerek, İsraille ilişkilerin normal seyrinde devam etmesi gerektiğini ifade etmişti. Aynı şekilde Türk ordusu da “milli menfaatlerin” uluslararası ilişkilerde belirleyici olduğunu ifade ediyordu. Buradaki “milli menfaatleri” uluslararası sermayenin menfaatleri olarak okumak da mümkün. Türk ordusunun, İsrail’den silah satın aldığı herkes tarafında biliniyor, bununla birlikte İsrail savaş uçakları da eğitimlerini Türkiye semalarında yapıyor. Bunların bir kısmı Gazze’ye bomba yağdıran uçaklardı.
Tüm bu ikili ilişkilere rağmen AKP hükümeti kendi tabanına şirin gözükmek, seçimlerde, aynı temelden geldiği gerici Saadet Partisi’ne oy kaptırmamak adına manevralara başvurmaktadır. Bir diğer önemli etken ise Ortadoğu’da,Türkiye’nin üstleneceği role ilişkin uygun zemini hazırlamaktır. Yaşanan son gelişmeler gösteriyor ki gerek Arap Devletleri, gerekse İran Türkiye’yi bölgede daha etkin bir siyaset izlemesi yönünde destekliyorlar. İzlenecek siyasetin ABD’nin güdümünde olacağı ise aşikâr.

Türkiye’nin, Filistin konusunda sergilediği ikiyüzlü tavır, en net biçimde dünya burjuvazisinin kendi sorunlarına çözüm aradığı Dünya Sosyal ve Ekonomik Forumu’nda, yani Davos’ta kendini açığa vurdu. Davos’taki tartışmaların merkezinde uluslararası kapitalizmin krizi ve buna karşı alınabilecek önlemler yer alırken, henüz sıcaklığını koruyan Gazze’yi tartışmak üzere de bir oturum gerçekleştirildi. Oturumun katılımcıları, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon ve Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa idi. Taraflar, soruna dair düşüncelerini kendi pozisyonlarından kaynaklanan hassasiyetlerle ifade etmekteydiler ki, oturumun sonuna doğru Başbakan Erdoğan, uzun süre gündemde kalan “van minit”li hezeyanları eşliğinde, “Davos benim için bitmiştir, daha da gelemem” diyerek salonu terk etti.
İsrail Cumhurbaşkanı Peres’in, Gazze konusundaki açıklamalarından sonra söz alan Erdoğan “Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” demiş, Peres’e çıkışmış ve mazlum Filistin halkının tek savunucusu rolünü benimsemişti. Şovunun en esaslı yerinde, oturumun yöneten “moderatör”ün el-kol müdahalesi, gecenin finalinin tam da Başbakan’ın istediği gibi olmasını sağladı. Dünya ve Türkiye medyası yaşananlara geniş yer ayırırken, olayın yankıları uzun süre devam etti.
Etkileri ve sonuçları açısında değerlendirildiğinde Başbakan’ın Davos çıkışının duygusal ve hesapsız bir tepki olmadığı anlaşıldı. Daha oturum henüz sonlanmış ve medya yaşananları “son dakika” gelişmesi olarak dünyaya duyururken, Erdoğan Peres’le telefonla görüşüp işi tatlıya bağlamıştı. “Tepkisi moderatöre” idi. Davos “krizi” sonrasında hem Türkiye, hem de İsrail tarafı, Davos’ta yaşananların Davos’ta kaldığını ve ekonomik-askeri ilişkilerin eskisi gibi devam etmesi gerektiğini açıkladılar. Bunların haricinde, Davos’ta yaşananların Ortadoğu’da, Türkiye’nin kurtarıcı, Başbakan’ın ise kahraman olarak nitelenmesine neden olduğunu gördük. Burjuva medyası bu uğurda elinden geleni ardına koymadı her zaman ki gibi… Davos’un hemen ertesi günüde, Filistin’deki sokak gösterilerinde Erdoğan’ın posterleri taşındı.

Zorbalığa Karşı Kitlesel Tepkiler
İsrail ordusunun Gazze’de yaşattığı vahşet sürerken, işgâl, dünyanın pek çok ülkesinde çeşitli gösterilerle protesto edildi. Geniş kitlelerin katılımıyla gerçekleşen eylemlerde, Gazze’deki yıkımın durdurulması talebi yükseltildi, Siyonist rejimin insanlık dışı yöntemleri teşhir edildi. Bir çok ülkede, ilk olarak kendiliğinden bir refleks halinde ortaya çıkan tepkisel eylemlerde gözlenen ana eğilim, burjuva hükümetleri ve onların uluslararası birliklerini göreve çağırma şeklindeydi. Bu haliyle dahi, binlerce kişinin bir araya gelerek Gazze’deki kıyımı lânetlemesi anlamlıydı fakat sorunun asıl kaynağına yönelmeyen çözüm arayışları ancak sınırlı etkiler yapabilirdi.

Bunun ötesinde bazı gelişmeler de yaşandı. Siyasi sonuçları açısından bu yaşananlar önemlidir. Örneğin, Avrupa’nın farklı ülkelerinde kendilerini sol olarak tanımlayan bazı parti ve örgütler, ya da Türkiye’de olduğu gibi sendikalar, kendi burjuva hükümetlerinden, Filistin’e asker gönderilmesini talep ettiler. Güya, burjuva araçlarla kalıcı barışı sağlayacaklar! Bu tutum, bahsi geçen yapıların içinde bulundukları ideolojik sapmanın ve çaresizliğin de en açık ifadesiydi.

Hangi Çözüm?
İsrail-Filistin sorununun yalnızca etnik ve dinsel temelde değerlendirilmesinin çözümsüzlüğü dayattığı ortada. Çözüm için emperyalist müdahalelerden medet ummanın Filistin halkı için zulmün devamı anlamına geldiğini görmek zor değil. İsrailli egemenlerin, İsrailli işçi ve emekçileri sürekli savaş propagandası ile uyuşturduğunu ve onları burjuvaziye yedeklediğini zaten söyledik. Filistinde ise önderlik sorunu bambaşka bir karakterdedir. Mevcut önderliklerinden El Fetih’in sergilediği ana eğilim emperyalizmle uzlaşarak iktidarını sürdürme yönündedir. Hamas ise direnişin merkezi konumunda olmakla birlikte hareket noktasını din olarak alması nedeniyle sınıf mücadelesini reddetmekte, dolayısıyla kendi pozisyonunu güçlendirmek ve emperyalist güçlerle tek başına pazarlık etmek olan hedefinin ötesine geçememektedir.
Sorunun çözümü şüphesiz, İsrailli ve Filistinli işçilerin ortak mücadelesinde yatmaktadır. İki tarafın işçileri de kendi ülkelerinde kapitalizmi tarihin çöplüğüne gönderdiği zaman, işte ancak o zaman kalıcı bir barış sağlanabilir. Bu ortak mücadele tüm Ortadoğu için belirleyici öneme sahip olacaktır. Bütünün ayrılmaz bir parçasıdır. Burjuvazinin dayattığı kısmi çözümlerin geçici niteliği ve bölgede neden olduğu yıkımlar, Ortadoğu’nun tarihine bir kez dönüp bakıldığında rahatlıkla görülebilecektir. Yalnızca bu bile, Marksistlerin çözümünün erişilemez ya da var olan gerçeklikten uzak olduğu yalanını geçersizleştirmektedir.
Dünyadan bir Rıza

Hiç yorum yok: