18 Eylül 2009 Cuma

Darwin ve Evrim

Darwin’in 200. yaşı dolayısıyla bu yıl, tüm dünyada Darwin yılı olarak kutlanmakta. İngiliz doğa bilimci Charles Darwin’in evrim kuramı 1859’ da çalışmalarını derleyerek “Türlerin Kökeni” adlı yapıtını yayımladıktan sonra din ve bilim çevrelerinde büyük sarsıntılara neden oldu. Bütün canlıların bugünkü şekilleriyle Tanrı tarafından yaratıldığına inanan din adamları Darwin’i şarlatanlık yapmakla suçladılar. Tabii ki böyle olması şaşırtıcı değildi. Nihayetinde birçok türün tek atadan evrimleştiğini iddia eden evrim teorisi din olgusunu kökten sarsan bilimsel bir gelişme olmuştur.


Bu sene dünyanın her yerinde Darwin’le ilgili etkinlikler yapılmakta kitapları için özel bölümler oluşturulmakta. Türkiye’de ise dinci çevreler tarafından komik bir şekilde hala Darwin gizlenmeye çalışılıyor. Bu gibi kişilerin baskılarıyla Bilim ve Teknik dergisinin kapağının sansürlenmesi gündemi sarstı. ODTÜ ve Boğaziçi üniversiteleri ise birleşip Darwin’e ve evrime sahip çıktılar ve bu olayı kınadılar. Hala orta çağ zihniyetinden kurtulamamış, Darwin’in resmini görmeye dahi tahammül edemeyen; gerici, baskıcı, dinci insanların bilimi ne denli desteklediğini bu örnekle bir kez daha görmüş olduk.

Evrim ilk olarak Darwin’le açık bir biçimde ifade edilmesine karşın, Darwin’den önce de bu konuda çalışmaların olduğu bilinmekteydi. Antik çağ filozofları ve Rönesans Hümanistlerinin de evrim konusunda oldukça açık görüşleri vardı. İlk gerçek evrimci Buffon’dur. Buffon çağının ön yargılarıyla çelişkiye girmekten çekindiği için düşüncelerini açıklayamadı. Lamarck ise, daha cesur davranarak gerçek bir evrim kuramı ortaya koydu. Daha sonra ise Darwin çok sayıda gözlem ve deneyimiyle kendi evrim kuramını sürdü. Beş yıllık bilimsel araştırma gezisine çıktı ve özellikle Galapagos adalarındaki binlerce hayvan ve bitki türünü inceleme fırsatı buldu.
(Döneminde Darwin'le dalga geçen bir karikatür)

Evrim kuramı, canlıların fiziksel ve zihinsel yapısının gelişimini incelemek için insanlık adına büyük bir aşamadır. Yeni elde edilen bilgilerle gelişen ve yorumlandıkça ilginçleşen evrim, insanın varlığını algılaması, dünyayı algılaması hatta evreni algılaması açısından en büyük buluştur. İnsan neslinin başlangıç noktasının Âdem ve Havva’dan olduğu efsanesi ilk fosil insan kafatasının 1848 yılında Cebelitarık’ta bulunmasıyla çürütülmeye başlanmıştı. Ancak o yıllarda bu konular üzerinde durulacak kadar ne bilgi ne de imkân vardı. Birkaç yıl sonra 1856’ da Almanya Düseldorf’ ta bulunan Neandertal adamına ait kafatası bu konudaki en büyük gelişmelerin başlangıcı olmuştur. Robert Dart’ın 1926 yılında Johannesburg’ da bulduğu Australopithecus Africanus adını verdiği fosil kafatası, maymunla çağımız insanı arasında önemli benzerlikler taşımaktaydı. Beş yüz santimetre küplük beyniyle bu insanımsının 30-20 milyon yıl kadar önceki doğa koşullarının değişmesi sonucu azalmaya başlayan tropikal ormanların dışındaki otluk bölgelerde yaşadığı, 120-150 cm boylarında olduğu, rahatlıkla iki ayak üzerinde yürüyebildiği ve bazı av aletleri yapabildiği de bilinmektedir. İlk insan türü örneği ise Hollandalı Dubois tarafından bulunan ayağa kalkan yürüyen insan anlamındaki Pitekantro Pus Eractus – Java adamı kafatasıdır. 900 santimetre küplük beyinleriyle bu soydaşlarımız insana çok yakın özellikler taşımaktaydı.

Kıta Asyası’nda Java Adamı’ndan biraz daha gelişmiş, beyin hacmi 1100 santimetre küpe ulaşmış Pekin Adamının kalıntıları saptanmıştır. Pekin Adamı’nın Düşünen adam Homo Sapiens’in atası olduğu sanılmaktadır. Rodezya Adamı kafatası ise son yıllarda bulunan ve insana yaşam biçimi olarak biraz daha yaklaşmış, iki ayak üzerinde dikçe yürüyebilen, ateşi kullanan, eti pişirerek yiyen ve alet kullanıp üretime geçebilen bir yapıları vardır. Bu canlıların tümünün soyu bugün tükenmiştir.

Ata soyumuzun, diğer memelilerden 10,12 milyon yıl kadar önce özelleşmeye başladığı sanılır. Bunun iki önemli örneği Kenya’da bulunan Kenyapithecus Africanus ile Hindistan’da bulunan Ramapithecus Brevirostis’dir. Ramapithecus’un, Kenyapithecus gibi Homo Spiens’lerden olduğu, on milyon yıl kadar önce Afrika’dan Hindistan’a, Asya’ya geçtiği tahmin edilmektedir.

Evrim koşulları, doğa koşullarına bağlı olarak sürekli değişim içinde olmuştur. Bugün bile özelleşme sürecinin hala devam ettiği düşünülmektedir. Doğa koşulları değiştikçe, ona uyum sağlamak adına yeni türler oluşmuş, bazılarıysa bu değişen doğa koşullarından dolayı aşırı özelleşmeye uğrayıp soyunu devam ettirememiştir. Henüz insan soyuna doğru bir özelleşmeye uğramadan, bundan 40-50 milyon yıl kadar önce tropikal ormanlardaki yüksek ağaçlar üzerinde yaşayan, küçük bedenli ve uzun kuyruklu maymunlar, yırtıcıların uzağında güvenli bir yaşam sürebilmekteydiler. Ancak üçüncü yer bilimsel dönemin ortalarına doğru tropikal ormanların ve yüksek ağaçların azalması sonucu seyrek ağaçlı otluklar oluşmaya başlamıştı. Bu doğa olayıyla birlikte atalarımızı oluşturacak maymunlar ilk kez toprağa basmak zorunda kaldılar. Maymunlar yüksek ağaçlarda tehlikeden uzak yaşarlarken; topraktaysa, savunmasız vücut yapılarından dolayı tehlike altındaydılar. Otluk ve savanlık bölgelerde yaşayan maymunların beden yapıları değişerek hantal ve daha büyük bir hal aldı. Goril, şempanze, orangutan gibi hayvanlar ağaçta yaşayanlara göre irileşmiştir.

Bu maymun türleri yırtıcı doğada hayat kalabilmek için bedenlerini irileştirirken, aynı zamanda kalabalık gruplar halinde yaşayıp tehlikelere karşı toplumsallaşma içgüdüsüne sahiptiler. Bireyci yaklaşıma göre savunulan, özünde insanın doğada tek birey halinde yaşamak istediği ayrıca toplumsallaşmanın insana sonradan öğretilen bir olgu olduğu görüşü evrim kuramına dayandırılarak çürütülebilir. Yani toplumsallaşma insan bilincine sonradan katılmış bir olgu değil, henüz insan bilinci oluşmadan önce var olan, evrim sürecinden gelen zihinsel bir aktarımdır. Ayrıca toplumsal bir yapı içerisinde yaşamış canlıların, burada kazandığı özellikleri değiştirmek söz konusu olamaz. Bu gerçeğe en somut örnek olarak, ormanda vahşi hayvanlarla yaşamak zorunda kalmış Kurt- Yaban çocuklar gösterilebilir. Bu çocuklarda en gelişmiş insana özgü olan yeteneklerimizden yürümek, konuşmak gibi işlevlerin bütünüyle ortadan kalktığı görülür. Bu çocuklarının bir kısmının üzerinde yapılan yoğun araştırmalarda bile bunları yürütmek ve konuşturmak mümkün olmamıştır. Bu yüzden yaşanan fiziksel ya da zihinsel özelleşmelerin geriye çevrilmesi söz konusu değildir.

Evrim kuramı burada yer veremediğim daha birçok açıdan araştırılmıştır. Burada ele aldığım kısım sadece memeliler içindeki insan soyunun ve insan davranışlarının evrimsel sürece ilişkin bilgisidir. Darwin bu alanda birçok bilim insanı için ilham kaynağı olmuş, efsaneleri ve dinsel kabulleri birçok insana sorgulatmıştır.



İms

Hiç yorum yok: