15 Eylül 2009 Salı

Mayıs'a Giderken

Mayıs ayına doğru giderken dünya ve insanlığın ensesindeki o karanlık ses daha da gür çıkıyor. Bizler için en iyisi olduğu söylenilen ama nedense biz'lerin çoğunluğunun bir iyiliğini göremediği bu sistem hızla çürüyor, ancak yalnızca çürüyen o olmuyor, kendisiyle birlikte dünyayı ve onu var edenleri de yokoluşa götürüyor.


Bahsi geçen yüce sistem bilindiği gibi kapitalizm. Ve onun krizi, ne kadar “atlatıyoruz” denilirse densin derinleşiyor. Yoksa bunu fark etmeyen mi var! Lafı fazla uzatıp kapitalizm öldürür demek çok fazla şey ifade etmeyebilir. Onun yerine ne önderdiğiniz ve bunun nasıl yapılacağını düşündüğünüz, bu düşüncenin yaşamda karşılık bulma ihtimali ve bu ihtimalin sizin toplumsal varlığınıza ve ruh halinizin durumuna göre değişebilecek yanılma payları...

Laf uzuyor, biz dönelim değerli kapitalistlerimize, öyle ya geçtiğimiz haftaları oldukça yoğun geçirdiler, bir nevi komşu ziyaretleri, dost ahbap görme, bazen de hep birlikte toplanıp piknik yapma gibi ifade edilebiliriz yaptıklarını -tabii bizlerle karşılaştırırsak-. Ama ortada niteliksel bir fark da var: o da onların ikiyüzlülüğüne karşılık bizlerin samimiyeti.

Önce G-20 toplantısında bir araya gelen en büyük 20 ekonominin temsilcileri “ne yapar eder de bu krizi atlatırız”ı tartıştılar. Görünüşte, birçok “kardeş ülke” bir araya gelmiş, insanlar için (özellikle de en büyük kazığı yiyen işçiler için) çözüm bulmak, bu nereden çıktığı belirsiz krizi sohbet ederek aşmak istiyorlar. En büyük mesele korumacılık konusu. Öyle ya, bugün sermaye dünya çapında üretiyor ve dünya pazarına satıyor. Ancak ortada bir sorun var, sermaye özel mülkiyete dayanıyor, o da ulusal sınırlarını çekmiş bir ulus-devlete... Elbette çatışma kaçınılmaz. Yine, korumacılık arttıkça dünya pazarı daralıyor, yani korumaya çalışmak aynı zamanda öldürüyor. Peki çözümü nerede bulacaklar?

Çözüm kapitalizm için savaş demek ve bizleri önümüzdeki dönem büyük savaşlar bekliyor. Birlikte “aile fotoğrafı” çektiren egemen sınıfın temsilcileri, kısa bir süre sonra kardeşlerini öldürmek için silaha sarılabilirler, ne yaparsınız sermaye yayılmak istiyor! Varoluşundan hiçbir çıkarımız olmayan, bugüne kadar bize yalnızca yıkım getiren özel mülkiyet ve ulusal sınırlar bizleri tekrar o karanlığa çağırıyor. Güle oynaya gidiyoruz belki, tarihten hiç ders çıkarmadan bir kez daha birey olarak düşünüyoruz. Ama herkesi öyle sanmayın! Tarihin sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu egemen kapitalist sınıflar en az bu görüşü ortaya koyanlar kadar iyi biliyorlar ve onlar birey olarak değil, sınıf olarak hareket ediyorlar.

G-20 bu sınıfın dünya çapındaki “ekonomi toplantısı” idi. Ama özel mülkünüz varsa, bekçiniz de olmalı ki mülksüzler bir densizlik yapmaya kalktığında kafalarına vurabilesiniz. Dolayısıyla bu toplantıyı emperyalist güçlerin askeri örgütü NATO'nun toplantısının izlemesi tesadüf olmadı. Bu konu ve Obama'nın ziyareti üzerine geniş bir yazıyı “içeride” bulabilirsiniz o yüzden lafı fazla uzatmadan Türkiye'ye dönelim...

2009 Ocak ayı resmi işsizlik oranı yüzde 15,5 olarak açıklandı, gayrı-resmi yani gerçek rakamlarsa yüzde 30'a dayanmış durumda. Nasıl iş bulacağım derdini yaşamadan önce, artık nasıl yaşayacağım sorusunu sormak gerekiyor. Yine aynı günlere denk düşen Genelkurmay başkanının açıklaması ve “Türkiye halkı” terimini kullanmış olması meselesi var. Bu terimin abartılmasını bir yana bırakırsak, aynı konuşmada geçen Kürtlere karşı bir asimilasyon politikasının uygulanmadığını ifade eden yere gelirsek... Bugün ilk defa bir Genelkurmay Başkanı “Kürt” diyor, bunu kutlamalı mı dersiniz? Yoksa, kutlamayı sonraya bırakıp, Kürt halkının bu ülkede on yıllarca zorla asimile edilmeye çalışıldığını, inkar edildiğini, “varım” dediğinde katledildiğini mi söylersiniz? Elbette okumayı “nereden” yaptığınıza bağlı.

Yine aynı günlerde, tam da seçimin ve Obama'nın ziyaretinin ardından çok kısa bir süre geçmişken başlayan DTP operasyonu, 51 kişinin tutuklanması. Burada birkaç soru ortaya çıkıyor, bizce bunlar üzerine düşünülmeli; ilki, AKP'nin Kürt illerinde oy yitirmesine ve bu oyların DTP'ye gitmesine rağmen DTP'ye karşı sert tavrını daha da sertleştirmesinin nedeni nedir ve bundan ne elde edilecektir? PKK'nin ortadan kaldırılması için ABD, Irak ve Kürdistan yönetimiyle büyük ölçüde varılan uzlaşmanın bir sonucu mudur bu? Yine, Kürtlerin belirli bir kesiminden oy alan bir partiyi böylesine dışlayarak, devlet terörüyle yok etmek mümkün müdür? Yani, Kürt sorunu böyle çözülür mü?

Biz, DTP'nin görüşlerini benimsemememize ve onu seçimlerde desteklemememize rağmen bu operasyonlara karşıyız. Bu, DTP'yi desteklediğimiz anlamına değil, devlet terörüne karşı çıktığımız ve bu saldırıya karşı Kürtlerin yanında durduğumuz anlamına geliyor.

Son olarak, bizler çözümün ne o, ne de bu sermaye kanadından gelmeyeceğini söylüyoruz, çözüm dünyayı yaratanların ellerinde. Ve onların, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü;
1 Mayıs sizi çağırıyor.

Hiç yorum yok: