4 Eylül 2009 Cuma


Size Brecht'in 1898 yılında doğduğunu, 1918'de askere alınıp daha sonra ilk oyunu olan Baal'ı yazdığını ve devrimci kişiliğini anlatmaktan çok hiçbir yerde duymadığınız ve bilmediğiniz bir hikayesini anlatacağız.
1933'de Almanya'da, Komünist Parti'nin, sendikaların ve diğer partilerin kapatılması ve kanun dışı ilan edilmesiyle birlikte faşizme karşı çıkan birçok insan Almanya'dan ayrılmak zorunda kalır. Bunlardan biri de Brecht'tir ve 1933-1934 yılları arasında sürgün edilir.
Bu sürgün yıllarında Viyana, Paris, Danimarka'nın dışında, birkaç günlüğüne de şirin bir sahil kasabası olan Filyos'a uğrar. Orada kale eteklerinde küçük bir ev kiralar kendine. Sabah sahil gezileri, kale turları, arkadaş toplantılarıyla ve keşiflerle gecer günleri, aynı zamanda sahilde çalışmalarına devam eder. Zamanla trenle Zonguldak'a giden maden işçilerini gözlemler. Kasabanınn küçük oluşundan da kaynaklanan yakınlıkla ve kasabaya gelen bu yabancıyla (Alaman) arkadaşlık kurmaya başlar kasaba halkı.



Sabah 6.40 Filyos-Zonguldak treni 1933
Dilini bile bilmediğim bu şehirde trene koşarak yetişecek kadar bu kasabaya alıştım. Benle beraber koşuşan maden işçileri vardı istasyonda. Şuan trendeyim. Kendime cam kenarı bir koltuk seçtim. Mavisiyle yeşiliyle kara bir şehre gidiyorum. Vagondaki yorgun suratlardan ve kıyafetlerden maden işçileri olduklarını anlamak zor değil. Beyaz kazaklı olan belli ki sabah uyanamamış, elinde bir parça sabah kahvaltılık ekmeğiyle horlayarak uyuyor vagonda. Ötekisi belli ki karısının eline tutuşturduğu listeye bakıyor. Kimileri de sohbet ediyor. Acaba ne konuşuyorlar. Bilet kesen adamaların Türkali diye başlayan cümlelerinin içinden sadece Türkali sözcüğünü anlıyorum. Sanırım bu şuan durduğumuz istasyonun adı. Beş dakika sonra yanıma 40lı yaşlarda görünen bir adam oturdu. Bana kendi dilinde bir şeyler söyledi. Ben de anlamadığım için Almanca bişeyler söyledim. O da bana Almanca cevap verince sohbetimiz başladı. 40'lı yaşlarda sandığım bu adamın aslında 20'li yaşlarda genç bir delikanlı olduğunu öğrendim. Ailesiyle birlikte Almanya'dan iki yıl önce Filyos'a geri dönüş yapmışlar. Gelir gelmez babası ve o madende işe başlamışlar. Adı Mustafa. Yeni tanıştığım bu
genç delikanlıyla sohbetimin bu yolculukla sona ermeyeceği kesin.


Akşam 23.00 Filyos sahili 1933
Bugun iş çıkışı Mustafa'yla görüşmek için sözleşmiştik. Sözleştğimiz vakitte buradaydı. Yüzündeki karalardan geç kalmamak için acele ile çıktığı belli oluyordu. Sonra koyu bir sohbete daldık Mustafa'yla. Ona Almanya dönüşü neden dünyanın en ağır işi olan madenciliği seçtiğini sordum. O da bana Almanya'dan dönmek zorunda kaldıklarını ve bu şehirde yapacak başka bir işin olmadığını söyledi. Buna benzer birkaç sorudan sonra Mustafa da benim hakkımda merak ettiği soruları yöneltti. Kim olduğum, neden buraya geldiğim, hangi işle uğraştığım ve neden sürgün olduğum. Ben insanları eğlendiriyordum beni sürgün ettiler deyince şaşırdı. Ben de ona neden buraya döndüğünü sordum. ”Almanya'da hergün iş başvurusu yapmak için diğer işşizlerle yarış halindeydik. Hatta aramızda intahar edenler bile olmuştu 1929 bunalımının Almanya'da en şidetli hissedildiği anlarda. Birkaç sene daha dayandık sonra buraya dönmek zorunda kaldık” diye cevapladı sorumu. Mustafa'nın hikayesi bittiğinde ben ona sanatçı olduğumu, tiyatroyla insanları güldürdüğümü anlattım. Bana hiç tiyatroya gitmedim dedi. Ben de ona uzayda da tiyatro yapacağımı söyledim. Oraya nasıl gidileceğini sordu. Bir uzay mekiği yapmaya karar verdiğimi, bilimin ilerlemesiyle insanlara çok vakit kalacağını ve uzaya bile oyun izlemeye gidilebileceğini söyledim ona. Mustafa bu fikre çok sevindi ve beni destekledi, madende çalışan arkadaşlarına bunu anlatmamı, hatta onların da yardım edebileceğini söyledi. Bir hafta sonra da diğer arkadaşlarla madende tanışmak için sözleştik.


7 kasım 1933 akşam 22.00
Bugun Türkali'de buluştuktan sonra sabah kalkan trenle Zonguldak'a gittik ve Mustafa'nın arkadaşlarıyle buluştuk. Mustafa benim ona anlattıklarımı daha önceden arkadaşlarına anlatmış. Gider gitmez bana hemen planlarından bahsettiler. O anda bir mekik yapabilirdik. Atölyeleri mekiğin parçalarını birleştirmede kullanabileceğimizi, onları taşıyan asansörün bir mekik fırlatıcıya dönüştürülebileceğini anlattılar bana. Ama bunları yapmalarının şartı ilk onları uzaya oyun izlemeye götürmem olacaktı. Onların heyecanları beni bin kat daha heyecanlandırdı.


5 ocak 1934 saat 21.05
O anki heyecanımızı nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Havalanmaya saniyeler kaldığında hepimiz nefeslerimizi tutmuştuk. Yavaşça havalandı. Ne kadar süredir yolculuk ettiğimizin farkında bile değildik. İniş oldukça kolay oldu. Önceden hazırladığımız malzemelerimizi çıkardık ve hızla sahnemizi inşaya koyulduk...


Brecht'in bu günlük sayfaları çok sonraları bulundu. Sürgün yıllarından sonra yazdığı ilk oyunun adının neden “GERÇEĞİ AÇIKLAMANIN BEŞ GÜÇLÜĞÜ” olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Brecht'in üstündeki baskı sürgün yıllarından sonra da azalmadı. Elbette burjuvazinin tekelindeki bilim, işçi sınıfındaki bilimsel ruhun varlığını seziyor ve asla böyle bir gerçeği kabullenmeye yanaşmıyordu.
İobakkhos

Hiç yorum yok: