Geçenlerde gazetede bir habere rastladım. Aslında bu, herkesin bildiği bir konu olsa da yaşadığımız toplumun işleyişini örneklemesi açısından fena sayılmaz. Haberin başlığı “Obez turist yükü eşeğin sırtında”. İçeriğinden bir alıntı yaparak bunu nasıl yorumladığımı, daha doğrusu bana neler anımsattığını paylaşayım. “Mısırda turistleri piramitlere ulaştırmada kullanılan eşekler çok zor koşullarda çalışıyor. Eşeklerin belini en çok bükense ABD’li obez turistler. Bir deri bir kemik kalmış sağlıksız görünen mısırlı eşekler, bütün gün kilometreler boyunca insan taşıyor. Sahipleri rehavete kapılıp tembellik etmesinler diye eşeklere gün içinde yemek de vermiyor.” Haberde bazı hayvan hakları örgütlerinin “Kendi ülkelerinde hayvan hakları için mücadele eden bu insanların Mısır'daki eşekler konusunda ki umursamazlığı şaşırtıcı” diyor. Bu haberdeki eşekler için üzülmem bir yana, aynı muameleyi gören insanların da olduğunu aklıma getirmeden edemiyorum.
Zaten bu düzende insan, hayvan, doğa gibi ayrımlara düşmek gereksiz. Burjuva toplumu, insanlığa barbarlık ve vahşilikten başka bir şey sunmayacağı için insan ve hayvan hakları konusunu da diğer konularda olduğu gibi çok güzel bir şekilde makyajlamaktalar. Peki insan hakları ya da hayvan hakları evrensel konular değil midir? Burjuva toplumunda değildir. Burjuva toplumunda sadece ticaret evrenseldir. Toplumsal duyarlılıkların evrensellik taşıması onun samimiyetini belirler. Aksi takdirde yeri gelir bir memleketin güzelim dağları siyanüre bulanır, yeri gelir bir insan beş kuruş için ölüme indirilir. Haberdeki fotoğrafın bugünkü sınıflı toplum yapısını çok güzel bir şekilde karikatürize ettiğini düşündüm. Sıska, sıcakta kavrulmuş ve rehavete kapılmasın diye yemek verilmeyen eşeği işçi sınıfına, sırtındaki yağlı turisti sermaye sınıfına, eşeği kaçmasın diye sıkıca tutan Mısırlı kolluk kuvvetini de burjuvazinın kolluk kuvveti devlete benzettim.Eşeğin başına gelenler “tarihin mülksüzleri” adına da öyle kuşkusuz. İşçinin sırtına binmiş yağlı sermaye sınıfı ve onun hazır askeri; devlet. Uzaktan bakıldığında bu vahşetin dayanılmaz olduğunu gösteren tablo, içine girdiğinde vahşeti meşru gösteren burjuva demokrasisi tarafından sizi vatan haini ilan ediveriyor. Oysa görünen bu fotoğraftaki kadar açık, insanlık dışı desek de, bunu burjuvazinın kolluk kuvvetine anlatmanın imkanı maalesef yok. Bugün demokrasi denen şeye inanmamız isteniyor. Aslında bunun bir diktatörlük olmadığını, hatta azınlığın çoğunluğa karşı uyguladığı ve hiçbir meşru savunması olmayan bir diktatörlük olmadığını düşünmemiz isteniyor, zaten bu yüzden düşünmemiz de istenmiyor. Sınıflı toplumların varlığı inkar edilmeye çalışılıyor, iktidarı elinde bulunduran sınıfın diğerleriyle olan mücadelesi sanki bir teferruatmış gibi gizlenmeye çalışılıyor. Din, etnik köken ön plana çıkarken, burjuva patronlarla aynı dinden ya da aynı milliyetten olduğumuz için ayrıcalıklı hissetmemiz bekleniyor. Oysa işçi sınıfının tek ayrıcalığının mülksüzlük olduğu gerçeği unutturuluyor.
Sosyal haklar konusunda liberal demokratları kılavuz alıp özgürlüğümüzün tanımını burjuvaziden öğrenmek durumundayız. Kapitalizmin düşünsel anlamdaki çelişkilerini liberaller özgürlük sistemi olarak sunmakta. Eğer özgürlük insanların birbirleri ile olan mücadelesi ve kazanma hırsı ise ortada eleştirilecek bir durum yok. Neo-liberalizmin zenginleşmeye giden toplum için kurduğu hayali ve bunun için formülize ettiği yöntem, bireyin egosunun en vahşi şekilde tatmininden geçer. Kişi toplusal yozlaşmanın getirdiği aç gözlülük, kıskançlık, lüks tüketim, bencillik gibi en kötü özelliklerini hiçbir kısıtlama olmadan gerçekleştirebilmeli ve bu sayede arz ve talep dengesini daha yukarıya taşımalıdır. Bunu kısıtlayan ahlak, din, devlet gibi sistemler toplumsal zenginleşmenin önünü tıkamaktadır. İşte liberal demokrasinin özgürlükten anladığı budur. Toplumun refahını en yukarıya taşımak için bir anarşi ortamı hayali kuran liberaller bugün için etik olma durumundalar. Bunu gerçekleştirmek içinse parayı verenin çaldığı devlet kurumu hazır ve nazır. Sermaye sınıfının etik müdahale aracı olan devlet bu liberal demokratların belirlediği etik anlayışını kanuna geçiriveriyor. Yani bütün düzeni “bizim için” kuruyorlar.
Kısacası “arz ve talep” koşullarına göre belirlenmiş piyasa düzeninde her şey piyasalaştırılmış durumda. Eğer elma, armut piyasasına bir itirazımız yoksa demokrasi piyasasına da katlanmak zorunda kalırız. Özgürlük ve demokrasiyi üretim ilişkilerinden koparıp sadece soyut ve politik bir sorunmuş gibi sunan liberallerin derdi kısır bir döngü yaratmak. Kapitalizm yenilmeden, toplumların ya da bireylerin üretim ilişkilerindeki mücadelesine son verilmeden özgürlük ve demokrasinin geleceği yoktur. Bu açıdan bir insanın kendisine özgürlükçü ya da demokrat diyebilmesi için önce Marksizm’in temel ilkelerini benimsemiş olması gerekir.
ims
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder