17 Ekim 2009 Cumartesi

Güneş de Doğar


Hayatımızda güneşli ve uzun günler vardı; gecelerinin de gündüz gibi olduğu günler. Sürekli koşuşturmalarımız, taşlarla bölümler verdiğimiz evlerimiz, pet şişe telefonlarımız, top bulamadığımızda çoraplardan yaptığımız dokuz taş toplarımız…-..ortada kuyu var yandan geç.. Taşları yıktığımızda koşuşmalarımız, sanırım en çok bu oyunu sevdim çocukluğumda. Yorulmak bilmeyen, koşmalara koşturan oyunumuz.. O zaman arkadaşlar da bir başkaydı sanki, kadın-erkek yoktu sadece oyun vardı. Geceleri uyumak, yemek yemek, yıkanmak dışında pek eve uğradığımızda olmazdı. Buna rağmen nedense bildiğim tüm evle ilgili işleri o dönemde öğrendim, hatta yemek yapma deneyimlerim de bu zamandan kalma. Farkında olmadan geleceğin kadınları olmak için dersler alıyorduk annelerimizden, çoğundan kaçsak da.

Derken büyüdük mü, ne olduk? Anlayamadım.
İlkokul bitmek üzere bendeTarayıcınız bu resmin gösterilmesini desteklemiyor olabilir. büyüdüm galiba, mavi okul önlüğüm dar gelmeye başladı. Neyse ki ilkokulda son senemdi. Tekrar bir önlüğe gerek olmayacaktı. Hatta komşunun büyük kızından bana kalan güzel bir siyah önlüğüm bile vardı, en çok onu seviyordum. Okul yollarında koşturuyoruz bütün kitaplar, defterler çantalarımızda. Ders programını takan kim, ne varsa çantada olmalı.
-Kiraz hadi geç kalacağız, çabuk çabuk… Bekliyorum...
Kiraz’la okul çok eğlenceli, sürekli konuşuyoruz, en candan arkadaşım. Havadan, sudan, öğretmenden, gelecek planlarımızdan… Kiraz öğretmen olmak istiyor, bense tanınan bilinen biri olmak istiyorum, kafaya koydum. Gazetecilik de fena gelmiyor hani. Okul bitmek üzere... Hiç olmayan harçlığım üzerine değil, ama bakkaldan eve aldığım ekmekten kalan ufak miktar para üzerine hayaller kuruyorum. Orta okul için para biriktirmek lazım. Bizim burada okuyan kadın pek yok. İlkokulu bitiren çalışıyor. Yoksa... Yok canım, babam beni çok sever, el üstünde tutar, hem çalışkan bir öğrenciyim kesin böyle bir şey olmaz diyorum. Nedense kalbim de bir tuhaf atıyor, bir tür korku mu? Evin ekonomisine kulak kabartmaya başlıyorum. Yok, yok durum pek parlak değil. Bunlar beni okutmaz gibiler. Bu kafamın bir köşesinde, oyunlar devam ediyor. Derken acı gerçeği babam söyledi.
-Artık büyüdün sen, okula gitmene gerek yok. Bak diğer kızlar çalışmaya bile başladılar.
Üzerimde renkli desenli şortlarım, yüzüm asık, ne diyor ciddi mi acaba? Diye düşünüyorum. Fakat babam beni çok sever ve o her şeyi bilir. Sanırım şaka yapıyor, diye geçiriyorum içimden. Okul kapanmak üzere. Derken Kiraz’la konuşmalarımızın şekli değişiyor. Yazın çalışalım, birçok tekstil atölyesi var çevremizde, buralarda tanıdıklar var. Acaba bizi de alırlar mı? Bu düşünceler sürerken, Kiraz’la saçımızı başımızı ıslattık, biraz düzgün giyindik, ya da temiz demek daha doğru olur. İş ilanları olan bütün atölyeleri gezmeye başladık. Nedense pek ciddiye alınmıyoruz. Hatta bir yerde; -biraz daha büyüyün, deyip nerdeyse kafalarımızı sıvazlayacaklardı.
-Kiraz ne yapacağız kızım? Okulun açılmasını iki ay var sadece, para lazım, okula gitmem lazım, acil çalışmamız gerekiyor.
Eve döndüğümüzde oyunlarımız yine devam ediyor, bu defa arada iş sohbetleri geçiyor. Bir süre sonra, daha sonra da yaşayacağım işsizlik korkusu gibi bir hisse kapıldım. Ne yapacağımı bilmiyorum, derken şimşek çaktı beynimde; biz küçüksek büyümemiz gerek, ama nasıl? Başta şu kısa şortlardan kurtulmak lazım. O aralarda neden bilmiyorum ama Kiraz’la küsüz. Ona da anlatamıyorum dahiyane fikrimi, anlatmayı beklemeye de zaman yok, benim durum acil. Kiraz bana göre daha iyi durumda ne de olsa. O gün büyüdüm birden, annemin eteklerinden birini geçirdim üstüme, bol ve uzun. Ne yapacağım olmuyor, derken eteği belime doğru katlayıp üzerime uydurdum. Gerçi nasıl göründüğümü hala hatırlamıyorum. Daha önce gittiğimiz bizi ufak bulan atölyelerden birine gittim. Kiraz yok yanımda. Üzerimde annemin eteği, ne yapacağım şimdi, ama gözüm kararmış.
- Çalışmak istiyorum, iş ilanınıza baktım da… Derken sesim gitti.
Adam biraz baktıktan sonra yarın gel dedi. Beni kim tutar, koşa oynaya eve gittim. Annemler bilmemeli, kesin kızarlar. İlk birkaç gün annemler istemese de, evden kaçar şekilde işe gittim. Derken alıştım çalışmaya, hemen Kiraz’ın yerini yaptım. Sağolsun Seyfi Abi (patron), Kiraz’ı da kabul etti. İş çıkışı koşa koşa Kiraz’ların kapısında buldum kendimi. Artık çalışıyoruz ve bir gelirimiz var. Kiraz’la yaklaşık 2 uzun ay çalıştık. Artık oyun yok, iş var. Eve döndüğümüzde yorgun, bitkin biçimde kendimizi yatakta buluyoruz. Ama her sabah hayallerle gidiyoruz işe, uzun uzun konuşuyoruz yol boyunca. İki ayın sonunda iş hayatımız o gün için son buldu. Kiraz’la eve doğru yürüyoruz, fena bir yağmur yağıyor, ayağımızda terlikler, üzerimizde işi kaptıktan sonra yine sürekli giydiğimiz şortlarımız. Yağmur suları neredeyse bilerlerimize kadar, el ele zıplayarak koşuyoruz, keyfimiz yerinde. Okulların açılmasını yalnızca bir hafta var, acil okul için evrakları hazırlamam lazım. Babam çok sinirli,
- Okul falan yok, sen okuyacaksın da bana ne hayrın dokunacak? diyor da başka bir şey yok. Bende sürekli konuşmaya çalışıyorum. O günlerde anladım ki, babalar sadece sözlerinin dinlenmesini isterler. Okul kaydıma da gelmedi, yalvar yakar annemi aldım yanıma, bir veli lazım. Koştura koştura resimlerimi çektirdim. Annemle gittiğimiz iki okul da beni almadı. Neymiş mahalle farklıymış, birinde kayıt parası… Ne yapacağım? Son gün, kayıt olmalıyım, beynimde şimşekler çakıyor, minik yüreğim inip kalkıyor. Eve dönüyoruz. Ben daha yolda başladım ağlamaya. Resimlerim tamam, defter kitaplarım tamam, kıyafetlerimi buldum bir yerden, diplomam var, bir de beş milyon kağıt param. Elimde sıkı sıkıya tutuyorum, can yeleğim gibi. Eve döndüğümüzde annem ayrı babam ayrı kızıp bağırıyorlar.
- Almıyorlar okula işte ne yapalım? Bir taraftan babam, evin duvarı ile meşgul. Ağlamaktan boğulacağım neredeyse.
- Lütfen tekrar gidelim.
Bir saat sonra kayıt bitecek. Derken on beş-yirmi dakika yalvardım. Babam nerdeyse dövecek beni, o derece sinirli. Hala bir mucize olmasını bekliyorum. Babam elimden tutacak ve gideceğiz okula. Halbuki daha o zaman babamın gözünde büyümüştüm. Son kırk dakika var kayıtların bitmesine, sesim kısılıyor, çömeliyorum, kalkıyorum, ağlıyorum. Beni pek takan da yok. Ne yapmam lazım? En sonunda aldığım gibi evrakları eve yarım saat uzakta olan okula doğru koşmaya başladım. Gözlerimden yaşlar boşalıyor, hiçbir şeyi görmüyorum ne arabaları, ne insanları hiçbir şeyi, sadece koşuyorum. Her adımımda sanki kaldırım taşlarında bir metre yükseliyorum, kalkıyorum, iniyorum, yüzüm ateş içinde. Son on dakika, yetişmeliyim. Sonunda kendimi müdürün kapısında buldum. Kapıya vurmamla içeri girmem bir oldu. Müdür ve misafiri sohbet halindeler. Beni görünce;
    Ne oldu kızım, ne bu halin? dedi.
Konuşmak istedim, fakat pek bir şey söyleyemedim. Avucumda sıkıca tuttuğum terlemiş beş milyonu kendisine uzattım.
    Okumak istiyorum, dedim.
    Sen bugün gelmedin mi zaten? Almadık mı seni, dedi.
    Geldik fakat paramız yetmedi, bütün param bu, okumak istiyorum.
İlk başarımı elde etmiştim. Kaydımı yaptım, zafer edasıyla eve döndüm. İnsanları şimdi görmeye başladım. Her şey gayet net; araçların korna sesleri, hava, gökyüzü, nasıl rahatım anlatamam. Eve geldim, pek ilgilenen yok. Neyse tutamadım kendimi.
    Yaptım kaydımı, dedim.
Hatırlayamadığım birkaç ses duydum. Oyunlar bitmişti artık, ağlamanın başka bir şeklini öğrenmiştim. Babam sanki babam değildi artık. Okul, müdür, annem, çalıştığım atölye her şeyin anlamı değişiyordu artık bende. Babam sanki beni artık sevmiyordu.
Büyüyordum sanırım…
şirin

1 yorum:

Adsız dedi ki...

bu yazıyı yazan arkadaşın yüreğine sağlık çok güzel olmuş...bir çok genç kızın yaşadıklarını yazıya dökmüş...