Bu yıl onbirincisi düzenlenen İstanbul Bienali, 99 yılından beri Hırvatistan’ın Zagreb kentinde faaliyet gösteren küratör kolektifi WHW (what, how & for whom) grubunun çalışmalarıyla gerçekleşti. 8 Kasım’a dek İstanbul’da üç ayrı mekanda 120’den fazla sanatçının eserleri gösterilmeye devam edecek.
Öncelikle bienalin yalnızca Antrepo’daki faaliyetlerini görmüş birisi olarak yazdığım yazının bir bütün olarak eksik kalacağını şimdiden vurgulamalıyım. Çünkü bienal Brecht, Elisabeth Houptmann ve Kurt Weil’in birlikte yazmış olduğu ‘Üç Kuruşluk Opera’nın 2. perdesinin kapanış şarkısı olan ‘İnsan Neyle Yaşar?’ başlığı ile hazırlanmış bir çalışma. 3 ayrı mekanda da birbirini bu konu ile bir şekilde kesen ve bütünleyen çalışmalara yer veriliyor, yani bienalin bir mekanını gezmek bir eleştiri yazısı yazmak için yeterli olmayacak. Örneğin benim gittiğim Antrepo’daki eserler daha çok işçi sınıfı, ekonomik kriz ve sınıfsal çelişkilerin baz alındığı bir çalışmayken, Rum Okulu’ndaki çalışmalarda daha çok ‘emek-beden’ konulu eserlere yer verilmiş.
Bir çok sol tandanslı internet basının yazılarında belirttiği üzere, böylesi kapitalizm karşıtı bir bienalin ‘Koç’ tarafından finanse edilmiş olmasını ben ironi ya da büyük bir karşıtlık olarak algılamadığımı hemen belirteyim. Bunun nedeni kapitalizmin doğası gereği, her şeyi pazarlaması. Unutmayalım ki, kapitalizm Lenin madalyalarını, Berlin duvarı yıkıntılarını, kızıl bayrakları, hatta Marx'ın Kapital'ini bile pazarlar ve kapitalizmde her şey altına dönüşür…
Üniversite öğrencilerine ücretsiz olan bienalden ben yazının sahibi olarak yararlanamadım. Belki pazarlanan sanata dair bundan bahsetmek, bir ironi varmışçasına (hatta şaşırarak) finans yönteminden bahsetmekten daha iyidir. 4-c ile iş güvencesiz ve düşük ücretlerde çalışan ben yalnızca tek bir bienal mekanını gezmek için 10 lira verirken dahi kendime en çok ‘insan neyle yaşar?’ sorusunu sordum. 10 lira verip Antrepo'da dolaşma fırsatını bulmuş bir emekçi olarak bienalin içinde tam 4 saat dolaştım.
Daha fazla uzatmadan bienal mekanına dönelim. İçeriye girdiğinizde, ‘don’t complain’, ‘önce ekmek gelir ardından ahlak’, duvar yazılarını ve afişlerini görüyorsunuz. Ve hiçbir boşluk bırakmadan hazırlanmış farklı çalışmalar ardı arkasına başlıyor. Antrepo’da yaklaşık 40 kadar ayrı çalışma vardı diyebilirim. Hepsinden bahsetmek güzel olurdu ancak bunu daha sonraki sohbetlerimize de saklayabiliriz belki.
Benim için sevindirici, ama ekonomik krizin göbeğindeki bir dünya için hiç de şaşırtıcı olmayan geçen yılki küresel savaşa karşı iyimserlik (en son yapılan bienalin konusu İmkânsız Değil, Üstelik Gerekli: Küresel Savaş Çağında İyimserlik, küratör: Hou Hanru) gitmiş, yerine daha mücadeleci, daha sınıfsal bir bakış gelmiş. Bu bile öyle hoşumuza gidiyor ki, bir an için bugün en çok bunun pazarlanabileceğini unutuyorum ve tamamen iyi niyetimle dolaşıyorum bienali.
Ekonominin Estetiği, Bir Estetik İşçisi Olarak Sanatçı
1976 Paris-Alman borsasına ait göstergelerin birer sanat çalışmasına dönüşmüş olması ekonominin alışılmadık estetiğini hissettirdiğinden şaşırtıyor beni (Trend Welt Börsen adlı çalışma).
Devam edecek olursak, Ben Aşağıda İmzası Olan 2007 tarihli Rabih Mrove’nin, Lübnan savaşı üzerine çalışması sonuna dek okuyabilenler için oldukça etkili olmuştur diye düşünüyorum. Rabih Mrove Lübnan savaşında kendi tavrı için özür diliyor bir mektupla, bir video gösterimi ile birlikte mektup alt yazı olarak geçiyor bu çalışmada. Mrove ‘bu itiraf değil özür’ diyerek savaşın suçlarından dem vuruyor.
Yüksel Arslan’ın Kapital Serisi, KP Brohmer’in Bir İşçinin Ruhu ve Hissiyatı, Artur Zmiyewski’nin Varşova isyanı, kürtaj yanlısı ve karşıtı miting gösterileri, işçi bayramı gibi kitle gösterilerinin video kolaj çalışması, ‘Sana Yeni Bir İş Buldum’ (Aydan Murtezaoğlu ve Bülent Şangar’ın İşsiz İşçiler adlı çalışmasıdır) başlıklı çalışması, sanatın tarafsız olmadığını gösteriyor gibiydi. Ancak bu kez salonlarda yapılmasına ve Türkiye’de yaşayan işçilerin çoğunluğunun hiç umrunda olmamasına rağmen, bu çalışmalarda işçi sınıfı için bir üretim söz konusuydu, sanatçı da estetiğin işçisiydi, o da kapitalizmden şikayetçiydi. Bienal tüm eleştirilere rağmen bizlere işçi sınıfının estetiğini, kapitale karşı karikatürü, afişi, renkleri gösteren bir çalışmalar bütünü olduğunu gösteriyordu, aynı zamanda adını dahi hiç duymadığımız bir çok başka coğrafyaların sanatçılarını bizlerle buluşturan bir mekandı.
Benim en çok etkilendiğim çalışma kendilerini ‘eröristler’ olarak tanımlayan grubun Erörist Kabaret adlı çalışmasıydı sanırım. Eröristler şöyle diyorlar; ‘Love, love and love… that beautiful mistake-sevin sevin o güzel yanılgıyı’. Presentabl, düzenli dünyaya (!) bir yanıt. Kırmızı ve siyah renklerle anarşik bir düzen içinde gerçek bir kabare burası, Troçki’nin kanlı bir baltayı arkadaşları Diego ve Breton’a anlattığı, genç bir kadının bir askerin karşısında pipo tüttürdüğü, Che’nin elinden tüfeği alınmış halini oynayan geçtiğimiz yüzyılın birçok sanatçısının, filozofunun ve politikacısının yer aldığı bir tiyatro sahnesi.
Eröristler ‘mükemmellik olarak başarısızlığı ve haz olarak hata'yı kendilerine yöntem olarak belirlerken bundan çok da eğleniyor gibiydiler. Sağ olsunlar bizi de bu çalışmalarıyla sahiden heyecanlandırdılar. Gerçekten Antrepo’daki belki de en yeni ve en radikal çalışma olduğunu söyleyebilirim.
Sharon Hayes’in ‘Seni Sevdiğimi Bilmiyordum’ adlı çalışmasına da değinmeden geçemeyeceğim. Bir aşk mektubunun İstiklal Caddesi üzerinde bir epik tiyatro misali okunduğu kısa filmde 'aşk örgütlenmektir' cümlesini yeniden, bir de bu çalışmada duymak güzeldi. Aklımıza Ece Ayhan’ın ‘aşk örgütlenmektir, bir düşünün abiler.’ şiiri daha bir gerçek geldi. Aşk sahiden örgütlenmekti. Bedenlerin ve kalbin örgütlülüğü…
Kapanıyor Bienal
'Bienali kapatıyoruz' seslerini duymaya başladığımda henüz tüm eserleri görememiş olduğum için paniğe kapılıp kendimi karanlık dar bir koridora attım. İçeride bir kısa film gösterimi vardı bir de boş koltuklar. Herkes bu sırada yavaşça boşaltıyordu salonu. Ekrana yakınlaştım. Çok yaşlı bir kadın bir şarkı söylüyordu. Herkes gitti bir tek bu küçük kuş kaldı burada gibi bir sözü vardı…
Sonra kadın sustu. Derin bir nefes aldı maskesinin ardından. Maskesini çıkardı. Azıcık kalmış saçları dağıldı. Bana baktı. Peki ya aşk? dedi.
O sırada görevli gençten bir çocuk içeri girdi. Üzgünüm kapatıyoruz diyerek çıkmam gerektiğini belirtti.
Bienalin bir başka sorusu?
İnsan neyle yaşar? Neyle mi? Belki önce ekmek evet, belki sonra ahlak ama, peki ya aşk?
aslı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder