5 Ekim 2009 Pazartesi

Alpagut Deneyimi: İşçi Sınıfı Yönetiyor

Sosyalistler sohbetlerinde sık sık karşılaşırlar... Önce sosyalist olduğunuz öğrenilir ve şaşkın ifadelerle yüzünüze bakılır, sonra soru yağmuru başlar. İşin garip tarafı, Marksizmi çüreteceğini zannedenler Marksizme dair iki satır bile bir şey okumamış olurlar genellikle. Bildikleri “sosyalizmin çökmüş” olduğudur, ama hiç merak etmezler; gerçekte çöken neydi diye. Azimlidirler, onlara kapitalizmin ne olduğu ve nelere yolaçtığını sabırla anlatırsınız. Çözümün kapitalizmin ilgasında olduğunu ve bunu yapabilecek tek toplumsal gücün işçi sınıfı olduğunu belirtirsiniz, elbette bunun temellerini de koymalısınız. Yine genellikle, sohbet içerisindeki sağlıklı unsurlar ikna olmaya başlarlar, ancak kendilerinden emindirler: bir açığını bulup çürüteceğiz! İşte bu çürütme çabalarında ortaya çıkan saçma sorulardan biri de “yahu tamam da, bu işçiler mi yönetecek?”tir.


Bir Geçiş Dönemi
Geçiş dönemleri genelde sancılı olur, ancak bizim bahsedeceğimiz geçiş dönemi toplumun son sancısıdır. Marksizmde kapitalizmden sosyalizme (komünizme) geçiş dönemi olarak ifade edilen proletarya diktatörlüğünden söz ediyoruz. İşçi sınıfının kendisiyle birlikte tüm sınıflara ortadan kaldırmak için gereksinim duyduğu dönem, komünizme geçiş dönemi. Bunun yalnızca dünya çapından tamamlanabileceğini bir dipnot olarak düştükten sonra yüzümüzü kısaca bu geçiş dönemi deneyimlerine dönelim.

Bunun ilk girişimi Paris işçi sınıfı tarafından gerçekleşmişti, girişim dememiz bütünüyle bu kavramı karşılamamasından dolayı. Paris Komünü, bir ilkti ve yenildi, ancak geri gelmek üzere. Bu miras Rusya'da yeniden ortaya çıktı. 1905 devrimiyle birlikte başlıca sanayi kentlerinde işçiler sovyetler kuruyorlardı. Bu, Rusyalı Marksistler de dahil olmak üzere ilk önce büyük bir şaşkınlıkla karşılandı. İşçi sınıfı öğretiyor!

Sovyetler işçi sınıfının bahsi geçen geçiş döneminin iktidar organlarıydı. Bu, dönemin Marksistleri tarafından görülen bir olguydu. Fabrikalarında ve işyerlerinde işçi sınıfı sovyetlerini (meclis) örgütlüyor ve onlar aracılığıyla siyasete müdahala ediyordu. Geçiş döneminin iktidar organları bulunmuştu, çoğunluğun azınlık üzerindeki egemenliğinin, işçi demokrasisinin organlarıydı bunlar. 1905 devriminin yenilgiye uğramasıyla birlikte sovyetler de ortadan kaldırıldı. Ancak geri dönmeleri çok uzun sürmeyecekti. 1917 şubatında başlayan işçi devrimiyle birlikte her yerde yeniden ortaya çıktılar ve Ekim ayında iktidarı aldılar.


Alpagut'ta
İşte, bu deneyimin Türkiye'deki ilk önemli örneği Alpagut'ta yaşandı. Takvimin 1969'u göstermesi şüphesiz tesadüf değil, 15-16 Haziran'a ne kaldı ki? İşçi sınıfı mücadelesinin giderek yükseldiği bu dönemde Çorum İl Özel İdaresi'ne bağlı Linyit işletmelerinden “işgal” sesi geliyordu.

Burada Bağımsız Çorum ve Ahalisi Maden İşçileri Sendikası örgütlüydü. İşçileri işgale iten birçok neden vardı. Ücretlerini parça başı aldıkları gibi, oldukça da az bir gelir elde ediyorlardı. Bununla birlikte çalışma güvenliğinden de yoksundular bu yüzden birçok iş kazası meydana geliyordu. İşçiler bu sorunların giderilmesi talebini ilettiler, ancak reddedildiler. Bunun üzerine fabrikada toplantılar düzenlemeye başladılar ve içlerinden seçtikleri temsilcileri sendikayla görüşmek üzere Ankara'ya gönderdiler. Tesadüfe bakın ki, sendika şube başkanı aynı zamanda işletmenin bölge müdürüydü!

Dolayısıyla sendika zaten patrondu. 786 işçi, böylesi koşullara ücretlerinin 73 gün boyunca ödenmemesi de eklenince 16 Haziran'da fabrikayı işgal edip yönetmi el koydu. İşçiler ilk iş olarak, işçi denetimini sağlayacak düzenlemeler yaptılar. İşletmedeki tüm işçilerin yer aldığı İşçi Genel Kurulu oluşturuldu, bu kurul da üretimi yönetecek bir İşçi Konseyi seçti. Gerektiğinde İşçi Konseyi üyeleri genel kurul tarafından değiştirilebiliyordu. Konsey düzenli olarak hafta bir, olağanüstü durumlarda hemen toplanıyordu. Eski iş bölümü işleyişini bir kenara bırakarak, verimliliği azami düzeye çekmeye çalıştılar.

İşçi Konseyi, işletmedeki bütün işçilerin onayıyla ve seçim yoluyla belirlendi. Konsey, bir yandan işçiler adına ocaklardaki her türlü faaliyeti düzenleyip denetleme, öte yandan işgal öncesinde devralınan memur, muhasebeci ve teknik personeli kontrol etme görevini yerine getirdi. Yüksek maaşlı yöneticilerin işine son verildi. Tüm ayrıcalıklar kaldırıldı.

İşçiler üretimi yeniden örgütlediler, 8'er saatlik üç vardiya yapıyorlardı. Mesaisi biten işçiler 8 saat daha fabrikada nöbet tutup olası bir saldırıya karşı önlem alıyorlardı. Alpagut'ta çalışma disiplini ve üretimin yeniden örgütlenmesi sonucu üretim kısa sürede artış gösterdi. İşletme, patronun yönetimi altında zarar ederken, işçilerin yönetimi altına girdikten kısa bir süre sonra kâr etmeye başladı. 2. ve 3. haftalarda üretim hacmi yüzde 50 arttı. Eskiden 250-300 ton olan üretim, 410-450 tona kadar yükseldi. İşçi Konseyi, üretim faaliyetinin sürekliliğini sağlamasıyla birlikte, üretilen kömürün satışını organize etti ve geliri işçiler arasında eşitçe bölüştürdü.

İşçilerin hem üretip hem de yönetiyor oluşları, hem de bunu kapitalistlerden daha iyi yapıyor oluşları büyük bir yankı uyandırdı. Elbette böylesi tehlikeli (!) bir duruma burjuva devlet uzun süre müsaade edemezdi. İşgalden önce işçilere karşı çıkan sendikacılar da işletme yönetimine katıldılar ve yıkıcı rollerini bir kez daha gösterdiler. İçişleri bakanlığı tarafından verilen talimatla Ankara'dan Çorum'a gönderilen jandarma birliği madeni kuşattı. İşçiler direnmekten yanaydılar, ancak gardiyanları sendikacılar onları sakinleştirdi. Jandarmanın operasyonuyla birlikte işçi yönetime son verildi. 7 işçi, 5 sendikacı ve bir memurun işine son verildi. İşçiler buna karşı 2 gün boyunca madene inmediler.

Alpagut deneyimi, Paris'ten Petrograd'a, Budapeşte'ye, Berlin'e ve daha bir çok yere ulaşan işçi sınıfının bu topraklardaki sesiydi ve geleceğin habercisiydi. İşçi sınıfı ürettiği gibi yönetebildiğini de gösterdi. Kendiliğinden gelişen bu deneyim, işçi sınıfı okulunun önemli bir dersi olarak tarihe geçti. Bitirmek gerekirse, “evet, onlar yönetecek”.



Prometheus

Hiç yorum yok: