17 Ekim 2009 Cumartesi

Izgnanie / The Banishment / Sürgün


Sovyet sinemasının dünya sinema tarihi açısından önemi tartışmasız büyüktür. Sinemanın emekleme döneminde özellikle Eisenstein’ın öncülük ettiği film grameri ve kurgu tekniğinde çığır açan Pudovkin, Kuleshov gibi yönetmenleri yetiştirmiştir. Sovyet sineması kısa bir dönem gerileme dönemi yaşasa da 1960-70'li yıllarda çektiği filmlerle sinemanın ruhanî yanıyla ilgilenen, filmlerde felsefi anlam dünyaları oluşturan, birçok yönetmene ilham kaynağı olacak Andrei Tarkovsky ile devam etmiştir bu süreç. Bugün Tarkovsky’nin mirasını devam ettirdiği düşünülen Andrei Zvyagintsev, henüz iki film çekmesine rağmen, ilk filmi “Dönüş” ile Venedilk Film Festivali’nde Altın Aslan ve “Sürgün” ile 2007 Cannes en iyi erkek oyuncu (Konstantin Lavronenko), Moskova Rusya Film Klüpleri Federasyonu ödülü alması haricinde sinematografisi, alt metinleri, ahengi ve “kendine has”lığıyla, “deneyimli” yönetmen edasından da öte olgun, özgün ve çok başarılı bir noktadadır.

Pulitzer ödüllü Ermeni yazar William Saroyan'ın "The Laughing Matter" adlı kitabından uyarlanan “Sürgün”, aile dramı üzerinden, alt metinlerle verilen dinsel, siyasi, sosyolojik saptamalar ve mesajlar yanında, asıl olarak sevgi, yabancılaşma, yalnızlık, aile kavramı temaları üzerine yapılanıyor.
Filmin başlangıcında; gösterişsiz, alımlı bir ağaç, geniş alanda sabit görüntüde. Ayrıntıda, kıpırdayan dalları… doğanın içine alan, yaşatan, kameranın yavaşça süzülmesi, doğaya akıp gitmesi…
Sabit bir görüntüdeyken bile hareketliliği, çekim açıları, sahneler, ses, müzik, görüntüyle bütünlükten doğan ahenk, çekici hava, dingin sahneler, yavaşlık, görüntüleri sindirmek, hissetmek, “beklemeler”in tadındalığı; sahnelerde bilinmezlikler, durağanlık, sadelik, renklerin kullanımı, imgeler, uyum, geçişler, kurgu, karakterlerin güçlüğü, görselliğin doygunluğu…
Bir filmle, yağmurun varlığını özümsemek... Sesin içteki yankısına ulaşmak…
Olay örgüsünde, sert bir baba karakteri; mesafeli, ciddi... Ataerkil dünyadan nasiplenmeler... Aile içinde “kız çocukluğu” durumu, “kadınlık” durumu. Aile kavramı. Babanın sevgisini göstermemesi. Evlilik, zorunluluk, biçilen roller. Kadınların “erkek çocuk verme ”yükümlülüğü, ev işleri, itaat rolünün kabul olma durumu... Aldatma kavramı. “Ceza” olarak öldürmenin ‘sadece bir karar’a bağlılığı. Formaliteler...
Karşısında anlamaktan, dinlemekten kendini uzaklaştırmış eşini her defasında bulmasının çaresizliğine gömülü kadın. Yıllardır “yabancı” olarak yaşamanın tahammülünün son noktalarında, çözümü bilmeden, çaresiz, ama bir umut olmasını umut ederken. Anlatabilmeyi son denemeleri; gücünün son noktasına kadar…
Film, kadının anlatmak istediklerini anlatmak istiyor ve belki de adamın yapmak isteyip içinde bir yerlerde, ulaşamadığı, yapamadıklarını…
Kadın konuşmak istiyor, birbirlerine iyice yabancılaştıklarını, aslında hep yabancı olduklarını. Kadın seviyor. Yabancılıktan yakınıyor; anlaşılamamadan, boğulma, çıkışa ulaşamamalardan. Bizler sadece kendi anne babamızın çocukları değiliz diyor, sadece onların değil. Çocuklarımız bizim değil sadece… Herhangi bir şey gibi, sadece, ailede ona yüklenen rolün hatırına sevilmekten, ‘eş durumuna’ sevilmekten, yıllarca böyle yaşamaktan bezginliğini yansıtıyor. Aileden aileye, toplumdan aileye, babadan oğula geçen bir rol, bir kısır döngü… Ölü bir yaşam, ölsün diye bir yaşam daha vermek istemiyorum diyor karnındaki bebeği için, ölüm olmadan da yaşayabiliriz ve sadece birlikte mümkün bu diyor. Tüm bunları anlatamazlığıyla, derin yalnızlığıyla boğuşuyor. Çocukların sahipleri olmaması gerektiğini anlatmak istiyor belki de, kendi genlerimizi taşımıyor diye aitlik hissetmeyip “kendi” yanında “diğeri”ni önemsizleştirmeyi, hiçleştirmeyi, kabul etmemeyi, kabul etmiyor.
Ve film ayrıca; sevebilmekten yoksunluğun, “en kötü”lüğünü anlatıyor…
Tüm bunlara, hikaye bir araç oluyor, olayı anlatış biçimi, 150 dakika boyunca, az konuşan karakterler, sessizlik içinde, az bilgiyle ama kendine bağlayan, etkileyen ilerleyişi, sona kalan tüm düğüm çözülmeleri, yine kendine özgü, her yere hakim, üstü kapalı anlatımıyla, çarpıcı son…
Hikayeyi anlatmak önemsizleşiyor, dikkatle, özenle seyretmek size kalıyor…
PAN

Hiç yorum yok: