19 Ekim 2009 Pazartesi

17 Ekim 2009 Cumartesi

Bienal İçin



Bu yıl onbirincisi düzenlenen İstanbul Bienali, 99 yılından beri Hırvatistan’ın Zagreb kentinde faaliyet gösteren küratör kolektifi WHW (what, how & for whom) grubunun çalışmalarıyla gerçekleşti. 8 Kasım’a dek İstanbul’da üç ayrı mekanda 120’den fazla sanatçının eserleri gösterilmeye devam edecek.
Öncelikle bienalin yalnızca Antrepo’daki faaliyetlerini görmüş birisi olarak yazdığım yazının bir bütün olarak eksik kalacağını şimdiden vurgulamalıyım. Çünkü bienal Brecht, Elisabeth Houptmann ve Kurt Weil’in birlikte yazmış olduğu ‘Üç Kuruşluk Opera’nın 2. perdesinin kapanış şarkısı olan ‘İnsan Neyle Yaşar?’ başlığı ile hazırlanmış bir çalışma. 3 ayrı mekanda da birbirini bu konu ile bir şekilde kesen ve bütünleyen çalışmalara yer veriliyor, yani bienalin bir mekanını gezmek bir eleştiri yazısı yazmak için yeterli olmayacak. Örneğin benim gittiğim Antrepo’daki eserler daha çok işçi sınıfı, ekonomik kriz ve sınıfsal çelişkilerin baz alındığı bir çalışmayken, Rum Okulu’ndaki çalışmalarda daha çok ‘emek-beden’ konulu eserlere yer verilmiş.

Smania

Yağmurlar hangi ülkenin vatandaşıdır bilir misiniz,

Ya bulutlar gökyüzü,

Kediler, kuşlar…

Hangi gümrük memuru sormuştur pasaportunu güneşe,

Kim durdurabilmiştir rüzgarı sınırda,

Öylesine sıcak, öylesine bozkırdan kuzeye akarken,.

Söyleyin ne olur,

Sabah ayazları,

Çırılçıplak ayaklar

Ve usulca önümüzde büyüyen bahar sabahları

Hangi ülkenin vatandaşıdır?

Japon

Yafa’nın portakallarını kimler yiyecek?

Kim koklayacak Sicilya’nın çiçeklerini?

Hattuşa’nın şarkılarını kimler söyleyecek?

Kim toplayacak Eolya’nın zeytinlerini,

Dersim’in dağlarında kimler uyuyacak?

Göçmenlerin şarkısı tüm bu dünyanın sahnesi,

Kırılmamak için

Bir yol mücadelesi.


ferahi

Çin'de “Sosyalizm” Maskesi Altında 60. Yıl Kutlamaları


Kimi zaman öyle şeylerle karşılaşırsınız ki, karşınızdaki şaka mı yapıyor yoksa ciddi mi ayırt edemezsiniz. Çin hakkında söylenilenler de bizde bu etkiyi yaratıyor ve yalnız olmadığımıza eminiz. Eminiz çünkü, “5 yaşındaki çocuk bile bilir” deyişi burada gerçekliğe dönüşüyor. Bugün hala, Çin Halk Cumhuriyeti'nin “sosyalist” olduğunun ileri sürülmesini kastediyoruz.

Izgnanie / The Banishment / Sürgün


Sovyet sinemasının dünya sinema tarihi açısından önemi tartışmasız büyüktür. Sinemanın emekleme döneminde özellikle Eisenstein’ın öncülük ettiği film grameri ve kurgu tekniğinde çığır açan Pudovkin, Kuleshov gibi yönetmenleri yetiştirmiştir. Sovyet sineması kısa bir dönem gerileme dönemi yaşasa da 1960-70'li yıllarda çektiği filmlerle sinemanın ruhanî yanıyla ilgilenen, filmlerde felsefi anlam dünyaları oluşturan, birçok yönetmene ilham kaynağı olacak Andrei Tarkovsky ile devam etmiştir bu süreç. Bugün Tarkovsky’nin mirasını devam ettirdiği düşünülen Andrei Zvyagintsev, henüz iki film çekmesine rağmen, ilk filmi “Dönüş” ile Venedilk Film Festivali’nde Altın Aslan ve “Sürgün” ile 2007 Cannes en iyi erkek oyuncu (Konstantin Lavronenko), Moskova Rusya Film Klüpleri Federasyonu ödülü alması haricinde sinematografisi, alt metinleri, ahengi ve “kendine has”lığıyla, “deneyimli” yönetmen edasından da öte olgun, özgün ve çok başarılı bir noktadadır.

Cinsel Devrim - Aile Sorunu


Cinsellik, belki de yaşadığımız çağın en geri kalmış konusu. Bilimde, teknolojide ve sanatta hızla ilerleyen 21.yüzyıl insanı maalesef cinsellik konusunda buyurgan ahlaka boyun eğmiş durumda. Bu tek başına oluşan bir gerilik değil tabiî ki. Kapitalizmin ve onun toplumsal enstrümanlarının (aile, evlilik vb.) oluşturduğu bir gerilik. Tutucu ahlak göründüğü gibi sadece ideolojik bir yapı değildir. Maddi koşullar tarafından ayakta tutulur. Bu yüzden kapitalizm ve cinselliği birbirlerinin öncesi yada sonrası olarak değerlendirmek doğru olmaz.

Güneş de Doğar


Hayatımızda güneşli ve uzun günler vardı; gecelerinin de gündüz gibi olduğu günler. Sürekli koşuşturmalarımız, taşlarla bölümler verdiğimiz evlerimiz, pet şişe telefonlarımız, top bulamadığımızda çoraplardan yaptığımız dokuz taş toplarımız…-..ortada kuyu var yandan geç.. Taşları yıktığımızda koşuşmalarımız, sanırım en çok bu oyunu sevdim çocukluğumda. Yorulmak bilmeyen, koşmalara koşturan oyunumuz.. O zaman arkadaşlar da bir başkaydı sanki, kadın-erkek yoktu sadece oyun vardı. Geceleri uyumak, yemek yemek, yıkanmak dışında pek eve uğradığımızda olmazdı. Buna rağmen nedense bildiğim tüm evle ilgili işleri o dönemde öğrendim, hatta yemek yapma deneyimlerim de bu zamandan kalma. Farkında olmadan geleceğin kadınları olmak için dersler alıyorduk annelerimizden, çoğundan kaçsak da.

Die Welle


2008 yapımı bir Alman filmi olan Die WellTarayıcınız bu resmin gösterilmesini desteklemiyor olabilir. e'nin (Dalga) yönetmenlik koltuğunda 1973 doğumlu Dennis Gansel oturuyor. Yaşanmış olaylardan beyazperdeye aktarılan filmler kurgu filmlere göre izleyicide bir kat daha fazla etki bırakır, bu kimsenin karşı çıkacağını düşünmediğim bir gerçek. Die Welle filmi de tam olarak bu tanıma uyuyor.

Gazetecinin Ölümü

Resmini bir türlü yapamadım

Dağılmış bir yanında yatıyor fotoğrafları

Kalemi yokuştan aşağı iniyor tıkır tıkır

Küçük el yazısıyla not ettiği şiirleri

Uçuyor rüzgarda...

Karışıyor mazgaldaki kokuya kan kokusu

Ve en tuhafı da ne biliyor musun?

Bir gece vakti sokak ortasında vurulan gazetecinin üstünü

Mahalleli gazete parçalarıyla örttü.

Sıkıntının Günlüğü

Hayat ne kadar sıkıcı…

Saat hiç ilerlemiyor…

Bir dakika daha geçti…

Paranın da bir değişken olarak bulunduğu tüm denklemler çözümsüz…

En iyisi ‘’normal şartlar altında’’ kurulan tüm bu denklemlerdeki şartların normalliğini değiştirmek…

Kaygılar, kaygılar, kaygılar…

Yaş-lan-mak…

Karınca ordusu karnımda bir yerden bir yere göç ediyor…

Her şey değişir de mavi gömleğin mavisi nasıl aynı kalır?

Deterjan reklâmı gibi…

Aslında, belki de hiç bir şey değişmiyor…

Yemek yapmak, çamaşır asmak…

Üstelik aitlik hissi olmadan, zaman denen olgunun hareketinin yavaşlığına katlanabilmek için…

Siyah saçlar, siyah gözler, siyah, siyah, siyah…

Düzenin karmaşası, karmaşanın rutinliği…

Erkekler ve kadınlar özgüvensiz ama mutlu…

Gülümseyen dişler kime acaba?

Sonra sayılabilirlik, sayılamazlık, aymazlık…

Gelmeler, gitmeler…

Kime olduğu bilinmeyen söylenmeler…

Ve belki en acıklısı dönüş üstüne söylenenler…

Feriköy'e Giderken

Hepsini gördüm

Tanıdım ellerinizin.

Gözleriniz neden yoktu sayfa aralarımda?

Bir de acaba,

Neden işi

Bu kadar zorlaştırıyorsunuz

Bay Remi Piyero Marinçiç,

Beni sevdiğiniz halde?

Volver Filmi Hakkında


Volver (İspanyolca dönüş anlamına geliyor), yönetmen Pedro Almodóvar'ın 2006 yapımı filmi. Filmi izlemeye başladığınızda daha baştan şaşırtıyor sizi. Sonra sevimli bir karmaşayla devam ediyor. Birden fazla kadının hikâyesinin birbirinin içine girdiği bir film. Benim bu filmde dikkatimi çekenler; başroldeki kadının güçlü karakteri ve film de cinayet, taciz gibi olayların tüm yalınlığıyla anlatılışıydı. Daha sonra filmle ilgili kısa bir araştırma yapınca karşıma yönetmen Pedro Almodovar’ın bu noktaları özenle filme işlediğini öğrendim, filmlerinde kadın hikâyelerinden yola çıkarak hayatı anlatmaya çalışan yönetmenin bu konuda çok başarılı olduğunu belirtmek gerekir.

Bu rüzgârın içinde bir yelken,

Bu denizin içinde bir tuz,

bir dalga,

bir yansıması

bulutun.

Bu sesin içinde bir gemi,

Bu duvarın üstünde bir denize karşı,

bir ufka karşı,

bir tarih.

Ellerin senin.

Gözlerin sesin

Ve nefesin.

ferahi

Staj Adı Altında Sömürüye Hayır!



Kapitalistlere vasıflı ve nitelikli işçi yetiştirmekle görevli olan okullar, onların isteklerine uygun işçi yetiştirmek için teorik eğitim sürecinin yanı sıra sanayi ve hizmet sektörlerine, “iş öğretme” bahanesiyle zorunlu kıldığı staj uygulaması ile stajyer işçi gönderiyor.
Stajyer işçi gönderen okulların başında meslek ve teknik liseler, meslek yüksekokulları ve lisans eğitimi veren üniversiteler geliyor. Kapitalistler işgücü ihtiyacını karşılamak için söz konusu bu okullar ile birlikte her daim işbirliğini geliştirmeye yönelik oldukça önemli adımlar attılar. Belki de atılan adımlardan en önemlisi, çeşitli sanayi (imalat, metal, tekstil, gıda, vb.) ve hizmet sektörlerinde (eğitim, sağlık, bankacılık, vb.) stajyer işçi çalıştırmak diyebiliriz. Kapitalistlerin veli nimet olarak gördükleri stajyer işçiler, çalıştıkları sektörlerde, meslek bölümlerine göre üç ay ile bir yıl arasında değişen zaman zarfında çok düşük ücretlerle ya da -genelde- ücretsiz olarak sermaye sınıfının boyunduruğu altında sömürülüyor.

6 Ekim 2009 Salı

Bitirirken

Öğrenim yılının sonuna geldik. Elinizdeki 9. sayıyla birlikte İktisat-Siyaset yaz dönemi kampına giriyor. Malum okullar tatil olacak. Bu yılın son sayısının Mayıs-Haziran şeklinde iki aylık çıkmasının nedeni yine Haziran'ın sınavlar ayı olmasından kaynaklanıyor, biz de bu yüzden iki ayı birleştirmenin daha uygun olacağını düşündük ve ortaya elinizdeki sayı çıktı.

5 Ekim 2009 Pazartesi

kitap önerisi


Öneri Kitap

"Bireyi kutsal kılmak için onu çarmıha geren toplumsal düzeni yıkmalıyız. Ve bu sorun, ancak kan ve demirle çözülebilir."
Trotskiy

'Trotskiy'in devrimci Rusya'nın İçsavaşının harareti içinde yazdığı Terörizm ve Komünizm, devrimci diktatörlüğün en etkili savunularındandır. Düşünür Slavoj Zizek bu kitap için yazdığı kışkırtıcı yorumda Trotskiy'in liberal demokrasinin yanılsamalarına yönelttiği saldırının bugün de hayati geçerliliği bulunduğunu savunuyor.' (Arka kapaktan)

Troçki bu kitabı Karl Kautsky'ye yanıt olarak kaleme almıştı.

15. Köfte ve Polis Şenliği

Başlığı okuyunca böyle şenlik mi olur diyeceksiniz, eminim ancak Zonguldak Karaelmas Üniversitesi (Z.K.Ü) 15. Kültür Sanat Spor Şenliği süresince bakıp göreceğiniz yalnızca bu ikisiydi. Hayatımda ilk defa bir üniversitede şenliğe katıldım. Şenlik başlamadan günler önce şenliğe dair çok umutlarım vardı, çok hareketli ve eğlenceli geçeceğini düşünmüştüm, ancak; gelin görün ki şenlikte 15-20 köfte standı ve çok sayıda resmi ve sivil polis dışında hiçbir şey yoktu. Öncelikle bu kadar çok gıda olması kısmen anlaşılır, hem esnaf, hem de standı açan ve çalışan öğrenciler para kazanmış oldu, ama bir eğitim kurumunda düzenlenen şenlikte daha çok bilim ve teknik stantlarının olması gerekirdi. Oysa burada sadece makine mühendisliği öğrencilerinin kendi yaptıkları makineleri sergiledikleri ve genel-kültür yarışması düzenledikleri stant dışında kayda değer bir şey yoktu.

Açık Atlas

Hayattan ders veriyor diye öğretmenleri kızdıran
Tuzu bir bulmuş çocukları saklamadan güldüren dünyaya
Su kaçırmaz bir eşeğin sesine açıktır penceresi
Bir sınıfın, batı son dersinde, kuşluk vakti

Meşeler yapraklanınca bir tuhaf olurlar işte
Koparılmış kürt çiçekleri, hatırlayarak amcalarını
Azınlıkta oldukları bir okulda bile, sorarlar soru
Neden feriklerin ve eşeklerin memeleri vardır?

En arka sırada çift dikişliler, sınavda en öne
İntihara ve denizde nasıl boğulmaya çalışırlar
Yalnız Orta Doğu'da el altında satılan bir atlas
Kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz

Bakıldı ki kum saati, ters çevrilmiş, çıt, usul isa asi olmuş
İkinci karnede babası yarısını silahıyla dışarda bırakıp
Öyle öğretildiği için saygılı, sınıfa giren parmak çocuğun
Boş yerine, girilmeyen bir dersin denizi, gelip oturmuş

Açık kalmış atlası, deniz taşmıştır, darılmasın Fırat ama

Hayatın orta öğretmeni sustu, dondu gülmeleri çocukların
Bir cenaze töreninde daha ölümlü karşılamaya götürüleceğiz

Efendiler! Eşekler susabilirler
Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi?


Ece Ayhan

PULLAR, ZARLAR

“Sen hep böylesin işte” diye başladı cümleye kadın yan masada, kulak kabarttım önce istemeden, sonra merak ederek; ’’iyi ki ayrılmışım senden, hayatım daha beter zindana dönmeden’’ dedi, sonra bir hışımla tavla pulunu vurdu tahtaya. Adam şaşırıyormuş gibi izliyordu kadını sonra yavaşça konuşmaya başladı, kadının hâkim olamadığı o vahşi sinirine rağmen adam bir o kadar sakindi: “ben seni hep sevdim oysaki’’ ve “tek derdim seni memnun etmekti’’ diyerek pulu sakince yerleştirdi.

15-16 Haziran 1970: İşçi Sınıfı Ayakta

1960'ların sonunda yükselen işçi hareketinin DİSK’te örgütleniyor olması burjuvaziyi bir karşı adım atmaya, DİSK’i tasfiye etmeye zorladı. Bunun için mecliste bir yasa tasarısı hazırlandı ve sendikacılık yalnızca Türk-İş’in tekeline bırakılmak istendi. Yasaya göre amacın DİSK ve ona bağlıi sendikaların faaliyetini kısmak ve bütün işkollarında Türk-İş'i yetkili kılmak olduğu açıkça görülüyordu. Tasarının Meclis’te kabulünden dört gün sonra 15 Haziranda işçilerin protesto eylemleri başladı. DİSK’e üye olmayan sendikalara bağlı işçilerin de yoğun katılımı ile eylemlere ilk gün 70 bin ikinci gün ise yaklaşık 150 bin işçi katıldı. İstanbul ve İzmit'teki sanayi bölgelerinde iki gün süren eylemler 16 Haziran aksamı bu kentlerde sıkıyönetim ilan edilmesi ve DİSK yöneticilerinin direnişi sona erdirme çağrısıyla sona erdi. Sonuç olarak işçiler fabrikalarına geri döndüler ve yasa tasarısı geri çekildi.

Alpagut Deneyimi: İşçi Sınıfı Yönetiyor

Sosyalistler sohbetlerinde sık sık karşılaşırlar... Önce sosyalist olduğunuz öğrenilir ve şaşkın ifadelerle yüzünüze bakılır, sonra soru yağmuru başlar. İşin garip tarafı, Marksizmi çüreteceğini zannedenler Marksizme dair iki satır bile bir şey okumamış olurlar genellikle. Bildikleri “sosyalizmin çökmüş” olduğudur, ama hiç merak etmezler; gerçekte çöken neydi diye. Azimlidirler, onlara kapitalizmin ne olduğu ve nelere yolaçtığını sabırla anlatırsınız. Çözümün kapitalizmin ilgasında olduğunu ve bunu yapabilecek tek toplumsal gücün işçi sınıfı olduğunu belirtirsiniz, elbette bunun temellerini de koymalısınız. Yine genellikle, sohbet içerisindeki sağlıklı unsurlar ikna olmaya başlarlar, ancak kendilerinden emindirler: bir açığını bulup çürüteceğiz! İşte bu çürütme çabalarında ortaya çıkan saçma sorulardan biri de “yahu tamam da, bu işçiler mi yönetecek?”tir.

Küba ve Venezuela Üzerine

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye solunda da egemen olan ve doğası gereği tartışmaya kapalı olan efsaneler vardır. Öyle ya, bir efsane sorgulandığında -eğer tutarlı bir sorgucuysanız- sonuna kadar gidip tüm efsanelerin nedenleri üzerine düşünmeye başlar ve mantıken tümünü reddetmeye varabilirsiniz. İşte, eleştiriyi varlığının bir parçası kılması ve bunu yapmadığında samimiyetinin/gerçekliğinin sorgulanması gereken solun efsanelerinden (kutsalı da denebilir) en önemlisi Küba'dır. Ezici çoğunluğa göre (ağırlıkta Stalinistler olsa da buna sözde Troçkistler de dahil) Küba'da sosyalizm yaşanmaktadır veya bir işçi devleti vardır.

4 Ekim 2009 Pazar

Kutsallığın Bedeli Ve İnkarı

Almanya’da okul masraflarını karşılamak için bekâretini internetten açık artırmayla satışa çıkarıp 8 bin sterlin (20 bin TL) karşılığında bir işadamıyla birlikte olan 18 yaşındaki Romanyalı kadından bahsediyordu geçtiğimiz günlerde burjuva basını. Gazeteler olayı oldukça sıradan bir habermiş gibi geçtiler. Haberin devamında Alman devletinin vergi almak için genç kadının peşine düştüğü söyleniyordu. Çünkü Almanya'nın bu bölgesinde fahişeler kazançlarının yüzde 50'sini devlete vergi olarak ödüyorlar! Yalnızca bu haber bile bizi, kapitalist toplumun akıl almazlığını yeniden ortaya koymaya zorluyor.

İspanya İç Savaşı'nın Anatomisi


İşçilerin, ezilenlerin, yoksulların ve göçmenlerin hayatlarında karşı karşıya kaldığı sosyal ve ekonomik sorunları sinema dünyasına taşıyan İngiliz televizyon ve sinema yönetmeni Ken Loach, yönetmenliğini yaptığı “Ülke ve Özgürlük” filmi ile İspanya İç Savaşı'nın anatomisini gözler önüne seriyor.

İspanya İç Savaşı'nın başladığı 1936 yılının başlarında, İngiltere'nin Liverpool şehrinde yaşayan ve Britanya Komünist Partisi üyesi olan David, Franco faşizmine karşı mücadele eden Cumhuriyetçilerin direnişine destek olmak için İspanya'ya gider. Ancak burada kendi partisinin de üyesi olduğu Stalinist Komintern'e üye PCE (İspanya Komünist Partisi)'yle değil, “anti-stalinist” POUM'la (Birleşik Marksist İşçi Partisi) tanışır, ve POUM'un milis kuvvetlerine katılarak, onun açtığı cephelerde savaşmaya başlar.

Stalinist bürokrasinin egemen olduğu SSCB, iç savaşta anti-faşistlerin halk milisleri biçiminde savaşmasına karşı çıkarak silah ve erzak

Tiyatro Tarihinde Orta Sınıf Tiyatrosu ve 19.yy. Romantizmi

Tiyatro tarihiyle ilgili yazılarımızda bu sayıda Rönesans dönemi tiyatrosundan sonra ortaya çıkan orta sınıf tiyatrosu ve 19. yüzyılın romantizminin tiyatroya etkilerinden bahsedeceğiz.

Leylekler, Tarih Dersleri ve Svat Vadisi

Göç:

Mevsim böyle bahara dönünce ilk kez havada uçarken gördüğüm o büyük kuşu anımsarım. Kanatlarını arada bir çırpan kendini rüzgara bırakan o kocaman kuşlar. Okul bahçesinde gördüğüm o irice kuş gelip okulun bacasına kuruluvermişti. Ders zili çalınca hemen sormuştum dehşet içinde öğretmene. Çünkü bu kuşlar dinazorlar kadar büyüktü. Yoksa dinazorlar yeniden esir mi alıyorlardı insanları

3 Ekim 2009 Cumartesi

Asya’ya Açılan Kapı: Pakistan

Pakistan Devlet Başkanı Asıf Ali Zerdari’nin, geçtiğimiz Çarşamba günü Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai ve ABD Başkanı Barack Obama ile bir araya geldiği sıralarda hem Pakistan’da hem de Afganistan’da Taliban’a karşı büyük bir operasyon başlatıldı. “Ortak düşmanın Taliban ve Terörizm” olarak ifade edildiği toplantının yapıldığı sıralarda Pakistan ordusunun, ülkenin kuzey batısında yer alan Svat Vadisi'ne düzenlediği operasyonda yüzbinlerce kişi bölgeyi terk etti. Dahası aynı saatlerde ABD'nin "istikrarı tesis etmeye çalıştığı" Afganistan'ın Farah eyaletinde çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 120 kişi ABD Hava kuvvetleri'ne bağlı uçaklarla vuruldu.

Sivas Katliamı’nın Yıldönümü Yaklaşırken

'Firavunlar Mısır'da tabletleri kırdılar, yaktılar; Hitler orduları Avrupa'daki bütün kütüphaneleri yağmaladılar. Ama dünya tarihinde böylesi bir olaya çok az rastlanır. Ben bilmiyorum. Düşünen insanları bir binaya toplayıp üzerine benzin döktüler'; işte böyle diyordu 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı'nın ardından yüreği yalnızca 5 gün dayanabilen büyük usta Rıfat Ilgaz. Usta haklıydı, böylesine az rastlanırdı. Bir insan ömrü yetersizdi böylesi katliamlara birden çok kez tanık olmaya. Ama dünyanın her köşesinde, hele ki bu coğrafya üzerinde katliamın, kıyımın, vahşetin çok türüne tanıklık etti insanlık, tarih boyunca.

Mardin Katliamının Nedenleri ve Sorumluları

Mardin'in Mazıdağı ilçesi Zagırt (Bilge) köyünde 44 kişinin öldüğü katliama ilişkin senaryolar yazıldı, konuşuldu ve enine boyuna tartışıldı. Her kafadan farklı bir ses çıktı. Ama esasında burjuva medya ve basın, politikacılar ve askeri bürokrasinin dahil olduğu geniş bir koro aynı şeyi söylüyordu: Katliamın nedeni “töre”, “kan davası” ve “cehalet”.

2 Ekim 2009 Cuma

Obez Burjuva Yükü İşçinin Sırtında


Geçenlerde gazetede bir habere rastladım. Aslında bu, herkesin bildiği bir konu olsa da yaşadığımız toplumun işleyişini örneklemesi açısından fena sayılmaz. Haberin başlığı “Obez turist yükü eşeğin sırtında”. İçeriğinden bir alıntı yaparak bunu nasıl yorumladığımı, daha doğrusu bana neler anımsattığını paylaşayım. “Mısırda turistleri piramitlere ulaştırmada kullanılan eşekler çok zor koşullarda çalışıyor. Eşeklerin belini en çok bükense ABD’li obez turistler. Bir deri bir kemik kalmış sağlıksız görünen mısırlı eşekler, bütün gün kilometreler boyunca insan taşıyor. Sahipleri rehavete kapılıp tembellik etmesinler diye eşeklere gün içinde yemek de vermiyor.” Haberde bazı hayvan hakları örgütlerinin “Kendi ülkelerinde hayvan hakları için mücadele eden bu insanların Mısır'daki eşekler konusunda ki umursamazlığı şaşırtıcı” diyor. Bu haberdeki eşekler için üzülmem bir yana, aynı muameleyi gören insanların da olduğunu aklıma getirmeden edemiyorum.

Devlet terörüne ve sendikacıların ihanetine rağmen 1 Mayıs Alanı kazanılmıştır

1 Mayıs 2009'a bir kez daha devlet terörü damgasını vurdu. AKP hükümeti, “makul” sendika bürokratlarının, kimi milletvekillerinin ve “AB'li konuklar”ın katılmıyla düzenlediği devlet törenine izin verirken sosyalist işçilerin ve gençliğin 1 Mayıs kutlamasını önlemek için, bir kez daha binlerce polisi harekete geçirdi. Başka illerden aldığı takviye güçlerin de katkısıyla bir gün öncesinden Taksim ve çevresini işgal eden polis panzerleri, barikatları ve gaz bombalarıyla binlerce işçinin ve gencin kutlamalara katılmasını önledi. Polisin saldırıları sırasında 20'yi aşkın sivil ile 20 dolayında polis yaralandı, 100'den fazla gösterici gözaltına alındı.

Yurtseverlik mi, Enternasyonalizm mi?


Bundan tam 161 yıl önce, bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels, kurdukları Komünistler Birliği' nin programını yani Komünist Manifesto'yu “Bütün Ülkelerin İşçileri, Birleşin!” sözleriyle bitirmişlerdi. Bununla birlikte, yine aynı manifestodaki “İşçilerin vatanı yoktur. Onların sahip olmadığı bir şeyi isteyemezsiniz” sözleri, işçilerin vatanının tüm dünya olduğu; devrim ve komünizm mücadelesinin uluslararası ölçekte zafer kazanacağı anlamları taşıyor...