5 Nisan 2011 Salı

İsyan Dalgasının Devamında: Bahreyn, Yemen ve Suriye

bahreynKuzey Afrika ülkesi olan Tunus’ta işsiz bir gencin kendini yakmasıyla başlayan ve Mısır, Libya gibi ülkelerde ilerleyen isyan dalgası Ortadoğu’da yayılmaya devam ediyor. Bahreyn, Yemen ve Suriye’de siyasal ve ekonomik yönden reform talepleriyle sokaklara çıkan kitlelere güvenlik kuvvetleri tarafından yoğun şiddet uygulanıyor. Son zamanlarda kolluk kuvvetlerinin sokaklarda eylem yapan kitlelere karşı gerçekleştirdiği saldırılarda birçok insan hayatını kaybetti. Bununla birlikte binlerce insanın sokaklara dökülmesi anlamına gelen bu gösteriler kuşkusuz bölgedeki diğer gerici burjuva rejimleri de “rahatsız” etti.

Bölgedeki isyanların monarşilerin, diktatörlüklerin “koltuklarını sallaması”, bu rejimler açısından, gerçekleşen halk hareketlerini kanlı saldırılarla bastırma ve onları kontrol altına alma ihtiyacını ortaya çıkartmaktadır. Fakat bunun yanında aynı rejimler tarafından eylemlerin kontrol altına alınamadığı ve büyümesinin istenmediği koşullarda eylemcileri yatıştırmak veya gündemi siyasal açıdan soğutmak adına siyasal ve ekonomik alanda çeşitli iyileştirmelere gidilmektedir.

Bu doğrultuda Mart ayı başında Suudi Arabistan Kralı Abdullah El Saud üç ayın ardından ülkeye dönmüş ve ev satın almak isteyenlere maddi yardım, memur maaşlarına ve işsizlik yardımlarına zam yapılacağını duyurmuştu. Dünyadaki üçüncü büyük petrol rezervine sahip olan Suudi Arabistan’da işsizlik oranları %20′leri gösterirken halkın büyük bir çoğunluğu da yoksulluk içinde yaşıyor.

Cezayir’de de protestolar benzeri siyasal basınçlardan dolayı devlet başkanına taviz verdirdi. Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika geri adım atıp 1992′den beri yürürlükte olan olağanüstü hal uygulamasını kaldırdı. Suriye’de ise Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Buteyna Şaban gelişen isyanlarla birlikte henüz “kesin uygulamaya konulmasa” da çeşitli vaadlerde bulundu. Sözcü hükümetin “işçi ücretlerini artıracağını, sağlık sisteminde reforma gideceğini, seçimlere Baas Partisi dışındaki partilerin katılmasına izin verileceğini, basına uygulanan sınırlamaların kaldırılacağını ve yolsuzlukla mücadele için yeni bir mekanizma kurulacağını”[1] söyledi.

Bu uygulamaların veya vaadlerin sebepleri açıkça ortada olmakla beraber Ortadoğu’da yayılan isyanlar özünde sınıfsal bir karaktere sahip olsalar da son tahlilde mevcut siyasi etkenler doğrultusunda isyanların işçi sınıfı açısından devrimci bir sürece evrilmesi henüz mümkün gözükmüyor. Mevcut gelişen ve sınıfsal karakter taşıyan bu isyanlar, işçi sınıfının öz-örgütlenmelerinin ve onlara yön vermeye hazır Marksist bir önderliğin yokluğunda, çeşitli burjuva reformist siyasal akımlara yedekleniyor.

Eylemler devam ediyor…

Kitlesel eylemlerin sürdüğü Yemen, Bahreyn ve Suriye gibi ülkeler ise son dönemdeki yaşanan sıcak çatışmalarla gündeme oturmuş durumda.

Bahreyn kralı Hamad Bin İsa El Halife artan sokak gösterilerine yanıt olarak ülkede olağanüstü hal ilan etti ve Körfez ülkelerinden güvenlik gücü takviyesi aldı. Suudi Arabistan’dan 1000, Birleşik Arap Emirlikleri’nden ise 400 asker Bahreyn monarşisinin daveti üzerine başkent Manama’da konuşlandı. Toplumsal eylemlerin karşısında böylesine “dayanışma” sergileyen bu burjuva devletlerin amacı kuşkusuz kendi rejimlerini korumaktır. Bahreyn’de nüfusun %70′e yakınını Şii kesim oluşturuyor;  fakat Bahreyn Krallığı’nın mezhebi Sünni ve ülkedeki Şiiler üzerinde dini, kültürel ve sosyo-ekonomik açıdan yoğun baskı uygulanıyor. Elbette Şiilerin yaşam alanı sadece Bahreyn ile sınırlı değil. Özellikle Suudi Arabistan’ın doğusunda da yine benzer baskılara maruz kalan bir Şii çoğunluk bulunyor. Vurgulamak gerekir ki Bahreyn yönetiminin güvenlik kuvveti ihtiyacını “memnuniyetle” karşılayan Suudi Arabistan Krallığı’nın bu hamlesinin ardında benzeri bir isyanın kendi ülkesine de sıçrama tehdidi bulunmaktadır.

Bahreyn’deki muhalif kitleler başkent Manama’nın göbeğindeki İnci Meydanı’nda rejim değişikliği ve siyasal reform talepleriyle haftalardır kamp kurmuştu. Geçtiğimiz hafta İnci Meydanı’ndaki kampa çok sert biçimde müdahale edildi. Bu kanlı müdahale sonucunda 3 kişi ölürken yüzlerce kişi yaralandı.

Bütün bu yaşananlar, kaçınılmaz biçimde, İran ile Bahreyn arasında diplomatik gerginliğe yol açtı. İran hükümeti Bahreyn’e dışarıdan asker alınmasının “kabul edilemez olduğunu” belirtirken, Bahreyn yönetimi İran’ı kendi içişlerine karışmakla suçladı. Nüfusunun büyük bölümü Şii olan İran, geçtiğimiz hafta da ölümleri protesto etmek amacıyla ülkedeki büyükelçisini geri çekti. Bahreyn de İran yönetimini içişlerine karışmakla suçlayarak Tahran’daki büyükelçisini geri çağırmıştı. İran hükümeti Ortadoğu’da gerçekleşen ayaklanmalardan faydalanmak ve bunlar üzerinden pay kapmak istiyor;  Bahreyn yönetimi de kitlesel eylemlerin ardında “İran komplosu”  olduğuna dair açıklamalar yapıyor.

Yemen’de ise onbinlerce kişinin katıldığı hükümet karşıtı eylemler Ocak ayınının ortalarında başlamıştı. 32 yıldır iktidarda olan Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in istifası talebiyle başlayan gösterilerin nedeni işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk vb. sorunların yanı sıra  mezhep ayrılıkları ve ayrımcılık. Özellikle ABD’ye yakınlığıyla bilinen Cumhurbaşkanı Salih’in istifa etmemekteki ısrarı, jeopolitik açıdan emperyalistler açısından büyük önem taşıyan Yemen’i bir iç savaşa götürme olasılığını taşıyor. Bununla birlikte Yemen Cumhuriyeti’nde, Libya’da olduğu gibi aşiretler siyasal ve kültürel alanda çok etkin ve başlıca aşiretler bizzat Salih yönetimi tarafından devlet yönetimine eklemlenmiş durumda.

Cumhurbaşkanı Salih’in verdiği “reform sözlerine”[2] ve görev süresinin 2013′te bitmesinin ardından tekrar aday olmayacağını açıklamasına rağmen ülkedeki muhalefet Salih’in hemen istifa etmesi talebinde ısrarını sürdürüyor.

Bununla birlikte Yemen’de eylemlerin merkezini başkent Sanaa oluşturmaktadır. Hem “Salih yanlısı” olarak lanse edilen sivil gruplar hem de güvenlik güçleri, burada gerçekleşen kitlesel protestolara saldırılarını sürdürüyor. Ülkede özellikle 18 Mart günü düzenlenen eylemlerde, hükümet güçleri tarafından açılan yaylım ateşinin ardından onlarca gösterici hayatını kaybetti ve yüzlercesi de yaralandı. Gerçekleştirilen katliam sonrasında ülkede siyasi kriz meydana gelirken akabinde aynı gün içerisinde olağanüstü hal ilan edildi. Birleşmiş Milletler dahi(!) bu kanlı saldırıyı kınamak zorunda kaldı. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon Yemenli sivillere “gerçek kurşunlarla” müdahale edilmesine tepki gösterdi ve Yemen’in BM nezdindeki büyükelçisi yaşanan katliamdan birkaç gün sonra “protestocuların sivil giyimli keskin nişancılarca öldürülmesine tepki olarak” istifa etti. Salih hükümetine aynı zamanda ordu içinden tepkiler de geldi ve üst düzey askerler muhaliflerden yana olduklarını açıkladılar. Yemen’in en kıdemli askeri yetkililerinden Tümgeneral Ali Muhsin el-Ahmer, Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’i hedef alan protestolara destek verdiğini duyururken, ülkenin en büyük aşiretlerinden biri olan Haşidiler de muhalif hareketten yana tavır aldı. Hiç şüphesiz bu gelişmelerin doğrultusunda Salih diktatörlüğünün Yemen’de zayıflama sinyallerini yakmaya başladığını söyleyebiliriz. Beraberinde aynı gelişmeler “darbe ihtimalini” güçlendirirken aynı zamanda bir iç savaş olasılığı da Yemen açısından gündemdedir[3].

Suriye’de Der’a kentinde, 15 öğrencinin duvara yaptıkları 30 yıldır iktidarda bulunan Baasçı rejimin temsilcisi Cumhurbaşkanı Beşar Esad karşıtı yazılama dolayısıyla 18 Mart’ta gözaltına alınması ile başlayan isyan, yavaş yavaş ülkenin çeşitli kentlerine yayılıyor. Bugüne kadar, başkent Şam, Hama, Tall ve önemli liman kentlerinden biri olan Lazkiye’de eylemler gerçekleşti. Suriye’de isyanı tetikleyen sebepler arasında elbette Ortadoğu’da giderek yayılan mücadele dalgası önemli rol oynuyor. Bu dalgayı körükleyen etmenler de aynı: Ülkede 48 yıldır süren olağanüstü hal yasası, yoğun devlet baskısı ve yüksek düzeyde yolsuzluk. Eylemlere Suriye hükümetinin müdahalesi çok sert oldu. İnsan hakları örgütleri, eylemlerin başladığı tarihten bu yana 50′nin üstünde insanın devlet güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğünü açıklıyor. Ülkedeki Esad iktidarına karşı gösteriler sürerken, Esad yanlıları da boş durmuyor. Son olarak, binlerce kişi Beşar Esad lehine mitingler gerçekleştirdi. Gösterilerin bir çatışmaya dönüşmemesi adına eylemler süresince yoğun güvenlik önlemleri alındı[4].

Eylemler Suriye’de yeni başlamasına rağmen, Suriye yönetimi çeşitli “tavizler” vermeye başladı. Eylemlerin daha da tırmanmasını önlemek amacıyla, 48 yıllık olağanüstü hal uygulamasının kaldırılacağı ve çok partili parlamenter rejime geçileceği vaadleri bizzat Cumhurbaşkanı Basın Sözcüsü Buteyna Şaban tarafından açıklanmıştı. Bu vaatlerin kesin sonuç vermeyeceğini anlayan Esad, ilk olarak hükümetini feda etti. Hükümet  29 Mart tarihinde istifa etti ama Cumhurbaşkanı Esad, Naci Itri’yi geçici başbakan olarak tekrar atadı.

Suriye’de gelişen muhalif halk hareketinin talepleri ise içinde demokratik unsurlar bulunmasına rağmen, herhangi bir devrimci bir karakter taşımıyor. Bunlar, daha çok, “rejime makyaj” niteliğinde talepler [5]. Bu ülkedeki gösteriler süresince dikkat çeken bir diğer durum, Suriye’de çok kötü koşullarda yaşan Kürtlerin henüz bir tavır belirlememiş olması. Suriye’de yaşayan Kürtler siyasal, kültürel ve toplumsal açıdan yoğun bir baskı ve inkar politikasına maruz durumdadır.

Uluslararası devrimci bir perspektif ve önderlik gerekli

Ortadoğu’da yayılan halk isyanları hiç şüphesiz küresel sermayeyi ve onun emperyalist işbirlikçilerini yakından ilgilendiriyor. Libya’ya yönelik saldırının bütünüyle sermayenin küresel jandarması NATO’ya ihale edilmesi bunu gösteriyor. Ortadoğu’daki gelişmelerle yakından ilgilenen devletlerin arasında, elbette, T.C. de var. Küresel sermayenin bölgedeki taşeronluğuna soyunan burjuvazinin emrindeki AKP hükümeti, İzmir’deki NATO üssünün işgalin merkez karargahı olmasıyla birlikte, büyük bir hevesle, Libya’ya yönelik saldırıya eklemlendi.

Ortadoğulu isyancı kitleler irili ufaklı emperyalist devletlerden, onların bölgesel ortaklarından ve Ortadoğulu gerici diktatörlüklerden oluşan bir koalisyon tarafından kuşatılmış durumda. Bu koalisyon, sermayenin küresel işleyişini garanti altına almak için, kimi eski üyelerini harcamak ve bunu yaparken kitle hareketlerini manipüle etmek de dahil, her yolu deniyor. Onlar, Tunus’ta ve Mısır’da, sözde demokrasi adına askeri diktatörlükler kurdular. Ayaklanan kitlelerin desteğini alan bu “geçiş rejimleri”nin ilk talebi, emekçileri ve gençliği uysal biçimde evlerine, işyerlerine ve okullarına dönmeye çağırmak oldu. Bu çağrıya uymayanlar, devlet şiddetine maruz kalıyor. Dünyanın efendileri ve onların bölgedeki uşakları, Bahreyn’de ve Yemen’deki diktatörlükleri destekliyor; Libya’da teşvik ettikleri iç savaşın ardından ülkenin bölünmesine zemin hazırlıyorlar.

AKP’nin yönetimindeki TC Devleti de bütün bu gelişmelerin göbeğinde, küresel sermayenin jandarmalığına soyunuyor. Başbakan Erdoğan’ın, Tunus’ta ve Mısır’da muhalefeti desteklemesi, “NATO’nun Libya’da ne işi var!” diye esip gürledikten birkaç gün sonra Libya’ya donanmasını göndermesi, Yemen ve Bahreyn konusunda ise hiç laf etmemesi boşuna değil. Bu durumda, TC Devleti’nin son derece sıkı ilişkiler içine girdiği Suriye’deki rejimin sözde “demokratikleşmesi” adına atılacağı açıklanan adımların ardında AKP hükümetinin de parmağının olması, hiç kimseyi şaşırtmayacaktır.

Aylardır Kuzey Afrika’yı ve Ortadoğu’yu saran halk hareketlerinin eli kanlı diktatörleri şu ya da bu biçimde devirmesi, kimi siyasi özgürlüklerin kazanılması ve kitlelerin öz güçlerine güvenlerini sağlaması gibi birçok bakımdan olumludur. Ancak bu durum, yıkılan diktatörlerin yerine geçen yöneticilerin gerçek sınıfsal karakterinin göz ardı edilmesine yol açmamalı. Tunus ve Mısır’da on yıllardır emperyalist devletlerin desteğiyle hüküm süren diktatörlüklerin yerini işçi-emekçi cumhuriyetleri almamış; aynı müflis burjuvazi, birkaç üyesini kurban verip emekçiler nezdinde meşruiyet kazanarak iktidarını korumuştur.

Bu tespiti yapmak ve diğer ülkelerde de, şu ya da bu yolla benzeri bir durumun yaşanacağını söylemenin, birçok insanın hoşuna gitmeyeceğinin farkındayız. Ama biz, Tunus’taki ayaklanmanın ilk gününde devrim çığlıkları atan, hatta Mısır’daki isyancı kitlelerin ihtiyaç duydukları şeyin silah olduğunu iddia eden “en” devrimcilerden farklı olarak, hem dünyada hem de bu ülkelerde var olan durumun başarılı bir devrimle sonuçlanmayacağı düşüncesinde ısrar ediyoruz. Çünkü ortada, Tunus’ta başlayıp diğer ülkelere yayılan kendiliğinden halk hareketlerine yön vermeye ve ona önderlik etmeye hazır bir işçi sınıfı yoktu.

İşçi sınıfının böylesi bir misyonu üstlenebilmesi için, öncelikle, iktidar perspektifine sahip olması ve alternatif iktidar organlarını oluşturması; toplumun, başta yoksul köylülük olmak üzere diğer kesimleri üzerinde ideolojik ve siyasi hegemonyaya sahip olması gerekir. Bu da, yalnızca, onun öncüsünün enternasyonalist, Marksist bir partide örgütlü olmasıyla mümkündür. Ortadoğulu emekçilere, yoksullara ve gençliğe maruz kaldıkları bütün kötülüklerin (yoksulluk, işsizlik, siyasi baskılar vb.) kaynağının kapitalist sistem olduğunu anlatarak onları küresel sermayeye karşı dünya devrimi perspektifiyle örgütleyecek olan bu parti, yalnızca bir dünya partisi olabilir. Zira, burjuvazinin bütün ilerici misyonunu uzun süre önce tüketmiş olduğu dünyamızda, çözüm, bu müflis sınıfın ve onun siyasal işbirlikçilerinin propagandasını yaptığı siyasal ve ekonomik “kırıntılar”da değildir. L. Troçki’nin de dediği gibi “tarihin ortaya koyduğu görev, kapitalist sistemin bir bölümüne karşı ötekine dayanmak değil, ama emperyalist sistemi tümüyle ortadan kaldırmaktır.”

Dipnotlar:

[1] http://www.bbc.co.uk

[2]  Cumhurbaşkanı Salih gerçekleştireceği reformların “icra yetkisinin parlamentonun belirlediği hükümette olacağını, yetki devri sürecinin hızlandırılacağını” söylemişti.

[3] Geçtiğimiz süre zarfında Cumhurbaşkanı Salih,  “darbe olursa iç savaş çıkar” açıklamasında da bulunmuştu. Yemen’deki gelişmeler doğrultusunda iktidarın bir askeri konseye devredilmesi gündemde bulunuyor. – ntvmsnbc.com

[4] Suriye’de olağanüstü hal yasaları doğrultusunda gösteri yapmak yasak. Fakat hükümet yanlısı eylemler yasak kapsamına alınmıyor.

[5] Halkın, El Vatan gazetesinde yayınlanan talepleri şöyle:

-Gösterilerde hayatını kaybeden şehitlerden ve ailelerinden özür dilensin, yaralananlar ve aileleri tutuklanmasın, tüm tutuklular serbest bırakılsın.
- Göstericilere ateş edenler ve emri verenler yargılansın.
- Gösterilerin başlamasına neden olan, tutuklanan üniversite öğrencileri serbest bırakılsın.
- Yurtdışında sürgünde olan muhaliflerin geri dönüşlerine izin verilsin.
- Vali görevden alınsın.
- 48 yıldır uygulanan olağanüstü hal kaldırılsın.
- Yolsuzlukla mücadele hızlandırılsın, halkın yaşam standartları yükseltilsin.
- Vergiler düşürülsün, gıda ve yakıt fiyatları indirilsin.
- Geçen sene başlayan peçe yasağı nedeniyle görevlerine son verilen peçeli öğretmenler görevlerine iade edilsin.
- Geçici kamu çalışanları kadroya alınsın, otobüs garajı taşınsın, emlak alım-satım işlemlerinde talep edilen güvenlik belgesi uygulaması kaldırılsın.

Orhan Cemil

sosyalizm.eu

Hiç yorum yok: