5 Nisan 2011 Salı

Aykırı Yazılar

Topluma yön veren, kendi iç sesleri, dinamikleri değil, onların iç sesleriyle konuşan kendilerine “lider” ve “iktidar” diyen erklerdir. Toplum kendi tarihsel gelişimini (evrimini) bin yılların ışığında gelişen bu tanrısal sürece borçludur. Kendi dinamiklerinden bi-haber, İncil"de belirtildiği gibi “hepimiz Tanrının birer koyunuyuz” sözüne (emrine) göre hayatını şekillendiren bir ilkel benliğe sahiptir. Bu doğrultuda kiliselerin ya da başka deyişle bütün dinlerde var olan tanrının temsilci ve hizmetkarlarının da kölesi konumunda olup bu hizmetkarları zengileştirme görevini edinmişlerdir.

“Demokrasi, iki kurtla bir kuzunun öğle yemeğinde ne yiyeceğini oylamasıdır. Özgürlük ise tam teçhizatlı bir kuzunun oylamaya karşı çıkmasıdır.” der Benjamin Franklin.

Demokrasiyi icat eden emperyalist ve sömürgeci güçle, dünyada kendilerine karşı ayaklanma yaratacak potansiyele sahip halk ve devletlere demokrasi (yanılgısını) silahını ihraç etmiştir. Toplumlar kendi kendilerini yöneteceklerini düşünerek daha bir şevkle sarıldıkları demokrasi yanılgısına aldanıp bin yıllardan beri atalarına ve kendilerine ait olan topraklarından, zenginliklerinden bir bir vazgeçmişlerdir.

Demokrasi serbest piyasa anlayışı için en uygun ortam ve yönetim şekli olmakla birlikte, serbest piyasa anlayışı ülke içindeki liberalizmin yükselmesini sağlayıp, “özgürlük” tanımını ballandırıp insanların içlerine içlerine doldurmaktadır. Demokrasiden nasibini almış toplumlar biraz da özgürlüğü tatmak isterler. Bu amaçla biraz daha borçlanırlar. Reklamlar, yeni ürünler, yeni hayaller, cennet gibi yerler, moda, futbol ve daha bir çok şey (hayal ve sahtelikler).

Özgürlüğü doya doya yaşayan toplumlar zafer sarhoşluğundadırlar. Uyandıklarında demokrasinin onlara biçtiği görünmez prangalar ve hatta özel yapım kefenlerle donatılmışlardır.

Modaya biraz değinmek lazım. İnsanları yabancılaştıran, ürün alımı için müthiş bir reklam savaşı başlatan ve para harcatan, harcanan paraları kazanmak için insanları köle gibi çalıştırmaya zorlayan, insanı bir makine var sayıp bedenini bu makinenin en işler noktası haline getiren bu sömürgeci zihniyet (sınıf)in en çetrefilli silahı ile karşı karşıyayız. Bundan dolayı moda, aslında “Ben sizin dünyanızdanım. Sizin ordunuzla aynı üniformayı giyiyorum, onun için beni vurmayın” demenin bir başka yoludur (Paulo Coelho, Kazanan Yalnızdır).

İnsanların bilinç altlarına yönelen bir reklam algısıyla, kadının mahrem duruşuyla ve demokrasinin bize armağan ettiği kredi kartlarıyla yeni bir dünyanın yaratıldığı mitine inandırmaya bayılırlar. Doğanın bize ısrarla sunduğu, her türlü dış baskıdan uzak, basitliği esas alan natürel ve ekolojik yaşam şeklini elimizin tersiyle bir yana itip karmaşık olana doğru yol almak herhalde öğretilmiş bir yaklaşımdır. Sanırım bu konuda Ruskin'in dediğine katılmak lazım. “Basit olmak karmaşık olmaktan daha zordur”. Yine de her şeyi bir tarafa bırakalım.

Dünyada bizi ilkel toplumlar gibi algılayan o oligarklara verilecek çok güzel cevaplarımız da olacaktır. Toplumsal dengeleri altüst ederek (çünkü onlar yaratmıştı), herkesi eşit sayarak, emeğe dayalı ekonomik modelleri hayata geçirerek ısrarla yeni bir düzen yatacağız. Sonucu ne olursa olsun iki kurdun yemeği olamayacağımızı da belirtmek gerekir.

Tanrının herhangi bir hayvanı olmayı reddedip, bu dünyayı, yaşam alanlarımızı da tanrıların oyun parkı ya da arka bahçeleri olmaktan çıkarmamız gerekecek. Birbirimize sıfatlar yüklemekten vazgeçeceğiz ilkin. Her türlü cinsel kimliğe saygı duyacağız. Adım atacağız, kendi iç seslerimizi bu oligarkların tekelinden kurtaracağız. İnanmak için nedenlerimiz çok. Başarmak için de biraz inanma ihtiyacına sahip olduğumuzu da farketmemiz lazım sanırım.

Bütün bunlardan dolayı inadına sarılalım insan kimliğimize ve yaşadığımız dünyanın evrenin bir parçası olduğunu da asla unutmayalım.

behranus

Hiç yorum yok: