Tarihçesine göre Newroz; "Mezopotamya halklarının Zalim Kral Dehaq’tan, Demirci Kawa sayesinde; kurtuluşunun günüdür.
Bugün, zorbalığın ve baskının sona erdiği, hak, hukuk ve adaletin ön plana çıktığı, eşit, özgür ve aydınlık günlerin başlangıcı sayılır.
Bugün sömürünün ve her türlü baskının sona erdiği, eşit ve kardeşçe bir yaşamın başladığı gündür.” Kısaca anlatmak gerekirse böyledir Newrozun anlamı.
Yaşadığımız yüzyılda ise” Dehaq’lar”ı farklı maskelerle yaşamının her yerinde gören Kürt halkı inatla alanlardadır.
Geçtiğimiz ay Newrozun 2623. yılını kutladık. Basından takip ettiğimiz “Zalim DEHAP” ve “Sebahat Tuncel’in tokat olayı” Newrozun tarihçesine atfen günümüz Dehaq ve Kawalarını gün yüzüne çıkarıyor. Bu yaşanan iki olay açıkça göstermektedir ki inkar ve imha politikaları devletin hala gündemindedir.
2006 Adana Newroz kutlamasında, Newroz’un tarihçesinden bahseden Emek Partisi GYK Üyesi Halil İmrek‘e 4 ayrı davadan soruşturma açıldı. 2 tanesinden ceza alan İmrek’in dava dosyasında çok komik hatalar var. Konuşmasında Newroz efsanesinden bahseden İmrek’in sözleri dosya da şöyle yer aldı: “Değerli emekçiler” şeklindeki sözleri, “Değerli EMEP’çiler” , “Demirci Kawa” yerine “Demirci Kova”, “Zalim Kral Dehaq” yerine de “Zalim DEHAP”; “Newroz kutlu olsun” anlamındaki “Newroz piroz be”, ise “Newroz firoz be” olarak yazıldı.
Newroz efsanesi ise polis tutanaklarına “DEHAP amansız bir hastalığa yakalanmıştı... Demirci Kova kendi eli ile yaptığı zehirli kılıçla DEHAP’ın yanına gider ve DEHAP’ı öldürür” diye yansıdı. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı bu tutanakları baz alarak İmrek’e terör örgütü propagandası yapmak suçundan Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açtı. İmrek’e bu davanın sonucunda 1 yıl hapis cezası verildi. Mahkeme, cezayı ertelemediği gibi para cezasına da çevirmedi.
Yaşanılan bu olay Kürt sorunu üzerine iki yüzlü tutum sergileyen Türkiye devleti açısından yoruma bile gerek bırakmamıştır. Durum açık, güvenlikten yargıya sistemin her kolu Dehaq'la varlığını koruyor…
Silopi’de yaşanan “tokat olayı”nda ise önemle üzerinde durulması gereken iki nokta vardı. Birincisi burjuva basında gündemi işgal etmesi için öne çıkarılması, ikincisi de günümüz “Dehaq'ının” çizgisine uygun bir yaklaşım medya tarafından “özellikle” vurgulandı. Bahsettiğimiz iki durumun siyasi zemini birbiri açısından zaten bütünü ifade etmektedir: Manşet yap, içini boşalt, manşeti de, haberde nedenden bahsetmeden salt sonuçtan giderek kitleye aktar. Sorgu sual yaratma…
Silopi'de gerçekleşen olay neticede basına “BDP’li milletvekilinin” polis amirine tokadı olarak yansıdı. Burjuva medya ise bunu fırsat bilerek “milletvekili hiç devlet memuruna tokat atar mı” minvalinde yaygın bir karşı-propaganda gerçekleştirdi. Bu örnekten yola çıkacak olursak Silopi’deki “uyarısız” yapılan müdahale göz ardı edilirken burjuva basın gündemine “tokat” olayını almıştı ve yine aynı basın açısından yaşlısından çocuğuna, milletvekiline polis tarafından atılan gaz ve suyun yarattığı mağduriyetin ise hiç de önemi yoktu.
Bahsettiğimiz iki olayda da Türkiye’deki statükocu ve Türk milliyetçisi siyasi anlayışın o kadar benimnsemiş ve normalleştirilmiş olduğu ortaya çıkmıştır ki bir milletvekilinin resmi paradigmayı aşması ancak bu kadar anormalleştirilebilirdi (!).
haypatia
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder