Türkiye'de burjuva basınında bugünlerde en mühim mesele, bir işin erdemli olup olmadığı ve bazı yazarlara göre ise kamunun vicdanına denk düşüp düşmediği. Vicdan furyası, yazılara belki de ilk önce yazar Oya Baydar tarafından ortaya atıldı. Oya Baydar, Taraf Gazetesi'nde kısa bir süre yayınlanan yazılarında sıklıkla vicdanının sesine kulak veriyordu. Ancak, daha önce yazdığı roman ve öykülerinin ana konusu olan Stalinist sol örgütlerle olan hesaplaşmasında en çok vicdan aygıtını kullanıyordu. Baydar'ın kitaplarındaki Stalinist sol eleştirisinin, külliyen Marksizm’i red aşamasına gelmesiyle iyice vücuda gelen 'vicdan kavramı', Taraf Gazetesi'nde yazmaya başladığı 'Vicdan Yazıları' başlığında resmiyete büründü. Baydar, Taraf'ta yayımlanan yazılarında Türkiye'de ve dünyada olanları kendi vicdan penceresinden yazıyordu. Vicdan yazıları yayınlanmaya devam ederken Ahmet Altan, Oya Baydar'ın vicdan yazılarını kendi vicdanına göre vicdansız ilan etti ve cinsiyetçi bir söylemle yine aynı gazetede bu vicdan yazılarını eleştirdi. Bu üslupsuz eleştiri ile son bulan Baydar'ın Taraf deneyimi, vicdan söylevini Türkiye köşe yazarlarından ayırmak yerine daha çok buluşturmaya başladı.
Birden ekonomi yazarları, dünya siyaseti yazarları, gündem yazarları ve sanat yazarları dahi vicdanı kullanır oldular. Kendi ahlâk görüşleriyle yansıttıkları vicdan görüngülerini kamu vicdanı kisvesi altında sundu çoğu. İşsizlik rakamları açıklandığında, bu rakamlar kişi vicdanını rahatsız ediyor dediler; evsizlikten donarak ölen insanlar da vicdanlarda yargılandı, DTP'nin kapatılması kamu vicdanına ters düştü. Böylelikle yazarların kalemlerinden, duygusal -belki arabesk demek gerekir- bir biçemde vicdan yeniden hayat buldu. Okuyucular kimi zaman hüzünlendiler kimi zaman rahatsızlandılar. Ama nihayetinde herkes kendi vicdanında konuyu tarttı.
Almanya’da düzenlenen Leipzig Özgürlük ve Medyanın Geleceği Ödülünü alan Ahmet Altan, bu vicdan meselesini şöyle tasvir etti kendince; 'Bazıları, kötülüklerini ve vahşetlerini sınırsızca kullanırlar. Kendi kısa hayatlarını biraz daha iyi yaşamak, biraz daha zengin olmak, biraz daha güçlü olmak için başka insanları ezer, aşağılar ve öldürürler. Bazıları, bu kötülüklere katılmazlar. Vicdanları buna izin vermez. Ya da kötü olacak cesaretleri yoktur. Onlar, kötülükleri tasvip etmez ama bu kötülüğe karşı da çıkmazlar.' kısacası dünyada iyiler ve kötüler vardı! Kötüler iyilerin vicdanından, iyi olmaya çağrılıyordu. Ve umut ediyorduk ki biz; kötüler (!) vicdana gelip iyi olurlarsa bu kainatta barış çiçekleri açacaktı. İşte, sevgili Altan bu umutla yaşayadursun bazı kötüler hiç acımadan yakıp yıkıyor, iyi vicdanlı insanları yok ediyorlardı.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. KESK'in yaptığı açıklamada, işsizlik fonunda biriken paranın devlet tarafından bütçeye eklenmesine tepki olarak ‘bu, ne akla ne vicdana sığar’ vurgusu, kimin aklı kimin vicdanı sorularını sordurmaz mı bize? Bu, vicdanlık bir mesele midir? İşverenin vicdanı ile cüzdanı arasına sıkıştığı haberi mesela, -ki bu haber Nisan ayında işsizlik rakamlarının yayımlandığı gün milli gazetede çıkmış bir haberdir- hangi vicdana göre yayınlanmıştır? 17 Aralık'ta Nuray Mert'in Bursa'daki 19 madencinin öldürüldüğü maden üzerine yazdığı makalesinde vicdanının kaldırmadığı gerekçelerden bahsetmesi de örneklerden biri. Neden sanki, gündemi belirleyen köşe yazarları yalnızca bu yaşananların vicdani sorumluluğundan dem vurur? Acaba bir köşe yazarı, sıradan her insanın kavradığı gördüğü günlük olayları neden anlatır durur, yeniden üretir onları. Ve içlerinden birisi de çıkıp ne yapılması gerektiğini söylemez. Cevap basit. Yapılması gerekenler, vicdanın arkasına süpürülmüştür de ondan.
Gerçekte, iyi ve kötü ayrımı muhasebesi ve kişilerin hayat içerisindeki bireysel tecrübelerinden oluşturdukları vicdanları pek işe yarar değildir. Sonuçsuzdur çünkü. Sonuçta; ahlâkı kimin kantarına göre ölçeceğiz ve hangi teorinin ölçütlerince belirleyeceğiz? Etiğin alanına giren vicdan yüzyıllar boyunca farklı biçimlerde ele alınmıştır mesela. Tarihin maddeci incelemesinden çıkarılan sonuçlarca oluşturulan bu vicdanlar, filozoflar ve onların savunucularından başka kimin işine yaramıştır. Sınıflı toplumların tarihi içerisinde ortaya atılan bu vicdanlar kimlerin vicdanlarıdır? Antik çağda Yunan'da, filozoflar vicdanın 'yalnızca özgür bireylere ait bir kavram' olduğunu söylerken Sofistler 'kölelerin de vicdanı olabileceğine vicdanı öğrenebileceklerini' ifade etmişlerdi. Batıda, Hristiyanlık hızla yayıldığında, Aquinolu Thomas'ın vicdanının rahatlığı tanrının izniyle mümkündü. Sınıf çelişkilerinin yükseldiği, liberalizmin ilk düşünsel tohumları atılırken bireyin özgür iradesinin, toplumun özgür iradesi ile uyumu halinde vicdanın rahatlığından söz ediliyordu. Nihilistlerin ahlâkı ise bir güç ilkesine bağlanmış ve vidan huzurunu üstün insanın inşasına bırakmamış mıydı? Frankfurt Okulu düşünürlerinin bir tarafta Stalinist yöntemlerin bir tarafta Hitler faşizminin ve serbest piyasa düzenin yarattığı şiddetin arasında kalmış vicdanı, neden-sonuç ilişkisini birbirinden kopararak tarihi algılamaya çalışmaktan başka neydi? Birey ve kamu arasında kalmış havada bir vicdan!
Tarihler boyunca değişen vicdan, söyle bize o halde sen kimsin?
Vicdan, kişinin kendi tecrübeleriyle oluşan iç ses, elbette yaşadığı ve tecrübelerini edindiği toplumun algısından kopuk olamaz. Aradaki bu yaşamsal bağ, vicdanı ne kişiye ne de topluma özgü kılar bu yüzden. Ve ne olursa olsun, bugün dünya üzerinde yaşanan artı değer sömürüsüne bağlı olarak gelişen hiçbir savaş, terör olayı, cinayet, iş kazası(!) sınıflı toplumlar tarihinin kimliğini yansıtan vicdanla çözülemez, açıklanamaz. Vicdanımız belki bize yol göstericidir ama toplumsal bir problemin çözümünde en önemli enstrüman olamaz. Çünkü iyi ve kötünün savaşı değildir yaşadığımız kaos. Gerçek maddi temelleri vardır bu sistemin, bir fantastik kurgu değildir. Üstelik çok basit de bir matematikten geçer, artı değerin oluşumuna bağlı meta fetişizmi ve onun yarattığı kitleleri kontrolü altına alan mülkiyet aşkı. Kimsenin kimseye ve hiçbir şeye sahip olmadığı, mülkün olmadığı bir dünyada adalet, eşitlik, özgürlük vicdan gibi bugün havada kalan tüm değerler sistemi değişecek bambaşka bir şekle bürünecektir.
Mülkiyet ilişkilerinin vicdanla açıklanacak bir yanı yoktur. Köşe yazarlarının tüm çabalarına rağmen bugün kapitalizm gerçeği ve emeğin ücretli sömürüsü gün gibi ortadadır. Güneş balçıkla sıvanmaz ya, yaşadıklarımızın üstü de vicdanla örtülemez. Bugün kitlelerin her türlü provokasyona açık vicdanlarını kullanarak günlük politikayı tekrarlamak, aslında onları vicdanlarına sarılarak olanları unutmaya çağırıyor. Her ne kadar eleştirel bir dille yazılmış gibi dursalar da...
a.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder