15 Ocak 2010 Cuma

Müzik Üzerine

Nota Yazıları (Notasyon) ve Açkılar

11. sayıda yer verdiğimiz Müziğin Doğuşu ve Müzik Kültürü adlı yazıdaki ufak bir hatayı düzelterek başlayalım; 'Bir de müziğin yapısına , yani biraz matematiğine bakalım. Temel olarak dört ana unsurdan oluşur. Diklik, yoğunluk, süre ve tını'. Burada dört temel özelliğinden bahsedilen müzik değil, sestir. Ses ise müziğin öğelerinden biridir. Sesin dikliği incelik-kalınlığına (titreşen cismin frekansına 1 sn'deki titreşim sayısına) bağlıdır. Frekans arttıkça ses tizleşir, azaldıkça pesleşir. Yoğunluk bir sesin gürlüğünü ifade eder, desibelle ölçülür. Tını ise sesin rengidir. Bir enstrumanın sesini diğerlerinden ayırmamızı sağlayan, sesin bu özelliğidir. Sesin süre özelliği ise müziğin birincil öğesi olan ritmi oluşturur. Sesin temel özelliklerini kısaca tekrar anlattık, bu yazımızda nota yazılarından, notaların nasıl adlandırıldığından ve açkılardan söz edeceğiz.

Günümüzde uluslararası bir müzik yapısı haline gelmiş olan nota yapısı, Orta Çağ kilise ve manastırlarındaki şarkıcıların, ezginin iniş ve çıkışını göstermek amacıyla sözlerin üzerine kabaca koydukları işaretlerden türemiştir. Bu işaretler seslerin kabaca kısalık uzunluk incelik kalınlık derecesini ve aralıklarını belirtmiyordu. Dolayısıyla bu yazılar, ezgiyi bilen kişilerin anılarını tazelemeye yarıyor, ezgiyi bilmeyenlere öğretmek için yeterli olmuyordu.

Neuma adı verilen bu işaretler 11. yy'dan başlayarak önce tek sonraları iki üç ve dört çizgili dizek üzerine yazılmaya başlandı. Guido D'arrezzo (995-1050), okumayı kolaylaştırmak adına renkli çizgiler kullandı. Daha da önemlisi, seslere bugün kullanmakta olan adları verdi. Guido D'arrezzo bu adları, bir ilahinin her bir satırının ilk hecesinden almıştır. 16. yy'da 'ut' hecesi şarkı söyleme tekniğiyle uyumlu olmadığı için 'Dominus' sözcüğünün ilk hecesi olan 'do' ile yer değiştirmiştir.

Ut (do): Ut queant laxis/ re: Resonare fibris/ mi: Mira gestorum/ fa: Famuli tuorum/ sol: Solve polluti/ la: Labii reatum/ si: Sancte Iohannes

Nokta yazısının ilkel hali olan 'neumalar', süre değerlerini göstermektedir, oysa kilisede oluşup gelişmeye başlayan çok sesli müzik için bu durum büyük bir engel oluşturmaktadır. Bu sorunlar yüzyıllarca süren yoğun araştırmalar, denemelerle aşılabilmiştir. Bugün bir müzisyenin sıkıntı çekmeden anlayabileceği bir notasyona ancak 19. yy'da ulaşılabilmiştir.

Frekansın ses kaynağının 1 saniyedeki titreşim sayısı olduğundan bahsetmiştik. İnsan kulağı ortalama frekansı 20 ile 20.000 arasında olan sesleri duyabilir. Ancak müzikte kullanılan sesler ortalama 40 ile 4.000 frekanslar arasındadır. Bu titreşim sınırları içerisinde birbirinden farklı yedi ayrı do yedi ayrı re vd. bulunmaktadır. Bu belirsizlikte, bir sesin bulunduğu yerden söz etmek, büyük kentte adresi belli olmayan bir evden söz etmeye benzeyebilir. İnsanın bu haritada kolayca yeri bulabilmesi için yönünü bulmaya yarayacak bir pusulaya ihtiyacı vardır. Müzikte açkılar bu amaçla kullanılır. Üç tür açkı vardır: sol, do, ve fa açkıları.

Fa açkısı kalın sesler için kullanılır. Do açkısı orta sesler içindir. Dört ayrı kullanım türü bulunan do açkısının iki tanesi (alto ve tenör açkıları) kullanılır olmuştur. Sol açkısı ise ince sesleri yazmak için kullanılır. En çok kullanılan açkılar, sol açkısı ve fa açkısıdır. Örneğin, piyano öğrenmek isteyenler bu iki açkıyı mutlaka bilmek zorundadır.

('Müziksel İşitme Okuma Eğitimi ve Kavramı 1' adlı kitaptan alıntılar yapılmıştır.)


Hiç yorum yok: