15 Ocak 2010 Cuma

Emperyalizmin Taliban Çıkmazı

Eğer yukarıdaki başlıktan durumun sevindirici olduğu sonucu çıkıyorsa okuyucudan özür dileriz, çünkü emperyalizmin Taliban'a yenilmesini, biz Marksistler sevindirici bir gelişme olarak yorumlamıyoruz. Bir önceki cümleden de emperyalistler için üzüldüğümüz anlamı çıkıyorsa, bunun için ayrıca özür dilemeliyiz. Afganistan ve Pakistan halklarının içinde bulunduğu durum, denize düştüğünde yılana sarılan insanın durumunu andırıyor.

Afganistan Macerası11 Eylül saldırılarını bahane ederek dünyaya “demokrasi” getirme sevdasına kapılan emperyalistlerin ilk durağı Afganistan'dı. Yıllar önce Sovyet işgaline karşı yarattıkları Taliban canavarı şimdi dönüp dolaşıp onların başına bela olmuştu. Terörün kaynağı, beslendiği, sığındığı ülke Afganistan'dı. Üstelik totaliter bir rejim uygulanıyor, halkı eziliyordu, öyleyse Afganistan'a “demokrasi” götürülmeliydi. Çünkü ABD ezilenlerin kurtarıcısıydı. Hemen Başkan Bush kameralar karşısına çıkıp dünyaya seslendi: Ya bizimlesiniz, ya da onlarla! Tabii ki pek çok ülke ABD'nin tarafını seçti, ne de olsa savaştan sonra Afganistan yeniden inşa edilecek, taptaze bir pazar küresel sermayeye sonuna kadar açılacaktı, bu fırsatı kaçırmamak lazımdı.

O sırada Afganistan'ı yöneten Taliban'dan, Usame Bin Ladin'i teslim etmesi istendi, fakat bu istekleri yerine getirilmedi. Zaten göstermelik olarak sorulmuştu bu soru, cevabı da önceden böyleydi. Taliban da savaş için bahane arandığını biliyordu. Bu sayede savaşın “meşruluğu” da sağlanmış oluyordu.

Kısa sürede bombalar yağmur olup yağdı, insanlar öldüler, evsiz kaldılar, Afganistan yakılıp yıkıldı. Nihayetinde dökülen kana değmiş, “demokrasi” gelmişti.

İlk seçimlerle birlikte Hamid Karzai iktidara geldi. Fakat değişen bir şey olmadı, ne halkın yaşam standartlarında bir yükselme söz konusu oldu, ne de demokrasi geldi. 2001 yılından bu yana her ne kadar seçimler gerçekleşse de ülke aslında dışarıdan yönetildi, her alanda politikalar dışarıdan geliştirildi. Yoksulluk ortadan kalkmadığı gibi köylüler mülksüzlüklerine her geçen gün daha fazla tepki duydular. Buna bir de devlet içinde artan yolsuzluklar eklenince Afgan halkı Taliban'ı destekler hale geldi ve zaman içinde Taliban eski gücüne kavuşmaya başladı.

Taliban'ın Yükselişi
Afganistan'ın çeşitli yerlerinde Taliban yüzer kişilik gerilla gruplarıyla dolaşıp, NATO askerlerine saldırılar düzenler hale geldi. 2009 yılına gelindiğine Taliban, Afganistan'ın Pakistan sınırında bulunan bölgelerini ele geçirmiş, diğer bölgelerde de etkisini gösterir olmuştu. Hepsinden de önemlisi seçimlerde sandığa gidip oy veren herkesin parmağını kesmekle tehdit edecek kadar gücüne güveniyordu.

Taliban'ın Pakistan'daki yükselişi ise daha tehlikeli boyuttaydı. Pervez Müşerref'in iktidarının sonlandırılmasının ardından Pakistan'da siyasi bir kriz baş gösterdi. Burjuva politikacılar arasındaki mücadele şiddetlenirken, ardı ardına suikastler gerçekleşti. Öncelikle Afganistan sınırı olmak üzere ülkenin kuzey bölgeleri Taliban'ın kontrolüne geçerken, başta Swat vadisi olmak üzere Pakistan'da şiddetli çatışmalar yaşandı. Taliban güçleri, başkent İslamabad'ın 100 km kilometre yakınına kadar gelebildiler.

Pakistan hükümetinin yardım çığlıkları henüz yeterince karşılık bulmuş değil. NATO ülkeleri, Taliban'a yukarıdan (Afganistan) saldırırken Pakistan ordusunun da aşağıdan saldırmasını istiyor, Pakistan'a girmek istemiyor. Çünkü bu ülkeye doğrudan askeri destek vermenin, düşmanını daha da güçlendirmekten başka bir şeye yaramayacağını bildikleri gibi, burada da verecekleri kayıplar onları daha da zor durumda bırakabilir.

Öte yandan ABD hükümeti Pakistan'ı, düşmana karşı mücadelede isteksiz olmakla suçluyor. Gerçekten de, ABD'nin “teröre karşı mücadele” şiarı Pakistan ordusunun içinde destek bulmuyor. Çünkü Hindistan'a karşı girişilecek olası bir savaşta Müslüman Taliban iyi bir müttefik olabilir. Bu nedenle Pakistan ordusunun kimi generalleri Taliban'a karşı isteksizce savaşıyor.

Taliban'ın Pakistan'da bu derece yükselişi ve karşısında yeterince büyük bir direniş görmemesi elbette sadece askeri nedenlere bağlanamaz, hatta askeri gelişmelerin bir neden olduğunu da söyleyemeyiz. Afganistan, oldukça geri kalmış bir ülke. Pakistan ise her ne kadar ondan daha çok gelişmiş, sanayileşmiş bir ülke olsa da kuzeyi Afganistan'dan pek farklı değil. Köylüler her gelişmemiş ülkede olduğu gibi önemli bir güç. Buna bir de gerilla savaşı biçiminde kırlarda yürüyen bir savaşın olduğu ortam eklenince köylülerin önemi daha da anlaşılıyor ve Taliban, köylülerin desteğini kazanabilmek için onlara toprak dağıtıyor.

ABD ve Avrupalı emperyalistler için burasının önemi çok büyük. Çünkü burası sadece yatırım yapacakları bir alan değil, aynı zaman da Çin, Rusya, Hindistan ve İran'ın arasında bulunan bir bölge. Bu nedenle bu bölgeyi kaptırmamak için büyük bir mücadele veriliyor. Savaşın kısa sürede sonlandırılması içinse şu an bölgeye yeni askerler gönderme planları yapılıyor, hatta ABD 30.000 asker göndereceğini açıkladı bile.

Taliban'ın, emperyalistleri Afganistan'dan kovması hiç şüphesiz işçi sınıfına bir yarar sağlamayacağı gibi şu anki durumu mumla aratacaktır. Nereden mi biliyoruz? Taliban'ın yıllarca süren iktidar deneyiminden ve Afgan halkına yaşattıklarından. 30-40 yıl önce Afganistan'da Taliban'ı, Pakistan'da ise güçlü bir İslamcı hareketi yaratan emperyalizm, şimdi kendi yarattığı canavarla boğuşuyor. Bu savaşın işçi sınıfının savaşı olmadığını söylemeye bile gerek yok. Ve şunu da bilmek gerekir; emperyalizmin eğer Taliban iktidarından daha çok korktuğu bir şey varsa o da işçi sınıfının iktidarıdır.

Türkiye'nin Asker Göndermesi Üzerine
ABD'nin “savaşacak asker” talebine AKP hükümetinin ilk yanıtı “asker gönderebiliriz ama savaşmayız, sadece Afgan ordusunun eğitimine katkıda bulunuruz” oldu. AKP, bu cevapla hem asker göndereceğini söyleyerek ABD'nin gönlünü almaya hem de kayıp vermemek için savaşmayacağını söyleyerek muhalefetin saldırılarından kendisini korumaya çalışıyor. Tokat'ta 7 askerin hayatını kaybetmesi muhalefet


tarafından elden geldiğince kullanılmıştı. Afganistan'da da yaşanacak olası kayıplar yine muhalefetin şiddetli protestolarını bu sefer Amerikan karşıtlığıyla süsleyerek yapmasına neden olacak ve buna emperyalizm karşıtlığı adı altında küçük burjuva solu da destek verecektir. Bu nedenle AKP, hem ABD'yi memnun etmeye çalışıyor hem de Afganistan'da kayıp vererek zor durumda kalmamayı hedefliyor.

Bu durumun, ilk başta her iki tarafı da memnun etmesi pek mümkün görünmese de aslında bu mümkün. Burada son kararın AKP'nin, parti olarak çıkarlarına göre verilemeyeceği, tarihsel maddeciliği kıyısından köşesinden de olsa bilen herkesin kavrayabileceği bir durum. Önemli olan Türk burjuvasının ve onun ulusötesi ortaklarının Afganistan'da aktif olarak savaşmayı karlı olarak görüp görmeyeceğidir. Afganistan'da girişilecek bir savaş emperyalistlerle, küresel sermayeyle bağları sıkılaştırabilir, Afganistan'ın yeniden yapılandırılmasında Türk sermayesi daha çok pay alabilir. Bu nedenle Türkiye'nin egemen sınıfı bu savaşa girmek isteyebilir. AKP'nin “asker göndeririz ama savaşmayız” sözleri aslında barışı savunan sözler olmadığı gibi pazarlık amacıyla söylenmiş sözler olarak görülmeli.

Muhalefetteki CHP ve MHP ise sadece muhalefet olsun diye buna karşı çıkabilirler ama bu tutarlı bir muhalefet olmayacak ve tezkerenin önünü de açacaktır. Sonuçta, burjuvazi bu savaşı istedikten sonra buna hayır diyecek (ya da gerçekten hayır diyecek) bir burjuva partisi olabileceğini düşünmek saf bir şekilde tarihin diyalektiğini ve sınıflı toplumların doğasını anlamamış olmak değil de nedir?

Kendisinin savaşı olmadığı ve kazanıldığı takdirde sadece sermayeye fayda sağlayacağı da ortadayken, işçi sınıfının bu savaşı desteklemesi -ya da susarak desteklemesi- sadece kendisine ve diğer ülkelerdeki kardeşlerine zarar verecektir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Türkiye'nin Afganistan'a daha fazla asker göndermemesini ve oradaki mevcut askerlerini de çekmesini sağlayacak güç burjuva partileri değil, ancak işçi sınıfının örgütlü muhalefeti olabilir.


Serdar Ö.

Hiç yorum yok: