15 Ocak 2010 Cuma

Madendeki Göçük ve Kaza Süsü Verilmiş Cinayetler

Ülke gündeminin yoğunluğu kimilerinde haklı kafa karışıklıkları üretirken, 10 Aralık’ta, Bursa’da meydana gelen göçük felaketi eliyle iş cinayetlerinin, burjuva medyasında adlandırıldığı biçimiyle iş “kazaları”nın, işçi ve emekçilerin gündeminden bir an olsun düşmediği gerçeği tüm çıplaklığıyla bir kez daha görülmüş oldu.


Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesine bağlı Alpagut Köyü yakınlarında Bükköy Madencilik ve Turizm A.Ş.’ye ait kömür ocağında meydana gelen grizu patlamasında 19 maden işçisi yaşamını yitirdi. Olay sonrası yazılı ve görsel basında konuyla ilgili birçok haber yer aldı. Yalnızca bu haberler üzerinden dahi 19 işçinin yaşamına malolan felaketin göz göre göre geldiği anlaşılıyor. Ayrıca felaketten sonraki birkaç haftalık süreç, hem kâr hırsı ile canavara dönüşen kapitalistlerin iğrenç yüzünü, hem de hükümetin, devletin sınıf karakterini teşhir ediyor.


Kaza mı?


Felaketin öncesinde ve sonrasında yaşananlara kısa göz atmakta fayda var. Bu, cinayeti kaza diye yutturmaya çalışan burjuva dalkavuklarının yalanlarını ortaya koyacaktır.

Başta da belirttiğimiz gibi özel bir şirket tarafından işletilen maden ocağında, 10 Aralık günü akşam saatlerinde bir patlama ve arkasından da göçük meydana geliyor. O sırada madende olan 13 işçi patlamanın ve göçüğün meydana geldiği bölgeye uzak bir noktada çalıştıklarından kurtulabiliyorlar. Daha derinde çalışmakta olan 19 işçi ise tahkimat duvarının çökmesi ile göçük altında kalıyor. Patlamanın, maden sektöründe rutin olarak kullanılan dinamitten kaynaklı olduğu söylenmişti fakat asıl neden madende biriken metan gazının patlatılan dinamitin etkisiyle ateş alması. Madenin havalandırma sisteminin projeye uygun yapılmadığı ve sağlıklı bir çalışma ortamın yaratılmadığı cinayetten sonra itiraf edildi. Ayrıca madende metan gazının seviyesini tespit eden anti-grizu olarak da adlandırılan gaz ölçüm cihazının bulunmadığı ya da en azından işçilere verilmediği ortaya çıktı.

Yaşanan felaketle ilgili en çarpıcı gerçeklerden biri, devletin bu madeni en son Mayıs ayında denetlemiş ve denetim sırasında tespit edilen, bahsettiğimiz eksikliklerin Aralık ayına kadar tamamlanmasına karar vermiş olmasıdır. Yani işletmeye 7 ay süre veriliyor. Peki, olaydan sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer ne demişti? Dinçer, madenin “sürekli” kontrol edilen bir işletme olduğunu söylüyordu. Alın size sürekli kontrol! Alın size iş “kazası”! Ölüm riskinin en yüksek olduğu sektörlerden birinde, işçilere verilen değeri açıkça ortaya koyan bir anlayış bu.

Göçük meydana geldikten sonra yaşananlar da en az öncesi kadar vahim. Bursa’daki bir madende işçiler göçük altında bekliyor, fakat işletmenin acil durumlara müdahale edecek, arama-kurtarma faaliyetini yürütecek deneyimli ve yeterli donanıma sahip bir ekibi yok. Uzman ekip Zonguldak’tan, Türkiye Taşkömürü Kurumu’ndan isteniyor. Bu ekip de, helikopterlerinin hava muhalefeti nedeniyle kalkamaması sonucunda, göçükten 12 saat sonra bölgeye ulaşabiliyor. Zonguldak ve Soma’dan gelen uzman ekipler göçüğün kaldırılmasıyla birlikte 19 işçinin cesetlerine ulaşabiliyor ancak.

Süs Perdesi Dağılıyor
Bu ölümcül ihmallerin ve hazırlıksızlığın nedeni çok açık. Kapitalistlerin azgın kâr hırsı yaşananların asıl sorunlusudur. Üretim maliyetleri biraz olsun yükselecek kaygısıyla, bu kan emici asalaklar gözlerini kırpmadan işçileri ölüme gönderebilmektedir. Felaket sonrasında, madendeki durumu anlatan bir işçinin sözleri aslında bir bütün olarak bu sistemi özetliyor; “Bir işçinin bir el arabası, kömür kadar değeri yoktu.” Ayrıca hükümet de bu cinayette açıkça işbirlikçi bir tutum içerisindeydi.

Maden Mühendisleri Odası tarafından riskli maden bölgeleri haritası hazırlanarak Ocak 2009’da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na teslim edilmişti. Alpagut’taki maden de çok riskli kategorisinde yer alıyordu. Peki ne yapıldı? Yapılan denetimlerde eksiklikler görmezden gelindi. İşte yapılan budur! Örneğin 2007 yılında bahsi geçen madene ilişkin alınan 6 aylık kapatma kararı uygulanmadı, kararın takibi yapılmadı. Aç gözlü bir burjuva, işletmesinden olacağına ya da ek maliyet yükü altında kârları eriyeceğine, onlarca işçi canından olsun. Egemenlerin mantığı en somut ifadeyle böyleydi.

Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şube Başkanı Erdoğan Kaymakçı, işçiler için yaşamsal riski en aza indirmenin yöntemlerini şöyle açıkladı: “Maden ocaklarında bilgisayarlı gaz izleme ve kontrol sistemleriyle, ani gaz boşalmaları dışında, patlamaların önüne geçilebiliyor. Sistem, gazları erken izleme imkanı tanıyor. Böylece önlem alabiliyorsunuz.” Tabii gaz izleme istasyonu kurmanın da bir maliyeti var. İşte, en “can alıcı” nokta da burası. O halde birkaç soru daha; peki bu istasyonları kurma görevi-sorumluluğu kimlerde? Tuzla Tersanesi’nde sivrizekalı bir patron veya uşağı, baret, eldiven gibi iş ve güvenlik malzemelerini işçilere aldırıyordu. İstasyonu da işçiler mi kursun? Yine, ek maliyet gerekçesi ile istihdam edilmeyen mühendisleri de maden işçileri mi istihdam etmeli? Avrupa’da maden sektöründe kullanılan, sondajla metan gazının tamamen boşaltılması ve madenin bunun ardından faaliyete geçmesine imkan sağlayan teknoloji de işçilerin yatırımları ile mi gerçekleşmeli?

Cinayetin Sorumluları ve Sorumluların Şefkati
Yaşananları hatırlamaya devam edelim. İşçilerin cesetleri göçükten çıkarıldıktan sonra maden -Mayıs ayından sonra- bir kez daha denetlendi. Tam da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişlerinin istediği gibi aylardan Aralık’tı. Denetleme sonrası alınan kararı Enerji Bakanı Taner Yıldız açıkladı; “Madencilik faaliyetinin 6 ay süreyle durdurulmasına, faaliyetin üretiminin tamamen durdurulmasına karar verilmiştir.” Yıldız, madenin havalandırma deliklerinin kapalı olduğunu da denetleme raporuna dayanarak açıkladı.

Bundan sonrası ise iş cinayetleri sonrasında sık sık karşılaştığımız tabloyu yansıtıyor. Vahşi kapitalist sömürünün sorumluluğu kişilere indirgenip sistem aklandı. Yetkililer, üç kişiyi cezalandırarak kendi sorumluluklarını unutturma ve olayın üzerini örtme telaşına düştüler. İşletmenin Genel Müdür, Ocak Müdürü ve Ocak Şefi tutuklandı. Bursa Valisi durumu şöyle açıkladı: “Bu üç kişi müfettişlerin yaptığı incelemede, havalandırmanın yetersizliği, gaz ölçüm sistemindeki yetersizlik ve dinamitlerin ateşlenmesindeki yanlışlıkların da aralarında bulunduğu nedenlerden dolayı savcının talimatıyla göz altına alınmıştır.” Tutuklamalar, bu açıklamanın arkasından gerçekleşti. 19 işçinin öldüğü cinayetin üstünü örtmek kolay değildi ve suçu üstlenecek birileri elbet bulunmalıydı. Peki olup bitenin, ölüp gidenin sorumlusu yalnızca bu üç kişi mi? Gözler, asıl patronu yani işletme sahibi Nurullah Ercan’ı aradı ama boşuna. “Ocak sahibi hakkında işlem yok.” diyordu Vali bey. O kadar ileri gitmeye ne gerek vardı değil mi? Hem zaten işletme müdürü de asıl suçluyu bulmuştu. Savcılıkta verdiği ifadede patlamanın dinamitten değil, işçilerin içtiği sigaradan kaynaklanmış olabileceğini söylemişti. Tanıdık bir yaklaşım bu. Daha önce de iş cinayetine kurban giden işçilerin kara cahilliklerinden, dikkatsizliklerinden dem vurulmuştu.(Çok kez, çok farklı ağızlar tarafından dillendirilmiş bu sözleri, Selah Tersanesi’nin sahibi de işçi ölümlerinden sonra kendini savunurken kullanmıştı.) Bu yüzsüzlere göre meydana gelen ne iş cinayeti ne de iş kazasıydı. Olsa olsa iş intiharı denebilirdi bunlara.

Vali’nin, hakkında işlem yapılmadığını duyurduğu işletme patronu ise felaketten bir hafta sonra avukatlarıyla birlikte adliyeye gitti nedense. Önce mahkemeye sevk edildi ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bu konuda her hangi bir güvence verilmiş olabilir mi kendisine? Sanırız, bu sorunun cevabını tahmin etmek çok zor değil.

Bu arada, devlet baba da çoktan sıcak elini uzatmıştı ölen işçilerin geride bıraktıklarına. Devlet işçilerin ailelerini sahipsiz bırakmayacaktı. Yaşarken hiçbir değeri olmayan işçiler, öldükten sonra kıymetli oldular. Devlet onlar üzerinden ne kadar merhametli olduğunu ispatlayabilirdi.

AKP Bursa Milletvekili Ali Koyuncu tarafından yapılan ilk açıklamada, prim ödeme gün sayılarına bakılmaksızın, hayatını kaybeden tüm işçilerin emekli edileceği duyuruldu. Daha sonra ise bu sözden dönüldüğü anlaşıldı. Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, 15 işçinin prim ödeme gün sayıları hesaplanarak maaş almaya hak kazandığını açıkladı. Ayrıca işçilere, daha doğrusu geride kalan ailelerine “ölüm geliri” olarak aylık ücretlerinin %70’i oranında maaş bağlanacağı belirtildi. Devlet, bu noktada hem emekli maaşı hem de ölüm geliri almaya hak kazanan işçi ailelerine, hangisinin tutarı daha yüksekse onu vereceğini ayrıca diğerinin de %50’sini ödeyeceğini ilan etti. Ölen işçilerin cenaze masraflarını da Sosyal Güvenlik Kurumu aracılığıyla üstlenen devlet, (ki bunun gerçekleşip gerçekleşmediğini bilmiyoruz) sıcak elini tüm şefkatiyle uzatmış ve vazifesini yapmış oldu. Öyle ki, herkesin vicdanı rahatladı artık. Ölümlerden birinci derecede sorumlu tutulması gereken işletme sahibi dahil!

İlanlı Adalet
Ocağın patronu tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıktan sonra geçtiğimiz günlerde gazete ilanı aracılığıyla “ölenle ölünmez” mesajı veriyor, işçilerin ailelerine 15’er bin TL tazminat öneriyordu. Sahibi olduğu ocakta babalarını bile bile ölüme gönderdiği çocuklara, eğitim ve iş güvencesi sözü veriyordu. Ayrıca Çalışma Bakanı ve Enerji Bakanı’na hassasiyetlerinden dolayı teşekkür etmeyi de ihmal etmiyordu. Ne kadar da ince bir davranış değil mi?

Bir burjuvanın bu kadar pervasızlaşmasına fırsat veren şeyin, yine burjuva temeldeki adalet sistemi olduğunu biliyoruz. Geçtiğimiz aylarda İstanbul’da yaşanan sel felaketi sırasında, insan taşımacılığı için uygun olmayan bir servis aracında boğularak ölen kadın işçilerin çalıştığı tekstil atölyesinin patronu da işçilerin ailelerine kan parası adı altında para vermiş ve aileler şikayetlerini geri çekmişti. İş verenin açık ihmal ve sorumsuzluğu nedeniyle iş yerlerine giderken ölen işçilerin aileleri parayı almak zorunda kaldıklarını, hem ekonomik açıdan zor durumda olduklarını hem de adli işlemlerin sürdürülmesi için gerekli parayı bulamayacaklarını ifade ettiler. Ayrıca bir çoğunun, mahkemelerin sorumluları cezalandıracağına dair inancı da yoktu.

Madendeki felakette yaşamını yitiren işçilerin aileleri ise işletme sahibinin gazete ilanlı önerisine şiddetle karşı çıktılar. İşletme sahibinin açıkça suç işlediğini ve ceza alması için gerekli adımları atacaklarını ifade ettiler. Aileler bu kararlılıklarını Bursa Barosu’ndan adli yardım talebinde bulunarak somutlaştırdı. Fakat daima sermayenin çıkarlarını kollayan adalet mekanizması, işçi ailelerini yıldırmak için elinden geleni yapacağından, ailelerin ne kadar direnebileceğini kestirmek zor.

Katil Aramızda
Bursa’daki madende gerçekleştirilen iş cinayeti, 19 işçinin ölümüne neden oldu ve sistemin rezilliğini ortaya çıkardı. Biliyoruz ki orada yaşananlar bir istisnadan ibaret değil. Ülkenin her yanında hemen her gün benzer cinayetler, yaralanmalar, kalıcı sakatlık ve hastalıklar işçi ve emekçilerin yaşamının bir parçası olmuş durumda. Maden Mühendisleri Odası Başkanı Mehmet Torun, Türkiye’nin iş kazalarında dünyada dördüncü, Avrupa’da ise birinci olduğunu, yaşananlardan sonra tekrar hatırlattı.

Ücretli kölelik düzeni, insan hayatını hiçe saymaya devam ediyor ve sermaye sahiplerini işçi ve emekçilerin eliyle yaratılan tüm değerlerin sahibi kılıyor. Kapitalizmin pranga etkisine rağmen bilimin ve tekniğin ulaştığı muazzam düzey, tüm çalışma alanlarında iş güvenliğini en üst seviyeye çıkarmaya yeterli aslında. Fakat, ısrarla vurguladığımız gibi kâr ve rekabet hırsının yönettiği kapitalistler tarafından ek bir maliyet olarak görülen bu düzenlemeler yapılmıyor, patronların yerine getirmesi gereken en basit yükümlülükler dahi görmezden geliniyor. İşçi ve emekçiler açlıktan ölmekle, iş cinayetine kurban gitmek arasında bir tercih yapmak zorunda kalıyor. Üretilen zenginlik bir tarafta, diğer tarafta ise sefalet ve ceset birikiyor.

Soruyoruz şimdi, bunun adı kaza mı, cinayet mi? Cinayeti görüyor, katili tanıyoruz! Kapitalizm öldürür.

gamlı baykuş

Hiç yorum yok: