16 Aralık 2012 Pazar
7 Kasım 2012 Çarşamba
5 Kasım 2012 Pazartesi
3 Kasım 2012 Cumartesi
Türkiye’de Yüksek Öğretim ve YÖK
12 Eylül rejiminin bir kalıntısı olan Yüksek Öğretim
Kurumu (YÖK), askeri diktatörlüğün üniversiteleri/ üniversite öğrencilerini
disipline etmek ve yüksek öğretimi serbest piyasa ekonomisine dahil etmek için
oluşturduğu bir kurumdur. YÖK, siyasi iktidarda yaşanan değişikliklere ve
ekonominin ihtiyaçlarına paralel olarak zaman içinde bir değişim yaşamakla
birlikte, öz olarak kurulduğu andan itibaren bu işlevlerini
sürdürmektedir. Bununla birlikte,
özellikle 28 Şubat sonrasında ve AKP iktidarının ilk yıllarında YÖK üzerinden
yaşanan iktidar mücadelesi, bu kurumun sadece öğrenciler üzerinde bir baskı
aygıtı olmadığını; burjuvazi için kapitalist sistemin ekonomik ve ideolojik
yeniden üretimi açısından vazgeçilmezliğini gözler önüne sermiştir.
Tom Henehan’ın Öldürülmesinin 35. Yılı
Ekim 2012,
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin ABD’deki şubesi Sosyalist
Eşitlik Partisi’nin (SEP) önceli İşçiler Birliği’nin Siyasi Komite üyesi Tom
Henehan’ın öldürülmesinin otuz beşinci yıldönümü.
Tom, 16 Mart
1951’de Wisconsin eyaletinin Milwaukee kentinde doğmuştu. Yaşamını işçi
sınıfının siyasi eğitimine ve kurtuluşuna adamış olan Tom, Mart 1973’te İşçiler
Birliği’ne katılmıştı.
Tom,
partideki dört yıllık yaşamı boyunca ABD’de ve uluslararası düzeyde gençlik
hareketinin gelişiminde önemli bir rol oynamıştı.
Küreselleşme ve Üniversitelerin Dönüşümü
Üniversiteler, geçmişte de
sermayenin nitelikli/beyaz yakalı işgücü ihtiyacının başlıca karşılayıcısı
işlevini yerine getiriyorlardı. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, tüm
dünyada üniversiteler işçi sınıfından gençlerin de gidebileceği şekilde
dönüştürüldü. Bunun nedeni, kapitalizmin, artık toplumun geniş kesimini
oluşturan işçi çocuklarına da ihtiyaç duymasıydı. Dönemin ulusal pazar üzerinde
yükselen ithal ikameci kalkınma modeli çerçevesinde, her bir ülkenin burjuvazisi
ağırlıklı olarak kendi ulusal pazarındaki sermaye birikimini geliştirmek ve
ihtiyaç duyduğu işgücünü buna uygun biçimde üretmek gerekliliğiyle karşı
karşıyaydı.
Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Öğrenciler’in (ABD) İlkeler Bildirgesi - 2011
İnsanlık, 21. yüzyılın ikinci on
yılına işsizlik, savaşlar, eşitsizlik ve yoksulluk ile kuşatılmış şekilde
girdi.
Teknolojideki ve iletişimdeki
büyük ilerlemelere rağmen, ABD’de 25 milyon insan işsiz. Dünya çapında,
milyarlarca insan açlık içinde ve insanlık sonu gelmeyen savaşlarla karşı
karşıya.
ABD yönetimi (hem federal hem de
merkezi düzeyde), bankalara trilyonlarca dolar verdikten sonra, eğitimde ve
diğer sosyal harcamalarda daha önce tanık olunmadık kesintileri dayatıyor. Bu
arada mali seçkinler, bir aristokrasinin ruh hali ve kibriyle, kendi
krizlerinden işçi sınıfı zararına zenginleşmek için yararlanmaktadır. Her iş
yerinde, doğrudan zenginlerin yararına ücretler düşmekte ve işyükü artmaktadır.
Çalışanlara yönelik bu savaşa,
dışarıdaki savaşlar eşlik ediyor. Bush’un “21. yüzyıl savaşları”nı devam
ettiren Obama, aralarında İran ve Çin’in de bulunduğu birçok ülkeye yönelik
tehditlerle birlikte, Afganistan’da bir “akın” ve Libya’ya karşı yeni bir
emperyalist savaş başlattı.
Toplumsal Eşitlik ve Özgür Emekçiler Üniversitesi İçin
Üniversitelerde gerçekleştirilen yeni-liberal
dönüşümlere, YÖK'e ve onun atadığı rektörlere karşı nasıl mücadele edileceği ve
alternatifi ne üzerinden inşa edeceğimiz, üniversite bileşenleri açısından hayati
önem taşıyor. Bu mücadeleye girmeden önce şu soruların yanıtlanması gerekir:
Üniversiteler sınıflar mücadelesinden bağımsız mıdır? Üniversitede sınıflar var
mıdır? Üniversitelerin tek öznesi öğrenciler midir? Üniversiteler kimindir?
8 Ekim 2012 Pazartesi
İktisat-Siyaset Tezkere Bildirisi
Savaş Hazırlıklarına Karşı
Enternasyonalist Mücadeleyi Yükseltelim!
Hükümete yurt dışına asker gönderme yetkisi veren tezkere 4 Ekim günü TBMM’den geçti. AKP’li ve MHP’li milletvekillerinin oylarıyla kabul edilen tezkere, herhangi bir devletin adını anmamasına karşın, Suriye’yi hedefliyor ve iktidara bu ülkeye dilediği an, Meclis’e sormadan savaş açma hakkı tanıyor.
AKP iktidarının Batılı emperyalist müttefiklerinin çıkarları doğrultusunda Suriye’ye açık askeri müdahalede bulunmasının önünü açan tezkere, Suriye’den ateşlenen bir top mermisinin yanlışlıkla Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesine düşmesinin ardından gündeme geldi. Uzun süredir bu tür bir fırsat bekleyen AKP, 5 kişinin ölmesiyle sonuçlanan bu kaza üzerine, apar topar hazırladığı “yabancı ülkelere asker gönderme tezkeresi”ni gece yarısı Meclis’e sundu ve düzenlenen gizli oturumda onaylattı.
Bu tezkere ile birlikte, Batılı emperyalistlerin ve AKP’nin Suriye’deki alt taşeronu olan (gerçek taşeron Ankara’da) Sünni-İslamcı teröristlere, BAAS rejimi karşısında yenilgiye uğramalarına izin verilmeyeceği ve gerekirse Türk Ordusu’nun onlarla omuz omuza savaşacağı biçiminde çok güçlü bir sinyal verilmiştir.
Öte yandan, tezkerede hiçbir ülkenin adının anılmaması, AKP iktidarına, dilediği anda ve hiçbir kurumun onayını almaksızın, şu anda gündemde olmayan başka ülkelere savaş açma imkânı da sunmaktadır.
Bu tezkerenin Meclis’ten geçmesi, öncelikle Türkiye işçi sınıfına ve emekçilerine yönelik açık bir meydan okumadır. Yıllardır kadınları eve kapatıp ”en az üç” çocuk doğurmaya çağıran Erdoğan, genç kuşakları yalnızca işsizliğe ve yoksulluğa mahkûm etmemekte; onları savaş meydanlarında kitlesel bir kıyıma sürüklemenin hazırlıklarını yapmaktadır.
Hükümetlerin politikalarını belirleyen şey onların din veye milliyet üzerinde yükselen ideolojileri değil temsilcisi oldukları egemen sınıf olan burjuvazinin çıkarlarıdır. Yaklaşan felaketi önleyebilecek tek toplumsal güç ise işçi sınıfıdır. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Batılı emperyalistlerin taşeronu yeni bir Sünni-İslam “imparatorluğu” (“yeni Osmanlı”) kurma hayaliyle hızlandırdığı bölgesel savaş hazırlıklarına karşı gençlik, işçi sınıfıyla birlikte harekete geçmeli; tüm insanlığın kurtuluşu için enternasyonalist-sosyalist çözümü geliştirmelidir.
Kapitalizmin ürettiği savaşlar Libya’da ve şimdi de Suriye'de yeşertildiği üzere ne ilk ne de son olacaktır. Kapitalist sömürü ortadan kaldırılmadığı müddetçe milyonlarca emekçi ve genç savaş cephelerine gönderilecek ve kapitalistler kârlarını arttırmaya devam edecektir. Savaşı durdurabilmek ve dünyayı nihai bir barışa götürebilecek sosyalist devrimlerin önünü açmak Ortadoğulu emekçilerin ve gençliğin elindedir. Bu yaklaşıma sahip tüm savaş karşıtı öğrencileri harekete geçmeye ve mücadelemize omuz vermeye çağırıyoruz.
Gerçek düşman savaşların nedeni olan kapitalizm ve burjuvazidir!
Suriye'ye emperyalist müdahaleye hayır!
Türkiye elini Suriye'den çek!
Yaşasın Ortadoğu sosyalist devrimi!
Enternasyonalist Mücadeleyi Yükseltelim!
Hükümete yurt dışına asker gönderme yetkisi veren tezkere 4 Ekim günü TBMM’den geçti. AKP’li ve MHP’li milletvekillerinin oylarıyla kabul edilen tezkere, herhangi bir devletin adını anmamasına karşın, Suriye’yi hedefliyor ve iktidara bu ülkeye dilediği an, Meclis’e sormadan savaş açma hakkı tanıyor.
AKP iktidarının Batılı emperyalist müttefiklerinin çıkarları doğrultusunda Suriye’ye açık askeri müdahalede bulunmasının önünü açan tezkere, Suriye’den ateşlenen bir top mermisinin yanlışlıkla Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesine düşmesinin ardından gündeme geldi. Uzun süredir bu tür bir fırsat bekleyen AKP, 5 kişinin ölmesiyle sonuçlanan bu kaza üzerine, apar topar hazırladığı “yabancı ülkelere asker gönderme tezkeresi”ni gece yarısı Meclis’e sundu ve düzenlenen gizli oturumda onaylattı.
Bu tezkere ile birlikte, Batılı emperyalistlerin ve AKP’nin Suriye’deki alt taşeronu olan (gerçek taşeron Ankara’da) Sünni-İslamcı teröristlere, BAAS rejimi karşısında yenilgiye uğramalarına izin verilmeyeceği ve gerekirse Türk Ordusu’nun onlarla omuz omuza savaşacağı biçiminde çok güçlü bir sinyal verilmiştir.
Öte yandan, tezkerede hiçbir ülkenin adının anılmaması, AKP iktidarına, dilediği anda ve hiçbir kurumun onayını almaksızın, şu anda gündemde olmayan başka ülkelere savaş açma imkânı da sunmaktadır.
Bu tezkerenin Meclis’ten geçmesi, öncelikle Türkiye işçi sınıfına ve emekçilerine yönelik açık bir meydan okumadır. Yıllardır kadınları eve kapatıp ”en az üç” çocuk doğurmaya çağıran Erdoğan, genç kuşakları yalnızca işsizliğe ve yoksulluğa mahkûm etmemekte; onları savaş meydanlarında kitlesel bir kıyıma sürüklemenin hazırlıklarını yapmaktadır.
Hükümetlerin politikalarını belirleyen şey onların din veye milliyet üzerinde yükselen ideolojileri değil temsilcisi oldukları egemen sınıf olan burjuvazinin çıkarlarıdır. Yaklaşan felaketi önleyebilecek tek toplumsal güç ise işçi sınıfıdır. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Batılı emperyalistlerin taşeronu yeni bir Sünni-İslam “imparatorluğu” (“yeni Osmanlı”) kurma hayaliyle hızlandırdığı bölgesel savaş hazırlıklarına karşı gençlik, işçi sınıfıyla birlikte harekete geçmeli; tüm insanlığın kurtuluşu için enternasyonalist-sosyalist çözümü geliştirmelidir.
Kapitalizmin ürettiği savaşlar Libya’da ve şimdi de Suriye'de yeşertildiği üzere ne ilk ne de son olacaktır. Kapitalist sömürü ortadan kaldırılmadığı müddetçe milyonlarca emekçi ve genç savaş cephelerine gönderilecek ve kapitalistler kârlarını arttırmaya devam edecektir. Savaşı durdurabilmek ve dünyayı nihai bir barışa götürebilecek sosyalist devrimlerin önünü açmak Ortadoğulu emekçilerin ve gençliğin elindedir. Bu yaklaşıma sahip tüm savaş karşıtı öğrencileri harekete geçmeye ve mücadelemize omuz vermeye çağırıyoruz.
Gerçek düşman savaşların nedeni olan kapitalizm ve burjuvazidir!
Suriye'ye emperyalist müdahaleye hayır!
Türkiye elini Suriye'den çek!
Yaşasın Ortadoğu sosyalist devrimi!
4 Eylül 2012 Salı
29 Mayıs 2012 Salı
3 Mayıs 2012 Perşembe
1 Mayıs'ın Ardından...
Uzun bir aranın ardından tekrar merhaba... Dostlarımızın katkılarıyla, yayınlanmasından dağıtımına kadar kolektif biçimde emek verilen bültenimize, siz okurlarımızdan ve daha tanışamadığımız nice arkadaşımızdan da gelecek katkıları oldukça önemsediğimizi belirterek başlayalım...
Bültenimizin yeni sayısı ile tekrar buluşmuş oluyoruz. Hepimizi yakından ilgilendiren sorunlar, yer yer sinirlerimizi bozan gelişmeler, bazen de savaş çanlarının çaldığı koskoca bir ayın ardından 24. sayımızla karşınızdayız. Bu giriş yazımızda ise, yine içeride değinemediğimiz gündem maddelerine yer vereceğiz.
Sağlık Emekçilerinden İş Bırakma Eylemi
Dr.
Ersin Arslan, 18 Nisan günü ölen hastasının
17 yaşındaki bir yakını tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
O, doktor cinayetlerine kurban giden tek doktor tabii ki de değildi.
Öldürülmesinin ertesi günü (19 Nisan) Türkiye’nin pek çok
ilinde, sağlık emekçileri tarafından doktora karşı şiddet
başta olmak üzere sağlık sektöründe yaşanan dönüşümü ve
ticarileştirme uygulamalarını protesto etmek amacıyla iş bırakma
eylemi yapıldı ve yürüyüşler düzenlendi.
İstanbul’da,
İstanbul Tıp Fakültesi’nden İl sağlık Müdürlüğü’ne
kadar süren yürüyüşe yaklaşık 30 bin kişi katıldı. “Recep
Akdağ istifa!”, “vatandaş uyuma doktoruna sahip çık! ”,
“sağlık haktır susma haykır!” sloganları atılırken eyleme
katılanların ağırlıklı olarak doktor olmasına karşın pek çok
sağlık çalışanı da bu eyleme destek verdi.
Cihan'a tahliye kararı ve diğer tutuklu öğrenciler üzerine
23
Mart günü, burjuva basın
dahil bütün basın organlarında çok önemli bir haber geçmişti;
25 aydır tutuklu olan Galatasaray Üniversitesi Endüstri
Mühendisliği öğrencisi Cihan Kırmızıgül tahliye olmuştu.
Bütün ülke basınında önemle üzerinde durulmuştu bu haberin;
çünkü hiç kimse Cihan Kırmızıgül’ün neden 25 aydır
tutuklu olduğunu bilmiyordu (!). Cihan’ın her duruşmasından
önce de bu durum hakkında tartışmalar yapılır ve Cihan davası
özelinde Türk hukuk sistemine (ve ağırlıklı olarak tabii ki şu
meşhur Terörle Mücadele Kanunu’na) eleştiriler yöneltilirdi.
Üniversitelerde Baskılar Artıyor
Son
zamanlarda muhalif kesimlere yönelik artan baskılar,
gözaltı ve tutuklamalar şeklinde kendini gösterirken üniversite
yönetimleri de boş durmuyor. Üniversiteyi bilim merkezi olmaktan
çıkarıp sermayenin kollarına bırakmaya çalışan rektör ve
dekanlıklar adeta sahte mahkemecilik oyunu oynuyorlar.
Üniversitelerde devrimci öğrencilere yönelik soruşturma ve
cezaların ise ardı akası kesilmiyor.
İstanbul
bağımsız milletvekili Levent Tüzel’in Milli Eğitim Bakanı
Ömer Dinçer'e yönelttiği soruşturma ve ceza alan öğrencilerin
sayısını isteyen sorunun ardından, Dinçer YÖK verilerinden
aldığı bilgilerle, 2010 ve 2011’de toplam 7 bin 43 üniversite
öğrencisi hakkında soruşturma açıldığını, bu öğrencilerden
4 bin 602’sinin okuldan uzaklaştırıldığını, 55’inin ise
atıldığını açıkladı.
MERCEDES SOSA [9 Temmuz 1935 (Arjantin’in özgürlük günü) - 4 Ekim 2009]
Bana
gülüşü
ve gözyaşını verdin
Böylece
yaşamı
oluşturan iki temel öğeyi
Mutluluğu
ve acıyı ifade edebilirim
Ve
sizin şarkılarınızı,
ki benim şarkılarıma benzerler,
Ve
herkesin şarkısını,
ki aynı zamanda benimdirler.
(‘Gracias
a la vida’ adlı
şarkıdan)
Sosa’yı
ilk defa dinleyen bir insan hiç şüphesiz kendisine vahiy indiğini
zanneder diye düşünüyorum. Arjantinli sanatçı Mercedes Sosa,
başta Latin Amerika olmak üzere, tüm dünyayı etkileyen devrimci
bir ses… Latin Amerika folk müziğini Rock ve politik müzikle
harmanlayan, 'Nueva Canion' tarzıyla tanınan bir sanatçı…
İspanya Genel Grevi Üzerine
Nisan
ayı başlarında İspanya’da Halk Partisi (PP) hükümetine,
Avrupa Birliği’ne ve onların kemer sıkma politikalarına, toplu
sözleşme düzenini tersine çeviren ve işverenlerin ücretleri
azaltmasını ve işçileri istediği gibi işten çıkartmasını
mümkün kılan yeni çalışma yasasına karşı bir günlük genel
grev örgütlendi. Genel grev kapsamında fabrikalar, havaalanları,
limanlar ve demiryolları felç oldu. Kamu hizmetleri en aza
indirildi; dükkânlar ve üniversiteler kapatıldı. Ülkenin farklı
şehir ve kasabalarında düzenlenen kitlesel gösterilere işsizler
ve öğrenciler de destek verdi.
Hükümet
kitlesel gösterilere karşı 9.385 güvenlik görevlisini
görevlendirdi ve bu toplam kadronun yüzde 90’ını
oluşturmaktadır. Göstericilere karşı plastik mermiler, sis ve
gaz bombaları kullandılar. Gaz bombaları, 16 yıldan bu yana ilk
kez, Barcelona’nın merkezinde, polisin plastik mermi kullanmaya
son vermesini isteyen onlarca itfaiyeciye karşı kullanıldı.
Ayrıca, sivil polisler ve helikopterler de devreye sokuldu. Her
seferinde, daha fazla güç kullanılmasını talep eden ve kemer
sıkma karşıtı direnişe karşı faşist güçleri seferber etmeye
çalışan sağcı medya da, baskıyı teşvik etmektedir.
Dar Alanda Kısa Paslaşmalar Üzerine
Yeni
Sinemacılar
ortaya çıktıkları 90’ların ikinci yarısından itibaren, her
filmlerinde, toplumda oluşan her türlü dönüşümü, oluşturduğu
güçlü ve gerçekçi karakterler ve onların yine gerçekçi
diyalogları ile önümüze sermeye çalıştı. Kısaca edinilmek
zorunda kalınmış dertleri, kendi kameralarıyla nasıl
gösterebiliyorsa öylece gösterdiler. Dar Alanda Kısa Paslaşmalar
da, şimdilerde akımdan ayrılmış olsa da Yeni Sinemacılar’ın
ortaya çıktıkları dönemde akımın başını çeken Serdar
Akar’ın 2000 yapımı ikinci filmi.
Zamlar ve yaşamımıza yansımaları
“Pardon
bakar mısınız?”, “Anketimize katılmak ister misiniz?”,
“Birkaç dakikanızı bize ayırır mısınız?” bu sorular çoğu
öğrencinin eğitim süreci içerisinde muhatap olduğu veya bizzat
başkalarına yönelttiği sorulardır. Paralı ve pahalı eğitimin
sonucunda biz, öğrencilerin büyük bir kısmı hem okuyup hem
çalışmak zorunda kalırken, daha iyi ve nitelikli bir yaşam
üzerine hayallerimiz ve geleceğimiz adeta ellerimizden alınıyor.
Eğitimini sürdürmek için zorlu geçim mücadelesi veren
öğrenciler hem eğitim sürecine vakit ayırmak hem de arta kalan
zamanda geçimlerini sağlamak maksadıyla part-time veya esnek
çalışma koşullarını tercih etmektedirler .
1 Mayıs 2012: İşçileri kemer sıkma önlemlerine ve savaşa karşı dünya çapında birleştirin
Not:
Sosyalist
Eşitlik Partisi’nin (SEP) ABD başkanlığı adayı Jerry White’ın
açıklaması'nı kısaltarak yayınlıyoruz.
Sosyalist
Eşitlik Partisi’nin 2012 seçimlerindeki ABD başkanlığı adayı
olarak, 1 Mayıs’ta, dünyanın dört bir yanındaki işçilerle
dayanışmamı ifade etmek istiyorum. Kökeni Amerikan işçilerinin
1880’lerdeki sekiz saatlik işgününü elde etmek uğruna
verdikleri amansız mücadelede yatan bu tatil günü, bu yıl özel
bir anlam taşımaktadır.
1
Mayıs 2012’de, uluslararası işçi sınıfı, dünya kapitalist
sisteminin görülmedik bir kriziyle karşı karşıyadır. Dünyanın
dört bir yanındaki işçiler, toplumun devrimci dönüşümü
gereğini ortaya koyan mücadelelere girmeye başlıyorlar.
Ekonomik
durum ise, toparlanmak şöyle dursun, yeni bir gerileme dönemine
giriyor. Birleşik Krallık ve İspanya, şimdi, çift dipli bir
durgunluğun içinde. Çin’deki ekonomi yavaşlıyor; kalıcılaşmış
yüksek işsizlik düzeyleri Avrupa’da, Japonya’da ve ABD’de
varlığını sürdürüyor.
15 Mart 2012 Perşembe
Sivas Davası'ndan İstanbul Üniversitesi'ne: Egemenlerin Adaleti
1993
yılında Sivas Madımak Oteli’nde 35 insan devletin gözetiminde
gerici bir güruh tarafından diri diri yakılarak katledilmişti. 19
yıldır süren bu davada son nokta ise henüz kondu; Ankara 11. Ağır
Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada, avukatların son beyanlarının
dinlenmesinin ardından karar açıklandı. Mahkeme, sanıklar Cafer
Erçakmak ve Yılmaz Bağ’ın ölmeleri; Şevket Erdoğan, Köksal
Koçak, İhsan Çakmak, Hakan Karaca ve Necmi Karaömeroğlu yönünden
ise "zamanaşımı" nedeniyle kamu davasının
düşürülmesine karar verdi.
Hatırlanacağı
üzere, yaşanan katliam sonucunda 33 konuk, 2 otel görevlisi ve 2
de katil olmak üzere 37 kişi hayatını kaybetmişti. Tüm bunlar
olurken güvenlik güçlerinin hiçbir şekilde müdahale etmemesi ve
olaylar durulmaya başlandıktan sonra devreye girmesi katliama
bizzat devlet tarafından göz yumulduğunu gösteriyordu. Bu
durumda, devletin ve onun “adalet” kurumlarının katliamı
sahiplenmesine ve katilleri korumasına şaşırmamak gerekir!
10 Mart 2012 Cumartesi
Merhaba
İktisat-Siyaset
fanzin-dergisi 2008 yılının ikinci yarı
yılında
ağırlıklı olarak öğrenciler, işçiler ve işsizlerin
yazılarıyla yayınlanmaya başlamıştı. İstanbul
Üniversitesi merkezli yayına başlayan İktisat-Siyaset, ardından
bu sınırı aşıp diğer okullara da ulaşmaya başladı.
İktisat-Siyaset'i
yayına hazırlayanlar, bu topraklarda günlük gazete bir yana,
aylık dergi çıkarmanın dahi ne kadar zor olduğunun
farkındalığıyla tüm engelleri aşabilmeyi sağlayan fanzin
biçiminde bir dergi çıkarma çabası içindelerdi. Ve böylesi bir
sorumlulukla 22 sayı aylık dergi formatında çıktı
İktisat-Siyaset.
En
son, 22. Kasım-Aralık Sayısını yayınladığımız
İktisat-Siyaset, Mart ayına girerken farklı bir formatla
karşınızda bulunuyor. Yeni ihtiyaçlar doğrultusunda aldığımız
bu değişiklik kararıyla artık İktisat-Siyaset, aylık bir
öğrenci bülteni biçiminde çıkacak. Hedef kitlesi başta
öğrenciler olan yeni formatıyla İktisat-Siyaset, üniversite
emekçilerini ve diğer üniversite bileşenlerini konu edinmek ve
gündemine almak gibi de bir amaç taşıyor.
İktisat-Siyaset,
öğrencileri ilgilendiren sorunlar üzerine yazıların
yanında
siyasi gündeme ilişkin yorumlardan
tutalım
da
edebiyat, bilim, karikatür, sinema gibi alanları
da kapsayan yelpazesi
ile
geniş
bir bülten olma amacındadır. Hal böyle olunca, zorunlu değil
gönüllü üretim süreci olarak gördüğümüz bu sürece
okurlarımızın katılımı ve fanzini/bülteni
bir kolektifin ürünü haline getirmeleri amacımız daha da
netleşiyor.
Tüm
üretim araçlarıyla beraber basın ve medyanın da birkaç tekelin
elinde olduğu günümüz koşullarında, tam anlamıyla teslim
olmamanın ve yalnızca “onların” dilinden öğrenmemek,
“onların” anlattıklarına bağımlı kalmamak ve son olarak
“onların” düşündürdüğü gibi düşünmemek yolunda atılmış
bir adım olarak görüyoruz İktisat Siyaset'i. Bu adımın, net bir
hedefe yöneldiği sürece bir anlam taşıdığı gerçeğiyle,
kendimizi salt öğrenci gençlikle sınırlamıyor; toplumsal
devrimin öznesi olarak gördüğümüz dünya işçi sınıfının
yolundan yürüyoruz. Hedefimizi 'sınıfsız sınırsız
sömürüsüz bir dünya'
cümlesiyle özetliyoruz.
Taksim’deki Irkçı Gösteri ve Ankara'daki Üniversitelerde Faşist Saldırılar
26 Şubat günü, Taksim'de İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in de katıldığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de destek verdiği, günler öncesinden yaygın reklam ve duyurularla hazırlanan Hocalı Katliamı anması ırkçı ve faşist söylemleriyle akıllarda iz bıraktı. "Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz", "Bozkurtlar burada, Hrantlar nerede", "İşgalcisiniz, katilsiniz, hepiniz Ermenisiniz" yazılı pankartlarla Taksim'de gerçekleştirilen bu yürüyüşte, göze çarpan katliam olayının lanetlenmesi değil, ağırlıklı olarak Ermenilere ve Kürtlere yönelik nefret söyleminin ortaya konulmasıydı.
Tutuklamaların, soruşturmaların, baskıların gölgesinde: "Öğrenci Gençlik"
“Artık hiçbir şey eskisi gibi değil, sen de biliyorsun.” diyordu istihbarat görevlisi gözaltındaki öğrenciye “ajanlık” teklif ederken. Muhalif kesimler üzerindeki baskı özellikle son dönemde bu kadar artmışken, ülkede muhalif potansiyeli taşıyan öğrencilerin de bu durumdan payını almaması beklenemezdi tabii ki. Fakat böylece biz de bu durumu birinci ağızdan doğrulamış olduk.
Devrimci öğrenciler üzerindeki baskının boyutları hakkında fikir edinebilmek için son birkaç ay içinde önümüze net örnekler koyuldu. Hatırlarsınız, Ocak sonu-Şubat başı gibi, basın yoluyla iki öğrenci arkadaşımızla deyim yerindeyse tanışma fırsatı bulduk. Birisi Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi son sınıf öğrencisi Mikail Boz, diğeri ise Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi 2. Sınıf öğrencisi Gizem Görnaz’dı. Ortak noktaları ise üniversitelerinin yetkili kademelerindeki kişiler hakkında eleştirel yazılar yazmış olmalarıydı. Tahmin edilebileceği üzere ikisinin de bu davranışları cezasız kalmadı.
4+4+4 = Daha Fazla sömürü!
Bir süredir basına yansıyan ve "4+4+4" ismiyle bilinen yasa tasarısı kamuoyunda gündem haline geldi. Özetle kesintili eğitimi kapsayan yasa tasarısının gündeme gelmesinin ve uygulanma amacının altında başta Türkiyeli egemenlerin çıkarları yatıyor. 2011 yılına damgasını vuran küresel ekonomik krizin etkileri, AKP hükümetini sosyal ve ekonomik alanlarda kapsamlı kısıtlamalara götürüyor. Bununla birlikte gittikçe otoriterleşen AKP hükümeti, işçiler, öğrenciler ve Kürtler üzerinde tutuklama ve baskı yöntemlerine başvurmanın yanında eğitimi de ticarileştirmek, özelleştirmek ve ucuz kalifiye işgücü sağlamak adına kolları sıvamış durumda. Eğitim alanındaki, "4+4+4" ismiyle gündeme gelen yasa tasarısı da işte bu uygulamaların bir parçasıdır.
16 Mart Beyazıt Katliamının 34. yılı
Öğrenci hareketinin yükselişe geçtiği 1960’ların sonu faşist saldırıların da sistematik bir karakter kazanmaya
başladığı yıllardı. Devrimci öğrenci hareketinin yükselişi devlet tarafından desteklenen MHP’li faşistlerin silahlı saldırılarıyla kesilmeye çalışılıyordu. Aynı süreç 1970’lerde de yaşandı. O yıllarda, bir yandan işçi hareketi giderek daha kitlesel ve militan bir hal almaya başlamış, diğer yandan da öğrenci hareketi önemli bir ivme kazanmıştı. Bu ortamda burjuvazi, 20. yüzyıl boyunca birçok ülkede başvurduğu yönteme sıkıca sarılacaktı: Devrimci gençlik hareketini faşist saldırılarla provoke etmek.
Devrimci öğrenci hareketine yönelik bu saldırılardan başlıcası hiç şüphesiz 16 Mart 1978’de gerçekleştirilen katliam oldu. İstanbul Üniversitesi’nde daha önceki günlerde başlayan gerginlik, 16 Mart günü faşist çetelerin bomba ve silahlarla öğrencilere saldırmasıyla en üst noktasına ulaştı. Faşistlerin saldırısını bekleyen devrimci öğrenciler, okuldan toplu çıkış için Süleymaniye kapısına yönelmişler fakat okuldaki polisler bu kapıyı kapatarak öğrencileri ana kapıya yönlendirmişlerdi. Polisin bu hareketi planlı bir saldırının habercisiydi. Ana kapıdan çıkan devrimci öğrencilerin üzerine atılan bombalar ve açılan ateş sonucu 7 öğrenci öldü, 40’ın üzerinde öğrenci yaralandı.
Film Eleştirisi: Zenne’nin Homofobi’ye Karşı Dansı
Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yönettiği Zenne filmi, Altın Portakal’da aldığı 5 ödülle, Malatya Film Festivali’nde son anda gösterimden kaldırılmasıyla ve Yeni Akit’in filmi ‘sapkınların filmi’ olarak haber geçmesiyle adından sıklıkla söz ettirdi. Ancak filmin en önemli özelliği 2006 yılında ailesi tarafından gey olduğu gerekçesiyle öldürülen Ahmet Yıldız’ın anısına çekilmiş olması. Hikaye Yıldız’ın hayatından kesitler taşısa da bir kurguya dayanıyor. Bu kurgu, ‘birbirine benzemeyen üç iyi arkadaşın’ bir arada geçirdiği zamana tanıklık ediyor.
Masallara inananın ya da inanmayın, Zenne bu topraklarda cinsel yönelimi ya da kimliği, sınıflı toplumların dayattığı heteroseksüel toplum yapısına sığmayan bireylerin hikayesi. Alman fotoğrafçı Daniel, İstanbul’da bir dansçı Can ve Ahmet’in öyküsü, bu coğrafya da yaşayan herkesin hikayesi. ‘Şehit’ çocuğu olan Can’ın askere gitmek istememesinin nedeni cinsel yönelimi değil, yaşamayı seviyor olması, öldürmek istemiyor olmasından en çok. Ama pembe teskere alabilmek için fotoğraflara ihtiyacı vardır Can’ın. Almanya’da yayınlanan Der Spiegel’in geçtiğimiz yıl bir sayısında belirttiği gibi dünyanın en büyük porno arşivine sahip TSK, askere gitmek istemeyen geyleri, eşcinselliğini ispatlamak zorunda bırakıyor çünkü.
Hey Tekstil Direnişine Dair
Bildiğiniz
üzere Hey Tekstil işçisi direnişine devam ediyor. Önce kısaca
işçilerin direniş günlüğünü anımsatalım. Aynur ve Sıtkı
Süreyya Bektaş'ın sahibi olduğu Hey Grup olarak bilinen firma 420
tekstil işçisini üç aylık maaşlarına ve kıdem tazminatlarına
el koyarak, 9 Şubat'ta işten çıkarmıştı. İşten çıkarılan
işçiler gasp edilen haklarını almak için 13 Şubat'tan itibaren
fabrika önünde direnişe geçmiş, seslerini duyurmak için
mecliste basın açıklaması düzenlemişlerdi. Uğradıkları
haksızlığı yansıtmayan burjuva medyaya tepki olarak Hürriyet
Gazetesi’ne yürüyerek seslerini medyada duyurmaya çalışmışlardı.
İşçilerin
haklı mücadelesinin karşısındaki Hey Tekstil'in sahiplerinin
yıllardır devletten teşvik aldıklarını, vergi ve sigorta
muafiyetinden yararlanmakta olduklarını anımsatalım. Hatta TBMM,
patron Aynur Bektaş’a “hizmet”lerinden dolayı üstün hizmet
ödülü vermişti. Yaşananlar açıkça gösteriyor ki, patronlara
destek ve kredi sağlamak için bu kadar uğraşan devlet haksızlığa
uğrayan işçiler için kılını kıpırdatmıyor.
Kitap Tanıtımı: Karanlık Çökerken
Karanlık Çökerken
Bürokrasinin Yükselişi
Bolşevizmin Yenilgisi
H2O Kitap
Derleyen: Halil Çelik
Yayına Hazırlayan:
Özcan Özen
392 syf., 21,90 TL
Bu kitap, Marksistlerin, 1917 Ekim (Kasım) Devrimi’nin ardından kurulan ilk işçi devletinin bürokratik çürümesine karşı verdikleri amansız mücadelenin belgelerden oluşuyor.
SSCB’deki Marksistler ile Stalin önderliğindeki bürokratik kast arasındaki amansız mücadelenin uluslararası
ekonomik ve sınıfsal temellerini gözler önüne seren bu kitap, Marksist hareketin yalnızca tarihine ışık tutmuyor, bugününü anlamamıza da katkıda bulunuyor.
İspanya'da Öğrenciler Sokaklarda!
Şubat ayının son günlerinde ağırlıklı olarak öğrenciler ve onlara eylemlerinde destek veren öğretmen dernekleri ve veliler, ekonomik krizin derinleştirdiği bütçe açıklarına karşı uygulanan tasarruf politikalarını protesto etmek için sokaklardaydı.
Ağırlıklı olarak eğitim alanında başlayan tasarruf politikalarına karşı protestolar belirgin bir şekilde Valencia şehrinde yoğunlaştı. Okulun temizlik işçilerinin çalışma saatlerinin azaltılmasını protesto etmek için velilerin okulları temizlemeyi bile göze aldıkları, Cervantes adlı ilkokulda okuyan çocukların velilerinin okullarına 9 bin Euro borç verdiği Valencia’da bölge okullarının pek çoğu Cervantes okulu gibi borç içinde.
Hükümetin eğitim alanında yapmak istediği tasarruf kesintileri öğrencileri ve velilerini sokağa dökmeye yetti. 20 Şubat'ta Valencia'da gerçekleştirilen eyleme polisin sert müdahalesi sonucunda 17 kişinin gözaltına alındı; bu olay İspanya genelinde tepkiye yol açtı.
Polislerin öğrencileri dövdüğü görüntülerinin medyada yayınlanması, gösterilerin ülke çapında daha da yaygınlaşmasına yol açtı. 29 Şubat günü ise, eğitim alanında gerçekleştirilen reformları protesto etmek için 20 şehirde yaklaşık olarak 50 bin kişinin katıldığı bir eylem gerçekleştirildi. Öğrenci Birliği (SE) başkanı Tohil Delgado'nda belirttiği gibi, alana hakim olan talep, İspanyol gençliğinin sebebi olmadıkları ekonomik krizin faturasını ödemeyeceğini düşüncesiydi. "Bu soygunu biz ödemeyeceğiz!", "Kamu üniversitelerini kuralım!" yazılı pankartlarla protestolarını dile getiren göstericilere, polis Barselona’da sert bir şekilde müdahile ederken Madrid, Valencia, Sevilla, Galisya gibi geniş katılımın sağlandığı şehirlerde protestolar olaysız geçti.
2008 yılında başlayan küresel ekonomik krizin etkileri, İspanya örneğinde de görüldüğü gibi dünya çapında öğrenci-gençliğin sokaklara dökülmesine neden olmaktadır. Ancak bu kitlesel hareketler, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi ve sosyalizm hedefiyle ortaklaşmadığı müddetçe, öğrenci-gençlik mücadelesi tek başına kapitalizmi ortadan kaldırmaya yetmeyecektir.
Kardelen
Lawrence Tekstil Grevinin 100. Yıldönümü
100 yıl önce, 24 Şubat 1912’de, ABD’nin Massachusetts eyaletindeki Lawrence kentindeki tekstil işçilerinin grevi, polisin barbarca saldırısına uğradı. Grevden önce Lawrence fabrikasında çalışan ve çoğu göçmen kadınlardan ve çocuklardan oluşan işçiler örgütsüzdü ve son derece ağır koşullarda düşük ücretlerle (ortalama 3-7 Dolara haftada 54 saat) çalışıyordu. Kötü yaşam koşullarından dolayı her bin bebekten 172’sinin öldüğü berbat yaşam koşullarına karşı Ocak 1912’de, kentte bir grevi başladı.
Grevle birlikte, IWW (Dünya Sanayi İşçileri) sendikası, farklı dillere sahip 35 bin işçinin çalıştığı fabrikada yoğun bir örgütleme faaliyetine girişti. Patronun işe aldığı grev kırıcı işçilere karşı kararlı bir direnişin sergilendiği grev boyunca kentteki durum o denli kötüleşti ki, kadın işçiler çocuklarını topluca diğer kentlerdeki akrabalarının yanına göndermek zorunda kaldılar. Bu durum, aynı zamanda, Lawrence grevinin ülkenin dört bir yanında tanınmasına ve güçlü bir dayanışmanın örgütlenmesine katkıda bulunacaktı.
Lawrence’daki grevin diğer kentlerdeki işçilerin desteğini almasından korkan patronlar, çocukların diğer kentlere gönderilmesini önlemek için son çare olarak yerel polis gücüne başvurdu. Polisin, 24 Şubat 1912 günü topluca tren istasyonuna giden kadınlara ve çocuklara saldırısı sonucunda çok sayıda insan yaralandı ve tutuklandı.
ABD’deki liberal insan hakları savunucusu burjuvaların da tepkisini çeken bu olay, ABD Kongresi’nde özel bir oturumun toplanmasına yol açtı. IWW, grevci işçilerden ve çocuklardan oluşan bir heyeti, fabrikadaki çalışma koşullarını ve patronların grev sırasındaki saldırılarını anlatmaları için Kongre’ye gönderdi. Bu ifadeler, Kongre’nin harekete geçmesini sağladı.
Patronlar kısa süre içinde geri adım atmak ve 14 Mart 1912’de işçilerle anlaşmak zorunda kaldılar. Anlaşma, Lawrence işçilerinin hep birlikte, yedi farklı dilde Enternasyonal marşını söylemesi eşliğinde imzalandı.
1912 Lawrence Tekstil grevi, ABD işçi hareketinin en büyük zaferlerden biri olarak tarihe geçti. Bu grevle birlikte, etnik ve dilsel farklılıkların işçi sınıfının örgütlenmesinin önünde bir engel oluşturmadığı ve kadın işçilerin mücadelede önder konumda olmasının ne denli önem taşıdığı görüldü. Bütün bu özellikleriyle Lawrence Grevi, işçi sınıfının günümüzdeki mücadelesine de yol göstermektedir.
5 Ocak 2012 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)