15 Mart 2012 Perşembe

Sivas Davası'ndan İstanbul Üniversitesi'ne: Egemenlerin Adaleti


1993 yılında Sivas Madımak Oteli’nde 35 insan devletin gözetiminde gerici bir güruh tarafından diri diri yakılarak katledilmişti. 19 yıldır süren bu davada son nokta ise henüz kondu; Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada, avukatların son beyanlarının dinlenmesinin ardından karar açıklandı. Mahkeme, sanıklar Cafer Erçakmak ve Yılmaz Bağ’ın ölmeleri; Şevket Erdoğan, Köksal Koçak, İhsan Çakmak, Hakan Karaca ve Necmi Karaömeroğlu yönünden ise "zamanaşımı" nedeniyle kamu davasının düşürülmesine karar verdi.


Hatırlanacağı üzere, yaşanan katliam sonucunda 33 konuk, 2 otel görevlisi ve 2 de katil olmak üzere 37 kişi hayatını kaybetmişti. Tüm bunlar olurken güvenlik güçlerinin hiçbir şekilde müdahale etmemesi ve olaylar durulmaya başlandıktan sonra devreye girmesi katliama bizzat devlet tarafından göz yumulduğunu gösteriyordu. Bu durumda, devletin ve onun “adalet” kurumlarının katliamı sahiplenmesine ve katilleri korumasına şaşırmamak gerekir!


1993 Ekim’inde başlayan 124 sanıklı Sivas davası defalarca bozuldukta sonra, 2000 yılında “nihai karar” verilmişti. 33 sanık idam cezasına mahkum edildi. Bu arada 7 sanık firar etti. Yurtdışına kaçmış olanların Türkiye’ye iadesi sağlanamadı. Türkiye’de olanlarsa o dönem içinde evlenmek, ehliyet almak gibi çeşitli işlemler yaptırmış olmalarına rağmen bir türlü “bulunamadı”. Hatta yıllarca “kırmızı bülten”le aranan Cafer Erçakmak son nefesini 2011′de Sivas’taki evinde verdi. 13 Mart’ta son duruşması görülen dava ise, katliamın “insanlık suçu” teşkil etmesine ve bu durum mahkeme başkanı tarafından da teyit edilmesine rağmen, zamanaşımıyla sonuçlandı.


Son yaşanan olaylara baktığımızda, karşımızda bir kapı gibi duran egemen adalet sistemiyle karşı karşıya kalıyoruz. Adalet sistemiyle olan bu karşı karşıyalık ve tüm bu yaşananlar beraberinde sorulması gereken asıl sorular ise “kimin adaleti?”, “neyin adaleti?” sorularıdır. Bu soruların yanıtı ise, kısaca, “bu, egemenlerin adaleti”dir.


Sivas Katliamı Davası'nı zamanaşımıyla sonuçlandıran burjuva adalet sisteminin uzantılarını, bugün üniversitelerde de yakıcı biçimde görüyoruz. Bir anda göze alakasız gelebilecek olsa da insanlık suçu içeren bir katliamı zamanaşımıyla sonuçlandıran yargı anlayışıyla, üniversite yönetimlerinin dayandığı anlayış aynı kaynaktan beslenmektedir. Neredeyse bütün üniversitelerde, öğrencilere keyfi soruşturmalar açılmakta ve keyfi cezalar verilmektedir. Aynı Sivas Katliamı'nın faillerini koruyan zihniyet, bugün üniversitelerde birçok saldırının ve provokasyonun "failleri" faşistleri, özel güvenlikleri ve sivil polisleri korumaktadır!


Üniversitelerde, rektörlük-polis-faşist üçgeni birçok provokasyona ve saldırıya imza atarken, bütün bu yaşananların sonucunda devrimci öğrenciler keyfi soruşturmalarla, cezalarla ve hatta tutuklamalarla karşılaşmaktadırlar!
Yine bu, bashettiğimiz uygulamalara üniversitemizde tanık oluyoruz. İstanbul Üniversitesi'nde faşist ve ÖGB saldırısına maruz kalan biri İktisat-Siyaset okuru, iki öğrenciye "karşıt görüşlü öğrenciler arasında yaşanan sözlü arbede ve özel güvenlik görevlilerinin darp edilmesi" neden gösterilerek iki yarıyıl uzaklaştırma cezası verilmiştir. Olay günü, birçoğu okulun öğrencisi olmayan ve ellerinde sopa, satır vb. aletlerle İÜ Hukuk Koridoru'nu basarak öğrencilere saldıran yaklaşık 20-25 faşist, İÜ okul yönetimi nezdinde "mağdur" sayılmış ve aynı sırada öğrencileri darp eden özel güvenlikler saldırıya uğradıklarını iddia edebilmişlerdir; onların, bunun için herhangi bir kanıt sunmaya dahi ihtiyaçları bulunmuyor. Ayrıca olayı takiben ne faşistler ne de özel güvenlikler hakkında en ufak bir yasal işlem başlatılmadı. Bununla da yetinmeyen okul yönetimi, öğrencilere ceza yağdırdı ve haklarında savcılık tarafından soruşturma başlatıldı. Beraberinde, faşistler giriş kapılarında bulunan X-Ray cihazlarına rağmen üniversite içerisine demir sopa, satır vb. cisimleri "rahatça" sokabiliyorken, aynı İÜ Rektörlüğü çantasını "X-Ray cihazına koymadan geçmeye çalıştığı" gerekçesiyle bir öğrenciye bir yarıyıl uzaklaştırma cezası verebiliyor!


Benzeri birçok olayın sonucunda açılan soruşturmalar göz önüne alındığında ise, saldırıların ve keyfi cezalarla eğitim hakkı engellenen öğrencilerin sayısının gitgide artacağı kimse için şaşırtıcı olmamalı. İÜ'de Ocak ayında keyfi şekilde gözaltına alınan 24 öğrenciye ve daha birçok öğrenciye de çeşitli sebeplerden soruşturmalar açılmıştır. Sistematik bir hal alan saldırılara karşı, biz öğrencilerin, üniversite işçileri ve eğitim emekçileriyle birleşik ve örgütlü bir mücadele hattı oluşturmamız gerekiyor. Bu, gerçekte hepimizi hedef alan ve öğrencileri sermayenin gelecekteki uysal işçileri olarak yetiştirmeye amaçlayan saldırıları püskürtebilmemiz sağlayacaktır. Aksi durumda, yalnızca dört bir yandaki kameralar, sivil polisler ve özel güvenliklerle sarılmakla kalmayacağız, fikirlerimizi ifade etme özgürlüğümüzün dahi tamamiyle ortadan kalktığını göreceğiz.

İktisat-Siyaset
15 Mart 2012'de yayınlanan bildiri

Hiç yorum yok: