3 Mayıs 2012 Perşembe

1 Mayıs'ın Ardından...


Uzun bir aranın ardından tekrar merhaba... Dostlarımızın katkılarıyla, yayınlanmasından dağıtımına kadar kolektif biçimde emek verilen bültenimize, siz okurlarımızdan ve daha tanışamadığımız nice arkadaşımızdan da gelecek katkıları oldukça önemsediğimizi belirterek başlayalım... 
Bültenimizin yeni sayısı ile tekrar buluşmuş oluyoruz. Hepimizi yakından ilgilendiren sorunlar, yer yer sinirlerimizi bozan gelişmeler, bazen de savaş çanlarının çaldığı koskoca bir ayın ardından 24. sayımızla karşınızdayız. Bu giriş yazımızda ise, yine içeride değinemediğimiz gündem maddelerine yer vereceğiz. 



-Gündelik hayatın sorunlarının yanında bir taraftan öğrenci gençliğe dönük olarak uygulanan baskı altına alma, sindirme politikalarına ilişkin bir değişiklik olmuş değil. Türkiye genelinde birçok üniversitede muhalif-devrimci öğrencilere dönük soruşturma ve ceza furyası estirilirken, aynı zamanda tutuklama terörü de hız kesmedi. Uzun bir kampanya sürecinin ve mücadelenin sonucunda geçtiğimiz ay, "puşi davası" olarak simgeleşen davada tutuklu bulunan öğrenci, Cihan Kırmızıgül tahliye olmuştu. Fakat, tahliye olan öğrencilerin sayısından çok, daha fazlası her geçen gün gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Sadece Nisan ayının başından beri yaklaşık 80 öğrenci gözaltına alındı. Yine geçtiğimiz ay içerisinde "Newroz'a katıldığı" gerekçesiyle aralarında gazetecilerin, öğrencilerin bulunduğu birçok kişi tutuklandı. Ve eklemek gerekir ki, 600'ü aşkın öğrenci hala tutuklu bulunuyor!


-Egemenlerin her türlü baskı ve şiddetine maruz kalarak Newroz’a sahip çıkan milyonlarca Ortadoğulu emekçi ve genç, egemenlere rağmen bir an olsun Newroz’u kutlamaktan vazgeçmemiş, devletlerin saldırıları karşısında her geçen yıl artan kalabalıklarla eşitlik ve özgürlük taleplerinin karşılık bulabilmesi için mücadelelerini büyütmüşlerdir. Bu yıl ise valiliklerin 21 Mart günü dışında kutlama yapılmasını yasaklaması, her yıl farklı günlerde kutlanan Newroz bayramına ilişkin alınan siyasi bir kararın ifadesiydi. 18 Mart günü kutlamak için alanlara çıkanlara ise açık polis terörü uygulandı. Bunun sonucunda çok sayıda yaralanan olurken, İstanbul'da bir BDP yöneticisi yaşamını yitirdi. Ayrıca yaşananların ardından, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in, "75 milyon vakur ve sessiz yığının silahına da gerek yok, yumruğuna da gerek yok, sadece birer tükürüğü o 75 bin haini yok etmeye yeter ve yetecektir." cümlesini içeren açıklaması, Kürt halkına dönük olarak şoven histeriyi körüklemeye hizmet etmiştir.  


-Mart ayından bu yana, Erzurum’un Aşkale ilçesinde ve ardından İstanbul Tuzla’da, Esenyurt’ta, Adana’da çok sayıda işçi ölümü gerçekleşti. Kapitalistlerin kâr hırsı, işgücü maliyetlerini azaltmak için, iş yeri güvenliği hususunda gerekli ölçüde önlem almamasını doğururken, sistem her geçen gün "iş kazaları" adı altında aslında işçi cinayetleri işliyor. 
Erzurum’ un Aşkale ilçesinde elektrik direğinin bakımını yapmak üzere deniz bisikleti ile göle açılan işçiler bisikletin alabora olmasıyla göle düştüler. Bir buz kütlesine tutunarak kurtarılmayı beklediler saatlerce ancak kurtarma ekibi yaklaşık iki saat sonra olay yerine gelebildi! Gece görüşlü helikopterler olay saati hemen havalanıp gelselerdi kurtulacaklardı belki, fakat işçiler donarak ve boğularak öldüler. Ambulans uçak ise alçak uçuş yapamayacağı için havalanmadı. Geç gelen ve yetersiz çalışma yapan kurtarma ekiplerine tepkilerini göstermek için yolu trafiğe kapatarak olayı protesto eden işçi ve işçi yakınları ise polisin biber gazlı saldırısıyla karşılaştılar. 
Bununla birlikte, Aşkale ilçesinde gerçekleşen işçi ölümleriyle ilgili gene, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin sahnedeydi. "Olay yerini incelemek" için bölgeye giden Şahin, ardından geçtiği Pasinler'de kendisine "Geldiğinize çok sevindim" diyen 60 yaşındaki bir vatandaşa, "Nereden bileyim sevindiğini, hadi bir takla at göreyim" cevabını verdi! İşçilerin ölümünün trajedisi bir yana, Bakan'ın kendisinden iş istemeden önce "sevgi gösterisinde" bulunan bir vatandaşa yaklaşımı oldukça "travmatik". Burjuva siyasetçilerin ikiyüzlülüğü, aslında her olayda karşımızda durmaktadır. İşçilerin ölümünü "kader" olarak niteleyen, vatandaşıyla dalga geçen burjuva siyasetçileri, sistemin çürümüşlüğünün aynasıdırlar.


-Bir süredir, Türkiye'nin sınır komşusu Suriye'yle oldukça gergin bir süreç işliyor. ABD ve AB'li emperyalistlerin ve Türkiye'nin başını çektiği ülkeler Esad rejimine karşı ekonomik ve diplomatik ambargoyla birlikte savaş tehditleri savurarak Esad rejimini yıkma planları kuruyorlar. Baas rejimi ise, karşısında kutuplaşan bu ittifaka karşı Rusya, Çin gibi emperyalist devletlerle dirsek teması kurarak ve ülke içerisinde muhalefetle bir iç savaş yaşayarak ayakta kalma çabası içerisinde. 


Bizler, Suriye'deki Baas rejimini desteklemiyor, fakat emperyalist bir müdahaleye de karşı çıkıyoruz. Suriye'de işçi sınıfının bağımsız devrimci mücadelesini ve örgütlenmesini destekliyor ve başta Türkiyeli egemenlerin savaş tehditlerine ve askeri müdahale hazırlıklarına karşı çıkıyoruz. Savaşı önlemenin yolunun da işçi sınıfının uluslararası karşı koyuşundan geçtiğini, savaşsız bir dünya için de savaşı doğuran kapitalizmin ortadan kaldırılması gerektiğini belirtiyoruz.


-Bütün bu gelişmelerin dışında, işçi sınıfı ve gençlik açısından oldukça önem arz eden bir günü, tüm dünya işçilerinin ortak mücadele günü 1 Mayıs'ı geride bıraktık. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde 1 Mayıs gösterileri geniş katılıma sahne olurken özellikle İstanbul Taksim Meydanı yüzbinlerce kişiyi ağırladı.
Öncelikle 1 Mayıs "resmi tatil" olmasına rağmen, Türkiye'nin birçok şehrinde işçiler, emekçiler "tatil" yapamadan çalışmak zorundaydı. Burjuvazinin, bizlerin kararlı mücadelesi söz konusu olmadığında, ücretli kölelerine en ufak bir tölerans göstermeyeceğinin kanıtıdır aslında bu durum. 
Ayrıca, özellikle basında 1 Mayıs'ı değerlendirirken öne çıkan "görkemli, renkli, kitlesel" gibi kavramların ve ideolojik dezenformasyonun ön planda oluşu, aslında devletin ve sendikal bürokrasinin elini güçlendirmeye yöneliktir. Gazetelerde, 1 Mayıs için "herkesin bayramı" tanımlamaları özellikle liberal bir yaklaşımın ürünü olarak, baş sayfalarda, ana makalelerde boy gösterdi. Peki, 1 Mayıs "herkesin bayramı mıdır?" Sorunun cevabı, kapitalist düzenle en ufak çıkar birliği olmayan devrimci işçi ve gençler için açıktır, öncelikle 1 Mayıs, bayram değil, mücadele günüdür ki ilan edilişinden bu güne kadar tarih boyunca bu niteliğini korumuştur! Bununla birlikte, 1 Mayıs "herkesin" değil, işçilerin, gençlerin ve ezilen kesimlerin mücadele günüdür ve bizlerin "sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünya" mücadelesi sürdükçe de öyle kalacaktır! 

Hiç yorum yok: