Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yayılan isyan dalgası Libya'yı da derinden etkilemişti. Libya'da %30'lara varan işsizlik, artan yoksulluk ve yoğun siyasi baskılar halk ayaklanmasını tetikleyen başlıca faktörler arasındaydı. İsyanın silahlı bir biçimde başkent Trablus'taki Kaddafi yönetimine karşı başta Bingazi olmak üzere ülkenin neredeyse tümünde baş göstermesine karşılık, Trablus yönetimi yanlısı ordunun ve paralı askerlerin isyancı kitlelere saldırmasıyla birlikte Libya'da iç savaş başladı.
Mevcut gelişmeler ışığında emperyalist devletlerin NATO üzerinden başlattığı hava harekatıyla birlikte ve artık bir grup emperyalist devletlerin ve onların kapitalist müttefiklerinin Kaddafi'nin görevini bırakması yönünde açıklamalara başvurmaları [1], Kaddafi yönetiminin derinden sarsıldığını göstermektedir. Çünkü sözünü ettiğimiz emperyalistler açısından aşikar olan bir şey var ki, o da Kaddafi'nin isyancı güçleri yenilgiye uğratsa (ki son süreçte düşük ihtimal olarak duruyor) dahi artık Libya'nın "barış ortamına" kolay kolay kavuşamayacağıdır. Dünyada derinleşen siyasi ve ekonomik krizler etkisini Libya'da da göstermektedir. Kaddafi'nin görevini bırakması ve Libya'da rejim değişikliği olması konusunda diğer emperyalist devletlerle "hemfikir" ol(a)mayan Rusya, Çin gibi emperyalist devletler de bulunuyor. Dolayısıyla emperyalistler arasındaki Libya'ya ilişkin politik yaklaşımların farklılığı Kaddafi'ye ve onun destekçi hükümetine, diğer emperyalist devletler üzerinden bir görüşme kanalı açabilme fırsatı tanıyor. En son olarak da Kaddafi'nin temsilcilerinin "Libya'daki kriz" üzerine görüşmek için Rusya'ya gitmesi bu yüzden tesadüf değildir.
Libya'nın küresel sermayeye açılışı
Libya devleti, eşitsiz gelişimin doğrultusunda "az gelişmiş" bir kapitalist ülke profiline sahip ve kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin ürünü olarak ve kendi ilkel sosyal, kültürel konumlarıyla kapitalist üretimin geriliği sonucu varlıklarını sürdüren "aşiretler" ise Libya'da oldukça yoğun biçimde yer almaktadırlar. Libya'da başlayan iç savaş sonrası ülkede büyük bir güce ve etkiye sahip aşiretler kendi çıkarları tehdit altında olduğundan Kaddafi yönetimi yanında yer alırken, bazı aşiretler de ayaklanmaya katıldılar.
Libya'daki Kaddafi yönetimi ise soğuk savaşın ürünü olarak 1969 yılında Albay Muammer Kaddafi liderliğinde ordunun gerçekleştirdiği darbeden bu yana ayakta kaldı ve 2004 sonrası ise Libya'nın üzerinden uluslararası ambargonun kakmasıyla birlikte ulusal korumacı\kapalı ekonomi yerine küresel ekonomiye entegre olmuş ve bununla birlikte küresel sermayeye açılmış bir Libya ekonomisi vardı artık. Libya IMF'ye üye ve ulus ötesi şirketlere kapılarını "cazip tekliflerle" açmış durumda. Elbette ulus ötesi şirketlerin karlı yatırımlarının "bedelini" ise Libyalı işçiler ve orada çalışan göçmen işçiler artan yoksulluk ve düşük ücretlerle ödemektedirler.
Bunun dışında Libya'nın zengin petrol kaynakları da emperyalist devletler tarafından ciddi önem arz ediyor. Libya Afrika'nın üçüncü büyük petrol üreticisi, aynı zamanda Afrika'nın en büyük ham petrol rezervine sahip ve Avrupalı petrol şirketleriyle anlaşmaları bulunuyor. Bununla birlikte iç savaşın sonucu olarak Libya'nın petrol üretimi de durma noktasına geldi. İsyancılar ise ele geçirdikleri ve kendi denetimleri bulunan petrol sahaları üzerinden üretimi gerçekleştirip kendilerine gelir sağlıyorlar. Ülkenin petrol üretiminin %70'i isyancıların büyük ölçüde ele geçirdiği Doğu bölgesindeki sahalardan gelmektedir.
Bu açıdan bakıldığında Libya topraklarına başta Fransa ve İngiltere'nin öncülüğü olmak üzere gerçekleştirilen emperyalist saldırının ardında, küresel şirketlerin ve emperyalist devletlerin bölge üzerinde bulunan siyasi ve ekonomik çıkarlarının yakıcı bir önem taşıdığı açıkça görülecektir.
İç savaş sürüyor
Bingazi kentini ele geçiren Libya'daki isyancılar Nisan ayının başında, "Kaddafi'ye bağlı güçler isyancıların denetimindeki kentlerden çekilir ve barışçı protesto gösterilerine izin verilirse" ateşkes ilan edebileceklerini duyurmuşlardı. Fakat bu teklif Muammer Kaddafi yönetimi tarafından "çılgınca" olarak nitelendirilip rededilmişti. İki taraf arasındaki anlaşmazlık sürerken derinleşen iç savaş, ülke genelinde ciddi yıkım getiriyor ve emperyalist hava saldırısıyla birlikte NATO yetkilileri ne kadar "askeri güçleri" hedef aldığını belirtse de sivillerin ölümlerinin arttığı yönünde haberler de burjuva basına yansımış durumda. Ayrıca BM Genel Sekreteri Moon'un ifadesine göre "3.6 milyon insanın, insani yardıma" ihtiyacı bulunuyor.
İsyancıların elinde bulunan ve ülkenin 3. büyük kenti olan Misrata [2], Kaddafi yanlısı güçler tarafından 2 aydır kuşatma altında bulunuyordu. İsyancı birlikler ise geçtiğimiz günlerde "NATO hava desteğiyle" kuşatmayı püskürttü. Ayrıca Libyalı isyancılar ülkenin Batı'sına doğru ilerlemeye başladı.
Fakat isyancıların Kaddafi'nin ordusunun karşısında oldukça geri teknolojide silahlara sahip ve askeri açıdan eğitimsiz olmaları, Kaddafi'yi gözden çıkaran bazı emperyalist devletler açısından önemli bir sorun olarak öne çıkıyor. Bu doğrultuda ABD başkanı Barrack Obama'nın "isyancılara silah sağlanabileceği" yönündeki açıklamaları önümüzdeki süreçte muhalif birliklere -resmi olarak- silah yardımının gündeme gelebileceğine işaret ediyor.
Henüz "silah yardımı" kartını oynamayan emperyalist devletler arasından, isyancı birliklere ABD 25 milyar dolar tutarında telsiz, araç gereç ile para yardımı aktaracağını, İngiltere, Fransa ve İtalya ise askeri danışman yollayacaklarını açıkladılar. Trablus hükümetinden askeri danışman yollanmasına tepki gelirken Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise kararı "riskli bir adım olacağı yönünde" eleştirdi.
Bir diğer yandan isyancı güçler tarafından ilan edilen "Ulusal Geçici Konsey" ise Fransa'nın ardından, İtalya, Katar, Zambiya, Hollanda, Danimarka ve İspanya tarafından da resmi hükümet olarak tanındı. Bununla birlikte AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton'dan Geçici Ulusal Konsey'e destek amacıyla "Bingazi'ye büro açmak istediklerini" açıkladı. Açıklamanın devamında, "Libyalı isyancılara verecekleri desteğin, güvenlik koşullarını düzeltme ve sivil toplum kuruluşları oluşturma konusunda yardımcı olmayı da içerdiğini" belirtti. Geçici Ulusal Konsey'i tanıyan ülkeler arasında olan Katar'ın da, isyancıların kontrolündeki petrol üretimlerini piyasaya sunma konusunda "kolaylık sağlamak" istediği biliniyor.
Türkiye'den emperyalist saldırıya destek
NATO üzerinden Libya'ya yönelik gerçekleştirilen hava harekatına Türkiye, İzmir'de bulunan NATO üssünün kapılarını açarken, iki fırkateyn ve F-16 hava filosuyla da askeri anlamda desteğini esirgememişti. AKP hükümeti ise sürecin başından sonuna burjuva ikiyüzlülükte sınır tanımadı. Önce Mart ayı başında Almanya’da gazetecilerin soruları üzerine NATO’nun Libya’ya müdahale etmesini, “Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da?” diye cevaplayan Erdoğan, sonrasında ise “Libya gözyaşı dökerken biz elimiz kolumuz bağlı seyredemeyiz” dedi! NATO operasyonuna yedeklenme hususunda ise CHP ve MHP de desteklerini kamuoyuna ilettiler.
Kuşkusuz Erdoğan'ın çelişkili söylemlerinin ardında sermyenin Libya'daki yatırımlarını ve çıkarlarını koruma altına alma "mücadelesi" yatıyor. Türkiye'nin Libya'da yaklaşık 15 milyar dolar tutarında gerçekleştirilen yatırımlarının varlığı biliniyor. Fakat son gelinen nokta doğrultusunda Erdoğan'ın "Kaddafi görevini bırakmalı" açıklaması, Libya üzerinden "paylaşılacak pastadan" Türkiye'nin de pay kapabilmesi yönünde bir adım olarak gözüküyor. Bingazi'de ilan edilen Ulusal Geçici Konsey'i de "muhatap" olarak gören Türkiye'nin AKP iktidarıyla birlikte son dönemdeki "dinamik" dışpolitikası ve Arap ülkelerinde yatırımlarının yoğunlaşması, onun Libya sürecinde neden "dışarıda" kalamayacağını gösteriyor.
Bitirirken
Küresel sermayenin ve beraberinde emperyalist devletlerin Libya üzerinden bölgede sağlamaya çalıştıkları denetim ve istikrar onların Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki bölgesel çıkarlarını devam ettirmeye ve hatta daha karlı hale getirmeye yöneliktir. Bu açıdan onların, Kaddafi'ye bağlı güçlerin "sivilleri hedef almasını" bahane etmeleri ve akabinde "demokrasi ve barış" söyleminin arkasına sığınarak Libya topraklarına hava harekatı düzenlemeleri, operasyonun ardında yatan gerçekleri gizleyemiyor.
Kuşkusuz Libya'nın geleceği işçi sınıfının ellerindedir. Ne Bingazi'de kurulan geçici hükümet ne de Kaddafi yönetimi Libyalı işçi ve emekçilere "daha iyi bir yaşam" sağlayabilir. İç savaşın sonucunda olası bir ihtimal olarak Libya bölünebilir veya bahsettiğimiz burjuva iktidarlardan birisi ayakta kalabilir. Bu doğrultuda üretim araçlarının üzerindeki özel mülkiyetin varlığı ve kapitalist üretim ilişkileri sürdüğü müddetçe Libyalı işçileri, emekçileri küresel kapitalizmin yoğun sömürü ve baskı koşulları dışında bir şey beklemiyor. Sözünü ettiğimiz burjuva iktidarlar Marksist bir partinin rehberliğinde işçi sınıfının iktidar organları (öz-örgütlenmeler) ile yıkılmadıkça, küresel sermayenin ve onun yerli taşeronları altında Libya işçi sınıfı yoğun baskı ve sömürü koşullarına maruz kalmaya devam edecektir.
Dipnotlar:
[1] Basına, Washington Post, Le Figaro ve Times gazeteleriden yayınlanan ortak mektupta, ABD Başkanı Barack Obama, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve İngiltere Başbakanı David Cameron, Kaddafi gidene kadar mücadeleye devam edecekleri vaadinde bulundukları yansıdı. Son olarak da Türkiye'den Başbakan Erdoğan'ın "Kaddafi'nin gitmesi" yönündeki açıklaması basına yansıyan bir diğer haber.
[2] "Libya'nın en büyük üçüncü kenti olan Misrata, isyancıların kalesi olan Bingazi'ye açılan kapı olmasının yanı sıra, yardım malzemelerinin girişi ve yaralıların tahliyesi için hayati önemdeki limanıyla stratejik öneme sahiptir". -bbc.co.uk
erkan s.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder