‘Çıkar asker giysilerini/Ve yanıma gel/Ölmüşlerin ruhundan üç çocuk ver bana/Biri acıları unuttursun/Diğeri toprağı avutsun/üçüncüsü şehri dolaşsın geceleri/Ağlayan annelerin elini tutsun’*. Bu dizeleri yeniden okumam, Min Dît’i izlediğim günlere denk düşüyor. Seçimlerin yaklaşmasıyla milliyetçi seçmene yüzünü dönen ikiyüzlü burjuva iktidarı AKP, Kürt açılımı adı altında sermayenin ihtiyaçları güdümündeki politikalarını, yeniden ‘Kürt sorunu yoktur’ kıyılarına sürükledi. Şaşırtıcı değil. Eylemsizlik kararına rağmen 12 HPG’linin öldürülmesi, cenazelerin ailelerine verilmemesi, bölgede halen küçük çocukların ‘yanlışlıkla’ atılan bombalar ya da ‘farkında olmadan’ sıkılan mermilerle yaralanması, sivil itaatsizlik eylemlerinde yaşanan kolluk güçlerinin gövde gösterileri ve keyfi KCK tutuklamaları, beraberinde Kürt tutuklularının Kürtçe savunmalarına izin verilmemesi… Mehter marşı geleneğiyle bir ileri iki geri Kürt halklarına dayatılan politikalar, Kürtlerin yaşadığı haksızlığı perçinlemekte. Min Dît işte tam bugünlerde yeniden izlenmesi gereken, senaryonun alt metninin yeniden kurcalanması gereken bir film.
Yakın zamanda kanserden hayatını yitiren Evrim Alataş’ın senaryosunu Miraz Bezar’la yazdığı Min Dît, 2010 Nisan’ında gösterime girmişti. Film Türkiye’de sinema salonlarında gösterilmeden önce katıldığı bir çok festivalden önemli ödüllerle dönmüştü. Ancak, Altın Portakal Film Festivaline kabul edilmeleri basına da yansıyan birçok şoven tartışmayı başlatmıştı. Bu topraklarda çekilen tamamı Kürtçe konuşulan ilk politik film Min Dît, birçok ulusalcı sinemacının ve sinema eleştirmeninin hedefi haline geldi. Böylesi bir film nasıl olur da Altın Portakal gibi köklü bir film festivaline katılabilir ve hatta ödül alabilirdi. Anımsatalım, Altın Portakal Özel ödülü Min Dît’in olmuştu.
Filmin hikayesine kısaca göz atalım; 90’lı yıllarda anne babası JİTEM tarafından öldürülen üç kardeşin öyküsü bu. Film yaşanan tüm acılara rağmen arabesk bir formda karşımızda değil. Gerçekliği üç kardeşin gözünden görüyoruz. Film çocukların anne babalarının katilini gördükleri anda başka bir boyut kazanıyor. Kurgu yaralayıcı ama çocuk zekasının, samimiyetinin gerçeğini de elden bırakmamış. Katille yüzleşme, seyirciye bir gün tüm katillerle yüzleşme adına bir umut aşılıyor. Ama gerçek katil kim sorusunun ucu açık. Çünkü küçük kardeşin yaşaması için gerekli olan ilacı, parasını ödeyemeyen çocuğa vermeyen eczacı da katil, çocukları evden kovan ev sahibi de… Bölgenin yoksulluğu açıkça verilmiş bizlere. Kürt illerinde yıllardır yaşanandan bir küçük kesit, birçoklarının gözlerini yumduğu, sessiz kaldığı katliamlar filmde gözlerimizin önüne dek getiriliyor. 'Ben Gördüm' anlamına gelen Min Dît, bugün hala yaşadığımız acıyı kalbimize, beynimize iğneliyor. Zilli Kurt Masalı ise, katille hesaplaşmayı masalsı bir tavırla açıklamış.
Film elbette ki Türk milliyetçilerinden övgü beklemedi. Ancak, Evrim Alataş Taraf ’ta yazdığı Min Dît ve Sahipsizlik başlıklı yazısında filmle ilgili Diyarbakır’dan da olumlu sesler gelmediğini açıkça yazmıştı. Kürt sinemaseverlerinden gelen ilk olumsuz tepki, anne-babası JİTEM tarafından öldürülen çocukların sahipsizliğinin gerçekçi bulunmaması olmuş. Min Dît’in öyküsünün gerçek bir olaydan kurgulandığı açıklaması bile filmi inandırıcı kılmaya yetmemiş. Yapayalnız kalan çocukların suça itilmeleri de kabul edilmesi zor olan bir gerçek olmuş.
Çocukların tanık gözleri, bugün başka acılara bakıyor. Biz de görüyoruz. Burjuva partilerin tümünün iki yüzlülüğü açıkça ortada. Diğer yandan Kürt siyasetçileri Kürt halkının kabaran öfkesini ‘çözüm mecliste’ sloganlarıyla dizginlemeye çalışıyor. Ancak, ölüleri verilmeyen, ölülerini dağlardan toplayan, küçümsenen, kentlerde ucuz işgücü olarak kabul edilen, sigortasız çalıştırılan, ana dilinde eğitim alamayan, kısacası en temel insani haklarına tecavüz edilmekte olan Kürt halkı daha ne kadar bu basınç altında sakin tutulur kestirmek zor. Türkiye’de işçi sınıfı önderliğinin olmaması, mevcut ‘sol’ parti ve örgütlerin bir çoğunun Kürt halkını burjuva siyasetin insafına terk ettiği gerçeği, bu topraklarda yaşayan işçilerin birleşmesi önündeki önemli engellerden biri. Sosyalist sola (!) Lenin’in ulusal sorun üzerine 1913 yılında yazdığı bir makaleden alıntı: ‘Kendi burjuvazisiyle siyasal işbirliğini, tüm ulusların proletaryasıyla birliğinin üstünde tutan işçiler, kendi çıkarlarına, sosyalizmin isteklerine ve demokrasinin isteklerine karşıt davranıyor demektir.’ **
Çocukların o her şeyi gören gözlerinin sınırsız bir dünyaya uyanması için öncelikle halkların kendi burjuvazisiyle iş birliği yapması değil, bu, tamamen sermayenin yararına olacak iş birliğinin reddedilmesi ve sınıfın mücadelesinin yükseltilmesi gerekiyor.
Sömürünün ve sınıfların olmadığını görebilmek için…
* Neşe Yaşın, İçime Doğan Işık, Amargi Yayınları, 2008 Şiir Seçkisi, sf.22
** V.İ. Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Sol Yayınları, Ulusal Sorun Üzerine Tezler adlı makalesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder