26 Mayıs 2011 Perşembe

Bir Şair: Turgut Uyar

“kendi öz hüznümüzün ılık tarlasında”

Turgut UyarAcı, umutsuzluk ve hüzün üçüz kardeşlerdir. Kısır bir döngü içerisinde birbirlerini doğuran kardeşlerdir. Alabildiğine kuşatmışlardır insanlığı ve yer edebildikleri kadar çok yer edinmişlerdir. Lakin her insan aynı şeye aynı tepkiyi veremeyeceğinden ötürü, kişi yaşantılarına etkileri farklı şekillerde meyvelerini vermiştir. –Her meyve iyi olmak zorunda değildir.- İşte bu üçlü Turgut Uyar’ın yaşantısında da kendini şiirinin omurgasını oluşturarak göstermiştir. Kişi karakteriyle organik anlamda ilişki kurabilen bu üç olgudan ötürü Uyar’ın şiiri içerisine ne çok fazla girebilirsiniz ne de uzağında durabilirsiniz, neresinde olduğunuzu tam olarak kestiremezsiniz. Bu nedenle onun üzerine yazılan bütün yazılar –aynı bu yazıda olduğu gibi- kötü tahlillerden öteye gidemeyecektir. Kendimce şiirleri üzerinden birkaç çıkarım yazarak bir şeyler söylemeye çalışacağım, o kadar.

“ey artık ölmüş olan at! –dediler / ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı! / sen açardın, / … / binlerce kişi, / çocuklar, kadınlar, erkekler görkemli yahut / darmadağın giysileriyle herkes / körler ve cüzamlılar, bütün kutsal kitaplar kalabalığı, / … / senin mutlu ovanı doldurup / haykırırlardı. / büyük sesler içinde sen, geçerdin… /” Evet görüldüğü gibi şiirde kocaman bir at imgesi gözümüze sokuluyor. Peki neden at, at bu toplum için ne ifade ediyor? Bütün insanlığın başına bela olan alışkanlık olgusunun bir eleştirisi olarak görüyorum ben bunu. Ve bu bireysel alışkanlığın daha üst seviyesi olan toplumsal alışkanlıkların eleştirisidir bu şiir. Çünkü biz alışkanlıklar ediniriz, onları kullanırız, işe yarar hale getiririz fakat büyük devinim içerisinde eski alışkanlıklarımız her anlamda bize zarar vermeye başlar ve ondan kurtulup ileri seviyesine konmamız gerekir. Bizim gerçekleştiremediğimiz nokta tam da burasıdır işte. Biz hep “ölmüş olan at”ın yine yaşamasını ve eskisi gibi devam etmesi için çabalarız.

“ben de bu dünyaya geldim geleli / ölmezsem, öldürmezsem / kim benim farkıma varır?” Turgut Uyar’ın yaşadığı dönemle de alakalı olarak büyük bir kırdan kente göçe tanıklık etmiş bir şairdir kendisi. İlk dönem şiirlerinden itibaren kendisini gösteren “göç eden yalnız birey” konusu bu üç dizeyle özetlenebilir sanırım. Attila İlhan’ın da o dönem için bolca işlediği bu konu o dönem şairlerinin en büyük tutulma sebebidir. Köylerde veya kasabalarda herkes birbirini tanır, komşuluk fazlasıyla gelişmiştir, herkes birbirine güvenir ve yardım eder. Kişilerin kültürleri olsun, günlük ekonomik uğraşları olsun hep birbiriyle paraleldir. Fakat şehre göçle birlikte kaybolan bu bütün gerçeklikler kişiyi içine alır, bunaltır ve yalnızlaştırır. Bugün hala aynı olay dönüp dolaşıp önümüze çıkmaktadır. Birey metropollerde kendini kabul ettirmek için sıra dışı işler yapmak durumundadır yoksa ömrünün sonuna kadar aynı yalnızlığa mahkumdur, oysa köyde sadece o köyde yaşıyor olman senin kabul görmen için yeterlidir. Ölmek ve öldürmek imgeleri ise işin abartı boyutudur. Yok mu dikkat çekmek için ölüp öldüren? Elbette var, fakat bu dikkat çekmenin tek yolunun bundan geçtiğini ifade etmek abartıdır. Zaten sanat abartı olmak zorundadır yoksa dikkat çekemez ve işlevini yerine getiremez.

<I>“Halbuki acemilik. Efendimiz acemilik. Bir taş alacaksınız, yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever tamamlar. Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız, korkunuz yenidir, tazedir. Başaramamak endişesinin zevkiyle çalışacaksınız. Gelin böyle yapın demiyorum. Durduğum yerde kalmaktan korkuyorum. Şiir bir sanat olayı değildir. Bir yaşama çabasıdır önce. Yaşadığımıza tanıklık eder. Her gün yeni bir dünya içinde, her gün yeniden ve başka etkilerle duygulanan insan, her gün bunları yeni biçimlerle söylemelidir."</I> Kendi ağzından dinliyoruz şimdi de Uyar’ı. Bu kadar fazla ve fazla olmasından öte iyi şiir yazabilmesinin ipuçlarını 6-7 satırlık bir paragrafa sığdırabiliyor. Şiirin gerektirdiği bir çocukluğun olduğu çıkarımında bulunabiliyorum ancak. Kendini her yeni yazımda tazelemek gerekliliği ve en dikkat çekicisi “başaramamak endişesinin zevkini çalışmak” bölümü. Şiiri de bir “yaşama çabası” olarak görerek onun hak ettiği yüksekliğe eriştiriyor.

“üç kere üç dokuz eder / bilirsin / birin karesi birdir / karekökü de / bilirsin / “mutlu aşk yoktur” / bilirsin / … / ama baharda ya da dışarıda / sonsuz göğün altında / aşkın aşkla çarpımı / nedendir bilinmez / garip bir biçimde / hep sonsuzdur” Yazının başındaki üçlünün var olup da aşkın var olmayacağını sanmak fazla iyimserliktir. Uyar da kendince aşktan bahsetmiştir elbet fakat aşkın çözümlenemeyişi Uyar şiirinde de kendini göstermiştir. Bu şiir üzerine ben fazla bir şey yazamıyorum siz neler çıkarıyorsanız oradan devam edebilirsiniz.

Turgut Uyar’ın diğer şairlerden ayıran çok farklı bir nokta vardır. Diğer şairler parçadır, Uyar ise bütündür. Diğer şairler parçalarda bütünlüğü bulur. Bir şiirin kendi içerisinde bütünlük göstermesidir mesela. Fakat Uyar’da bu böyle olmaz. İlk kitabını bir kenara bırakırsak, kitaplarını, şiirlerinin başlıklarını atarak okursak pek de bir değişiklik bulamayız. Kısaca Uyar şiir kitapları çıkarıp işte yüzlerce şiir yazmamıştır bana göre. O sözgelimi on bin dizelik bir yaşantı-destan dökmüştür ortaya sadece.

Son olarak Uyar anlamsız, kapalı falan değildir, sadece biraz özen ister, biraz zaman ister. “Açlık çoğunluktadır” diyen bir şiire anlamsız demek boş laf etmekten ileri değildir. Onun bir bildiği var, onun dengesini sakın bozmayınız.

ihka

Hiç yorum yok: