Mısır’da 18 günlük halk direnişinin sonunda, Hüsnü Mübarek, yetkilerini Yüksek Askeri Konsey’e devrettiğini açıklayarak ortalıktan toz oldu. Mübarek’in nerde olduğu hala bir muamma. Daha öncesinde Mübarek, ABD’den destek alabilmek amacıyla Savunma Bakanı Muhammed Hüseyin Tantavi’yi Washington’a yollamıştı. Ne hikmetse, Mareşal Muhammed Hüseyin Tantavi ABD’den döner dönmez, mükafat olarak Yüksek Askeri Konsey başkanlığına terfi ettirildi. Aynı Yüksek Askeri Konsey’in istihbarat başkanlığına ise Mübarek’in sağ kolu olarak bilinen işkenceci Ömer Süleyman getirildi. Bu sayede ordu “kansız bir darbeyle” idareyi ele almış oldu. Anlaşılan o ki, Mübarek’in kişisel iktidarı son bulmuş olsa da, onun arkasında bıraktığı sivil-asker kadrolar, eski rejimi kısmi bir restorasyona tabi tutarak devam ettirmekte istekli gözüküyor; tabii ki, Mısırlı emekçiler bu oyunu bozmazsa. Unutulmamalı ki, Mısır işçi sınıfı hala güçlü bir devrimci potansiyele sahip.
Ordu tarafından atılan ilk adımlar, Yüksek Askeri konsey’in iç ve dış politikada izleyeceği yol haritası hakkında net bir fikir veriyor. Generallerin “uluslararası ve bölgesel anlaşmalara bağlı olduklarını” ilan eden ilk mesajı Washington ve Tel Aviv’e vermesi, onların emperyalist güçlerle kurdukları geleneksel ilişkileri devam ettirmeye niyetli olduklarını gösteriyor. Ülkedeki “tek meşru hükümet” olduğunu açıklayan Yüksek Askeri Konsey’in ilk icraatları, parlamentoyu lağvetmek, anayasayı askıya almak ve grevleri yasaklamak oldu. Yüksek Askeri Konsey, Mübarek’i iktidardan uzaklaştıran kitle hareketinin nefesini ensesinde hissediyor, bu yüzden de özellikle emekçilerin başını çektiği protesto gösterilerini engellemeye çalışıyor. Bu da milliyetçilik yoluyla yapılmak isteniyor, kitlelere “Mısır’ı yeniden kuralım!”, “Daha çok çalışalım” mesajları verilerek, halka “evlerinize dönün!” çağrısı yapılıyor. Görünen o ki, ordunun ana stratejisi, emekçileri eski yaşamlarına geri dönmeye zorlamak üzerine kurulu.
Mısırlı emekçilerin yapabileceği en büyük hata generallere güvenmek olacaktır. Son 30 yıldır Mübarek diktatörlüğünü ayakta tutan orduydu. Her yıl ABD’den 1.3 milyar dolar yardım alan da orduydu. Bu haliyle Yüksek Askeri Konsey asla “sivil hükümete” geçiş sürecine kılavuzluk edemez; o ancak siyonist İsrail devleti ile yapılan zoraki barışı, ABD donanmasının Süveyş’ten güvenli geçişini ve Gazze kuşatmasının devam ettirilmesini garanti altına alan, özetle küresel sermayenin ve ABD’nin dış politikasının kuyruğunda gezinen kukla bir geçiş hükümeti olacaktır. Şayet bir “sivil hükümet” kurulacaksa, bu hükümet ancak Mısırlı emekçilerin iradesini yansıtan devrimci bir hükümet olmalıdır. Mısırlı emekçilerin bu hedefe ulaşmasının önündeki en büyük engel ise bugün için ordudur. Çünkü Mısır ordusu, bu ülkedeki kapitalist düzenin en güçlü savunucu ve uluslararası emperyalist sistemin sadık müttefiki konumundadır.
Mısır uzun yıllardır, sözde parlamentosu olan ve seçim yoluyla iktidarların göreve geldiği bir “demokrasi” gibi gözükse de, gerçekte 1952’den bu yana ordu, ülkede egemen kurum konumundadır. Ordunun yönetici elitleri, ülkedeki kapitalist düzenin parçasıdır [1]. Kuşkusuz Mısır’daki halk ayaklanmasının etkisiyle devrimcileşen genç subay ve askerlerin, zamanla Mısırlı emekçilerin müttefiki olma olasılığı vardır [2]; fakat Mısırlı emekçiler, eski rejimi kısmen restore ederek ayakta tutmaya çalışan generallere bir saniye bile olsun güven duymamalıdır. Söz konusu ordu liderleri, Mısırlı emekçilerin en büyük düşmanlarıdır.
Bugün Mısır’da emekçiler için tek sorun diktatörün gitmesi değil, esas sorun kurumsallaşmış kalıntılarıyla birlikte eski rejimin yıkılmasıdır. Oysa bizzat ordu bu köhneleşmiş rejimin bekçisi konumundadır. İçinde barındırdığı muazzam devrimci potansiyel gereği, bu düzeni ortadan kaldırabilecek tek devrimci güç ise işçi sınıfıdır. Ordu ve şakşakçılarının amaçlarına ulaşıp ulaşamayacakları, diktatörü yıkan ancak eski rejim tarafından baskı altına alınmaya devam eden işçi sınıfının tutumuna bağlı olacaktır.
Mısır’daki halk ayaklanmasına, ülkedeki bütün sınıf ve katmanlardan insanlar katıldı. Ayaklanmanın sembolü haline gelen Tahrir Meydanı’nda işçiler, orta sınıf yurttaşlar, kent-kır yoksulları ve burjuva ailelerden gençler vardı. Tıpkı Tunus’ta Bin Ali’nin yaptığı gibi, Mısır’da Mübarek de burjuvazinin ve küçük burjuvazinin geniş bir kesimini kendi iktidarına yabancılaştırmayı başarmıştı. Fakat rejimin çökmesini sağlayan ana etken, üst ve orta sınıfların dinamizminden çok, ordunun Mübarek’i istifaya zorlamasından hemen önce patlak veren kitlesel işçi grevleriydi. Hiç kuşku yok ki, Mübarek’e son darbeyi Mısırlı emekçiler vurdu.
Mısır bugün 1946’dan bu yana yapılan en kitlesel grevlere sahne oluyor. Mısır’daki grevlere ilişkin haberlerin yetersiz oluşu kuşkusuz işçilerin hatası değil. 2008’den beri Kahire’deki ve pek çok şehirdeki fabrikalarda grevler yaşandı[3]. Bu grevler başlangıçta ekonomik talepler üzerinden şekillense de, zamanla politik bir karaktere büründü. Ne yazık ki, bu grevler esnasında pek çok işçi, devlet terörü nedeniyle yaşamını yitirdi. Aynı şekilde, Mısır’ın kırsal alanlarında yaşayan yoksul köylülerin topraklarını kaybetmemek için gerçekleştirdiği direnişler de ayaklanmanın alt yapısını hazırladı.
Mısır işçi sınıfı halk ayaklanmasının ilk günlerinden itibaren gösterilere aktif olarak katıldı. Özellikle Mahalla, Süveyş ve İskenderiye’deki gösterilerin başını işçiler çekti. İşçilerin başını çektiği gösteriler kamu düzenini ve ekonomik hayatı durma noktasına getirdi. Mübarek bu durum karşısında çaresizce sokağa çıkma yasağı ilan ettiyse de, artık Mısırlı işçiler korku duvarını çoktan aşmıştı. Sokağa çıkma yasağı ve parayla tutulan yüzlerce şehir zorbasının göstericileri taşlaması, Mısır halkını terörize etmeyi amaçlayan faşist girişimlerdi. Fakat hükümet ülkeyi “normalleştirme” adı altında, ne zaman bu türden alçakça hareketlere giriştiyse, işçiler ilk olarak fabrikalarına ve işyerlerine döndüler, mevcut gelişmeleri özgürce tartıştılar ve birlikte hareket etme kararı alarak yaşadıkları şehirlerdeki ayaklanmaları örgütlemeye devam ettiler. Eğer Mısır işçi sınıfının mücadelesi olmasaydı, Mübarek hala koltuğunda oturuyor olurdu.
Mısır’da işçilerin Mübarek idaresine karşı başlattığı grevler, sanılanın aksine hem ekonomik hem de politik bir niteliğe sahipti. Öncü Marksist partinin yokluğunda, işçilerin talepleri arasında rejimin yıkılması talebinin olmamasına karşın, onlar genel olarak Tahrir Meydanı’ndaki talepleri kendi talepleri olarak benimsediler. Bazı durumlarda ise işçiler, genel kitlenin çok ilerisinde politik talepler gündeme getirmekten de asla çekinmedir.
Yüksek Askeri Konsey’in işçi eylemlerini ve grevlerini kağıt üstünde yasaklamasına rağmen Mısır’da işçiler kolay kolay evlerine dönmeyecektir. Çünkü onlar artık karınlarını doyurmak ve yıllardır hasret kaldıkları siyasal hakları elde etmek istiyorlar. Mısır işçi sınıfı artık daha fazla özgürlük istiyor! Hiçbir tank ya da tüfek onu bu yoldan geri döndüremez.
Mübarek’in devrilmesiyle işçiler büyük bir özgüven kazandı; şimdi tıpış tıpış evlerine dönüp, eşlerine ve çocuklarına Yüksek Askeri Konsey’in onlara yemek ve hak vereceğini söyleyemezler. Onların mücadelesi yeni mevziler kazandıkça, Mısır’da yeni tipte kitle örgütlerinin doğuşuna tanıklık edeceğiz. Mısırlı emekçiler ilerleyen dönemde, sermayeye karşı mücadelelerinde, kendilerinin en büyük silahının fabrika ve işyeri komiteleri/konseyleri/meclisleri olduğunu daha fazla kavrayacaktır.
Dünya basınına yansıyan haberlerden öğreniyoruz ki, binlerce ulaşım işçisi el-Gabal ve el-Ahmar’da eylem yaptı, Helwan çelik atölyelerindeki işçiler gösteri düzenledi, demiryolu teknisyenleri trenleri durdurdu, el-Hawamdiya şeker fabrikalarındaki işçiler gösteriler yaptı, petrol ve gaz işçileri greve gitti, bu liste uzayıp gidiyor. Görünen o ki, Mısır’da işçi sınıfı öz güvenini kazandıkça, daha güçlü ve militan eylemlerle Mısır’daki sermaye düzenini sarsmaya devam edecektir.
Kuşkusuz Mısır’da yaşanan halk ayaklanması açısından Tahrir Meydanı’nın çok özel ve sembolik bir anlamı var. Fakat mücadele asla bu meydanla sınırlı tutulamaz. Mısır’da gelecekteki mücadelelerin ana merkezleri fabrikalar ve işyerleri olacaktır. Mısır’da mücadele geliştikçe, emek ve sermaye arasındaki çatışma da buna paralel olarak şiddetlenecektir. Mısır işçi sınıfı artık olduğu yerde kalamaz, çünkü o artık, bütün bu bölgeyi yeniden şekillendirebilecek çapta devrimci potansiyele sahiptir.
Mısır işçi sınıfı demokratik hak ve özgürlükler için mücadeleyi kapitalizme karşı mücadele ile birleştirmek zorunda. Mısır İşçi sınıfı, çeşitli burjuva muhalefet partilerine, mevcut sömürü düzenini en az Mübarek kadar savunan Muhammed el Baradey gibi ithal liderlere ve Yüksek Askeri Konsey’in başındaki satılık generallere zerre kadar güvenmemelidir. Mısır İşçi sınıfı sadece kendi öz gücüne güvenmeli, başta bir işçi hükümeti ve sosyalist politikalar için mücadele edecek olan devrimci parti olmak üzere, kendi kitle örgütlerini, fabrika ve işyeri komitelerini/konseylerini/meclisleri inşa etmek için mücadele etmelidir. Bugün Mısır’da eksik olan temel şey, Marksist öncü parti ile birleşen işçi sınıfının bu ayaklanmaya önderlik edip, ayaklanmayı sosyalist devrime sıçratma başarısını göstermesidir.
Dipnotlar:
[1] Bugün Mısır’da net bir sınıfsal tutum ortaya koyan ordu, sadece rejimin bekçisi değil burjuvazinin de organik bir parçasıdır. Türkiye’deki meslektaşları gibi, Mısır burjuvazisinin organik bir parçası olan generaller hiyerarşisi finans, petro-kimya, inşaat ve turizm gibi alanlarda faaliyet yürüten çok sayıda şirkete sahiptir.
[2] Mübarek’in iktidardan uzaklaştırılmasını hızlandıran bir başka etken de, ordu içindeki subay ve askerlerin devrimci halk hareketine yaklaşmasıydı. Tarihte hiçbir ordu devrimci bir süreç karşısında yekpare bir bütün olarak varlığını sürdüremez. Bu yüzden işçi sınıfı daima ordu içerisindeki devrimci unsurları kendi saflarına çekmeye gayret etmelidir. Bütün tarihsel deneylerin gösterdiği gibi, ayaklanma noktasına gelmiş işçi sınıfının silahlanmasının esas yolu, silahları kendi burjuva ordusundan tedarik etmesidir.
[3] Örneğin, 6 Nisan 2008’de, Kahire’nin kuzeyinde yer alan el-Mahalla al-Kubra kentindeki bir tekstil fabrikasında çalışan 25 bin işçi, ortalama 350 Mısır poundu (30 dolar) tutarındaki ücretlerinin artırılmasını ve fabrikadaki sağlık tesisindeki koşulların iyileştirilmesini talep ederek grev ilan etmişti. Yaklaşık 2 yıl süren bağımsız ve fiili işçi örgütlenmeleri ve grevleri dalgasının öncülüğünü üstlenen işçilerin grevi, Mısır İçişleri Bakanlığı ve devlet güdümlü Mısır Genel İşçi Federasyonu tarafından 5 Nisan’da yasa dışı ilan edilmişti. Grev yapan tekstil işçilerine saldıran polis, biri çocuk 7 kişiyi katletmişti. Kentteki üç hastanenin ise yüzlerce yaralı ile dolduğu açıklanmıştı. Tekstil işçilerinin grevini kırmak için Kahire’de 200, Mahalla’da ise 400’den fazla kişi gözaltına alınmıştı. Katliamdan sonra Mısır polisi, el-Mahalla al-Kubra’da adeta sıkıyönetim havası estirmişti. Şehre giriş çıkışlara izin verilmemişti.
Can Öykü
sosyalizm.eu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder