Bir dönemden geçiyoruz... İnsanlar düşünmesin sorgulamasın diye, dört bir koldan kulakların, gözlerin etkisiz hale getirilmeye çalışıldığı; tüm bu gayretlere rağmen insanların maruz kaldığı sorunları, daha iyisine sahip olma imkanı varken kötüsüne tabii tutulduğu hayatları gördüğü, nedeninin, niyesinin peşinde koştuğu bir dönemden...
Başını Yunanistan'ın çektiğini söyleyebileceğimiz, devamında Fransa, İtalya, İngiltere gibi önlerine örülen duvarları fark eden Avrupa toplumları, bir yanda yaşananlara karşı tepkilerini eylemleriyle dile getirirken, diğer tarafta Tunus'un baskıya zorbalığa karşı isyan bayrağını çekmesi, halkın kendi bilinciyle 23 yıllık bir yönetimi sonlandırması geldi. Bu, diğer Ortadoğu ülkelerine de güç verecek ve ayaklanma süreci beraberinde 31 yıllık bir Mübarek yönetimini noktalayarak Suriye, Ürdün, Yemen, Cezayir, Libya gibi despotik rejimlerin bulunduğu diğer ülkelerin yöneticilerinin koltuğunu sallayacaktı.
Tüm bu yaşananları yöntem ve işleyiş bakımından tarihteki örneklerinden ayrı düşünerek değil, "artık yeter" sözlerinin sokaklarda yankılanarak birleşen insanların içinde bulundukları düzene daha fazla itaat etmek istememesi, tarihte bir sayfa açacak tepkiler ve toplumsal bir bilinç ortaya koymaları açısından bir dönem olarak adlandırmak mümkün. Çünkü insanlarn kendilerini rahat sanması için tablolar çizilirken, yaşanan krizlerle, koyulan yeni kanunlarla (emeklilik yaşı, eğitimde yapılan değişiklikler vb.) takılmaya çalışılan toz pembe gözlüklerin bir tarafa bırakılması; yirmi yıllık otuz yıllık rejimleri devirecek güce sahip olduklarını fark etmeleri, içinde bulunduğumuz toplumsal koşullar ve gidilen taraf görüldüğünde ayrı bir yere konmayacak, bir dönem olarak nitelendirilmeyecek cinsten değil.
İnsanları sokaklara döken haksızlık, baskı ve zorbalıklarla onları ortaya çıkaran sistemle bizlerin de yıllardan beri mücadele ettiğimiz fakat neden daha büyük neticelerden bahsedemediğimiz sorusu akla gelmiyor değil.
Peki bizde durum ne?
Yakın zamanda da tanık olduğumuz, nedeninin büyük kısmını patronun daha çok para kazanma hırsından kaynaklanan işçi ölümleri, hergün bir başka ihtiyacın daha vergisinin artması, geçtiğimiz günlerde emek sömürüsünün resmileşmiş hali olarak da nitelendirebileceğimiz 'torba yasa'nın kabulü, sağlığın, eğitimin paralı olmasından ziyade önlerine bir kat daha duvar örülerek insanlar tarafından ulaşılmasını zorlaştırılması... Bunlar ilk akla gelen geçtiğimiz ayın gündeminden sayabileceğimiz sorunlardı; bunlardan ziyade bir de daha sayamadıklarımız var, hepimizin hayatın mutlaka bir yerinde tanık olduğu, artık yeter dedirten çoğu zaman üst üste gelen hepsinin de çıkış nedeninin aynı olduğu sorunlar.
Bu sorunlar ayaklanmanın çıktığı eylemlerin yapıldığı ülkelerde de vardı. Bizde olduğu gibi onlar da yıllardır bu sorunlarla mücadele ediyorlardı. Din kullanılarak verilen korku, diktatörün korkusu, açlık, işsizlik korkusu insanları bir doyum noktasına getirdiğinde, yaşananların nedeni, hiçbir korkunun arkasına saklanmadan sorgulanmaya başlandığında, sokaklar caddeler dolup kimi yerlerdeki kararlılıklar bir ayaklanma ateşini yaktı.
Ama ortada sorunların olması ve insanların fark etmeleri çözüme gidilecek demek değildir. Nitekim bizim yaşadığımız ülkedeki bilinç de o yönde. Sorunların var olması, başa çıkılmadığı sürece yaşamda olumlu yönde bir etki yaratmaz. Yanlışlıkları görmek onları anlatmak çözüm değil sadece çözüme bir başlangıçtır. Aynı zamanda tam tersi bir etkiyle sorunları bilmeden, bildiğini sanarakta mücadele etmek bir çözüm değildir. Önemli olan var olan sorunlardan kurtulmaktır. Eğer ortada yanlış giden bir şeyler varsa, ama ben çözüm önerisi getirmeden sadece söylüyorsam sadece tepkimi dile getirip muhalefet olmaktan öteye gidemiyorsam çabaladığım insanca yaşam mücadelesine yarar değil zarar vermiş olurum.
Günümüz toplumunu ele aldığımızda ise durum pek de farklı değil. Bir yanda sadece düzenin kötülüğünü anlatanlar, bir yanda düzeni kendi dünyalarıyla inançlarıyla kabul edip kaderine boyun eğenler. Böyle mi gidecek, böyle mi devam edecek ya da neler yapılmalı sorusuna gelince; çözüm yanlışları söylemekte, insanları ayaklandırmada veya bulunduğun düzeni eleştirmede değil, halkları ayaklanmaya götüren nedenleri ortaya koyarak, sonrasında neler yapılması gerektiğini belirterek toplumsal olarak o bilince sahip olmaktadır.
Bu bilincin toplumun ezilen her kesiminde yayılmaya başlamasıyla beraber, birlik olunulması, sokaklarda seslerin değil sözlerin yükseltilmesi, insanların haksızlığı sömürüyü hayatlarında fiilen görüp bunu kabul etmemeleri durumunda, oluşması filizlenmesi ve gün geldiğinde istenilen yolda bir ağaç gibi büyümesi kaçınılmazdır. Birlik olma durumunu sadece bir ülke olarak ya da Türkiye olarak ele almak yanlış olur. Toplumların yapıları ne yönde olursa olsun birlik olmaları boyun eğmemeleri mümkün. Nitekim hepimiz biliyoruz ki insanlarda yok edilmeye çalışılan düşünme, sorgulama bilinci güç kazandığında, içinde bulunulan durumun aksaklıkları gözler önüne serildiğinde ve iyi anlaşıldığında insanları maddi manevi her yönüyle sömüren bu sisteme karşı başarıyla sonuçlanmış bir ayaklanma kaçınılmaz olacaktır.
remirke
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder