28 Mart 2011 Pazartesi

Bir Şair: Ece Ayhan

ece ayhanŞiir yazmak değil de şair olmak en azından belli oranda farklı bakabilmeyi, farklı yazabilmeyi, farklı yaşayabilmeyi gerektirir. Bu gerekliliği en fazla hisseden ve en fazla sindirebilen şair ise kesinlikle Ece Ayhan’dır. İkinci Yeni şiirinin karaşın, sivil, sıkı –ki bunların hepsi kendinin getirdiği sıfatlardır ve uzatılabilir bir listedir- şairidir kendileri.

Şiiri ve yaşama bakışının farklılığını açmak gerekiyor biraz. İkinci Yeni şiiri farklıydı. Döneminde ve sonrasında hep anlamsızlıkla, kapalılıkla vs. suçlandığı açıkça biliniyor. Fakat İkinci Yeni’nin önde gelen 3-5 atlısının arasında da en kapalısı, kendi deyimiyle en sıkısı Ece Ayhan’dı. Edebiyatla ilgili ne okursanız okuyun en sık karşılaşacağınız nokta “özgün bir dil yaratmanın kalıcı olmak adına en büyük adım” olduğudur. Ece Ayhan bu konuda en ileri insandır tartışmasız. Bir toplumun konuştuğu dili öğrenmek için sözlüklere nasıl ihtiyaç duyuyorsanız Ece Ayhan’ı da öğrenmek için bir sözlüğe ihtiyacınız var.

Şiir söyleyişi, kullandığı kelimeleri, imgeleriyle bambaşka bir şiirin sımsıkı bir şiirin yazıcısı olmayı seçti o. Sıkı şiir konusunda ise Ayhan, okur ile yazar arasında bulunan mesafeyi kaldırmak istemiştir. Bir sanat birikimi gerekliliğini açıkça okurun hissetmesini sağlamıştır kendi şiiriyle. İşte bu yüzden onun şiiri sıkıdır. Bu yüzden kapalıdır. Okurun yazabilecek, yazarınsa okuyabilecek olabilmesidir aslolan Ayhan’ın şiir anlayışında. Fakat bu cümle bir yere kadar gayet anlam taşıyor gibi görünse de bir insan bütün hayatını Ayhan’ın şiirini çözmeye adasa dahi hep açamadığı imgelerle karşılaşacaktır. Sıkı şiir işte, uğraşlarınız bir yere kadar. Bunun sebebi de sorgulayıcı yönü Ayhan’ın. Sorgulama eylemi bütün insanlık için pek bir anlamlıdır. Hayat sorgulanmalıdır, sistem sorgulanmalıdır, insan sorgulanmalıdır. Evet bunlar kesinlikle yapılmalıdır fakat üzgünüz ki bu pratiğe dökülemeyen romantik söylemlerden ileriye gidememiştir çoğu zaman. Ayhan ise kendi işi gereği dili sorgulamıştır, parçalamıştır. Bunun sonucu bambaşka bir yöne, “ecece”ye evrilmiştir dili.

Ece Ayhan’ın sisteme bakışına eğilecek olursak en temelinde bir muhaliftir. Otorite karşıtıdır, kolay kabullenmeyendir. Hep sorunu iktidarladır ki bu da gayet basit anlaşılırdır. Bir sorun varsa bu yönetenlerin ya da doğrusu yönetmeye çalışanların çıkardığı bir şeydir ve hesabı onlardan sorulmalıdır. Ayhan’ın bu yönü biraz daha çocukluğu incelenerek çözülebilir. Babasız büyümüştür Ayhan. Baba ve devlet kardeştir. İkisi de kendi alanlarında iktidarı simgeler. Evin egemeni baba, ülkenin egemeni devlettir. Yine ana ile de tabiat kardeştir. Doğurgan olan, besleyen anadır ve tabiattır. Buradan yola çıkarak devlet babadır, tabiat ise ana. Bu diyalektik bakışa sahip olduğu düşünülebilir kesinlikle Ayhan’ın. En azından ben öyle düşünüyorum. Evde babasız yetişmesi çocukluğunda bir otorite boşluğunda yetişmesi sonucunu doğurmuştur. Fakat gençlik çağına geldiğinde otorite görmemiş genç, devletle karşı karşıya gelmiştir ki bu tarihler de Menderes diktası dönemine denk gelir. Ece Ayhan için baştakinin pek önemi yoktur zaten. Onun Menderes, İnönü, 2. Selim ya da 3. Murat gibi özel adlara takılmışlığı yoktur. Önemli olan bir otoritenin, muhalif olanı törpülemeye çalışan bir otoritenin varlığıdır. Otoritesiz yaşamanın ne olduğunu hiç bilmeseydi belki çok sıradan bir şair olacaktı ya da şair dahi olamayacaktı. Tabii biz de onu tanıyamayacak, okuyamayacaktık.

Ece Ayhan için muhalif dedik çünkü en genel olabilecek sıfat buydu. Daha özelinde bir şeyler bulmak en azından şu an benim yapabileceğim bir şey değil. Bunun için onun aykırı yönünü yine daha genel hatlardan tanımlamaya çalışacağım. Ayhan’ın en belirgin özelliklerinden biri tarih konusuna büyük önem vermesiydi. “En geniş zamanlı şiir” diyebilmesi de buradan ileri geliyor olsa gerek. Bugün ve tabii dün çoğu şair birkaç tane ucuz romantik şiir ya da bireysel bunalımlarını konu aldığı yine basit şiirler yazıp prim yapmış, kendine bir yer edinmiştir. Bu kesinlikle işin kolayına kaçmaktır. Emin olun Ece Ayhan bunu yapmaya kalksa bu basitin dahi en iyisini yapabilecek bir insandı. Ama Ayhan bu yola hiçbir zaman girmedi.

Tarih gibi okul sıralarında asla doğrusu öğretilmeyen ve asla da öğretilemeyecek konu üzerinde birikim elde etmeye çalıştı, etti ve onu yazdı. İnsanları yanlış öğrenmelerinden alıkoymaya çalıştı. Resmi kayıtlardaki tarihle çarpıştı. Bu bakımdan bana göre çoğu toplumcudan daha toplumcu bir şair oldu. Şiiri asla ajitasyon yapan bir şiir olmadı, asla bağıran sloganlarla süslenmedi. Alışılmışın dışında bir toplumculuk oldu onunki. Bu sebepten belki de çoğu edebiyatçı onu toplumcu olarak kabul etmeyecektir fakat emin olun Ayhan okuyan bir insanın tarihe başkaldırmaması imkansızdır. Kim bilir Ayhan’ın bu kadar az basılıp az okunan bir adam haline sokulması otoritenin işidir. İşçi sınıfıyla en yakın olduğunu düşündüğümüz şairleri sayacak olsak Nazım’dan, Ahmed Arif’ten bahsederiz herhalde. Bunların yanına kesinlikle eklenmesi gereken şair Ayhan’dır. Yukarıda bahsettiğim okur ile yazar arasında bir homojenlik kurma isteği, belki Ayhan’ın işçi sınıfından ayrılmasına sebep oldu. Fazla okunabilen, daha ötesi anlaşılabilen bir şair olamadı. Buna pek takıldığı da söylenemez zaten. Takılsa Ece Ayhan olamazdı, orası ayrı.

Tarih konusundaki mevcut kuralları yıkma işlevinden dil konusundaki işlevine tekrar bir geçiş yapacak olursak Ayhan kelime oyunu gibi görünse de uzaktan sıfatı addan sonra kullanarak kendince –ecece- bir anlam çeşitliliği yaratma yolu bulmuştur. Örneğin “bakışsız bir kedi kara”. Bu Ece Ayhan’ın kendinden sonra en fazla özenilen yanı olmuş fakat eksik kalınan nokta, kelime oyununun kolaylığına kaçarak anlam çeşitliliğinin yakalanamaması olmuştur.

“Adalet mülkün temelidir” gibi yaşadığımız sistemi çok güzel özetleyen bir cümle var. Açacak olursak burada mülkün ne olduğunu rahatlıkla çözebiliriz. Bahsi geçen mülk bugün özel mülkiyet ve devlettir. Adalet ise mevcut hukuk sistemidir. Yine hemen Ayhan’ın benimsediğini düşündüğümüz diyalektiğe dönüp adaleti sağlaması gereken iktidar, otorite, yani devlet, özel mülkiyetin kısaca burjuvazinin varlığının koruyucusudur. Ece Ayhan ise bu cümleyi almış “Esas duruş mülkün temelidir” haline getirmiştir. Esas duruş bilindiği gibi askerde kullanılan duruş. İtaati, otorite karşısında boyun eğmeyi simgeliyor. Ayhan her zamanki gibi işin içine ironi katmaktan asla geri kalmıyor.

Ne kadar doğru olacağı tartışılır olsa da Ayhan az ya da çok, ne kadar olduğu kestirilemez bir anarşisttir. Çünkü onun düşüncesi yıkmaya kadardır. Otorite karşıtlığı su götürmezdir ama burada üşengeçlik mi etmiştir bilinmez fakat yıkmadan sonrası hakkında fazla konuşmamıştır. Yeni bir şey kurabilmek için yıkmanın gerekliliğini kimse yadsıyamaz fakat bu demek değildir ki yıktıktan sonra işlevini tamamlamış olacaksın. İşte asıl sorumluluk yıktıktan sonra yeniyi koyabilmektir. Koyamazsanız zaten yıktığınızın tekrar yapılanmasını izlemeye mecbur kalırsınız.

Ayrıntılar Ayhan için yine çok önemli yapıtaşlarıdır. Örneğin bir fotoğrafta başrolde bir nesne vardır ve onun yanında onu tamamlayacak yardımcı öğeler. Evet tarih boyu insanların çoğunlukla her alanda desteklediği şey budur. Fakat Ayhan için yine bir fark vardır. Hep ayrıntıları ön plana çıkarmakla uğraşmıştır. Asla büyüğü ve bütünü anlatmaya çalışmamıştır. Şiirinin, yaşamının kara olmasından ötürüdür elbette bunlar. Mutluluk kavramına hiçbir zaman takılmamıştır. Çünkü mutluluğun bir sonuç olamayacağının farkındadır. Yine aynı kapıya çıkıyoruz ki, sonuca ancak mevcut otoriteyi yıkarak ulaşabiliriz Ayhan’a göre.

Ayhan’ın dili konusunda yine belden aşağı, küfürlü kısaca halk ağzı şeklinde yaklaşımlarda bulunulmuştur hep. Şiiri ne için yazması beklenirdi ki. Tabiî ki de halk için yazacaktı. Ayhan’ın Baki gibi padişaha dalkavukluk yapması beklenebilir miydi? Şiirde önemli olan halk ağzını şiirselleştirip dökebilmektir zaten. Dilin sert olmasına takılmak eleştirecek başka yer bulamamaktan ileri gelir.

Ayhan’dan ufak bir alıntı: “Şiirim bütün o olumsuz görünüşlerine rağmen her halükarda insanın incinmemesini gözetir, bunu söylemek isterim. Şiirim insanı yalnız bırakmayı, yalnız kılmayı amaçlıyor işte. Çılgın kalabalıklardan uzak. Şiirimin, insanı birtakım sokaklardan geçirdikten sonra nihayet çıkmaz bir sokakta öyle bırakıvermesinin nedeni belki de budur işte. Bizler ne de olsa yüzyıllar boyu enflasyon çağının çocuklarıyız hep. Bizlerin fotoğrafları hep negatif görünüşlü, bundan bizim suçumuz ne ?” Yalnızlığa yönelişin temelinde insandan değil insanlığı mevcut haline büründüren sistemden tiksinmesi vardır Ayhan’ın. İnsanın incinmemesini gözetmesini ifade etmesinden çıkarabiliriz sanırım bunu.

Her zaman için kurallardan sapmış olan bir şiir. Kapalı, sıkı ama asla anlaşılamamış olmayan bir şiir. Resmi tarihin baş düşmanı olan bir şiir. Başta tarih olmak üzere insan ve tabiat ilişkisinde bulduğu her boşluğu doldurmaya çalışan, sorgulayan bir şiir. Kendi dilini yaşayarak yazmış bir şiir. İşte Ece Ayhan şiiri. Orta İkiden Ayrılan Çocukların Öğretmeni haykırır: “Şiirimiz karadır abiler”.

ihka

Hiç yorum yok: