28 Mart 2011 Pazartesi

Halepçe'yi Unutma

Halepçe Güney Kürdistan’nın İran sınırında bulunan bir kent. Yüzyıllardır Kürtlerin yerleşim yeri olan bu kent tarihteki birçok halk ayaklanmasının da merkezi olarak bilinir. Halepçe'de 16 mart 1988'de İran-Irak savaşının sürdüğü dönemde Enfal operasyonu kapsamında Saddam Hüseyin diktatörlüğü tarafından gerçekleştirilen katliamda altı bine yakın Kürt vahşice öldürülmüş, on binlerce insan da yaralanmıştı.

Katliamın tarihi

Eylül 1980'de başlayan İran-Irak savaşında Kürt bölgesinin iki önemli gücü olan Barzani önderliğindeki PDKhalepçe 1 (Kürdistan Demokrat Partisi) ve Talabani önderliğindeki YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği) birbirleriyle çatışırken, İran, Irak hükümetine karşı Barzani’nin PDK’sını destekliyordu. Talabani başkanlığındaki YNK ise hem PDK hem de İran’a karşı savaşıyordu. Yine de Irak'taki bütün Kürt grupları Irak devletine karşıydı. 1984 yılında Barzani ve Talabani, örgütleriyle birlikte İran’la vardıkları anlaşma gereği, Irak’ın toprak bütünlüğüne bağlı kalmak şartıyla, Saddam devrilene kadar İran’ın verdiği desteği kabul edecekti. Bu sürecin sonunda bütün Kürt grupları Şam’da toplanarak bir protokol imzaladı. Hiçbir Kürt örgütü kendisini destekleyen devletin yanında diğer Kürt örgütlerine karşı savaşmayacaktı. İran karşısında güç yitiren ve kendi rejimini tehdit eden Kürt hareketlerine karşı önlem almak isteyen Saddam Hüseyin ise arkasındaki diğer burjuva devletlerin desteği ile Kürt halkı üzerindeki katliam planlarını hazırlamaya başlamıştı.

Bu süreçte İran’ın desteğini alan Peşmergeler ve diğer Kürt grupları Halepçe kentine girerek kenti ele geçirmiş ve Irak ordusunun kentten çekilmesini sağlamıştı. Kürt kenti Halepçe artık özgürdü (!). Halepçe halkı “özgürlüğünün” tadını çıkarırken İran ve Irak ordusu arasındaki çatışmalar devam ediyordu. Burjuva devletlerin ikiyüzlü bir şekilde sürdürdüğü “barış” girişimleri ise sürüyordu. Peşmerge gücünün Halepçe'yi ele geçirmesi diğer Kürt bölgelerindeki ayaklanmaları da beraberinde getirmiş, bu durum Saddam rejimi için önemli bir tehlike olmaya başlamıştı.

16 mart ve elma kokusuyla gelen ölüm

Tarihler 15 martı gösterdiğinde Halepçe’nin kontrolünü ele geçiren peşmergeler iki günden fazla kalmadan Halepçe'yi “bilinmeyen” nedenlerle boşalttılar. 16 mart günü ise Irak savaş uçakları Halepçe üzerinde gezinmeye başlamıştı. Saldırı olacağını tahmin eden birçok Halepçeli sığınaklara gizlenmişti. Diğer birçok Kürt bölgesi bombalanmaya başlamıştı. Ancak Halepçe’ye atılan bombalar farklıydı. Halepçe’ye hardal ve sarin gazlarından oluşan kimyasal gazlar atılmıştı. Halkın sığınaklara gizleneceğini bilen Irak ordusu ise bu sığınakları gaz odalarına çevirme fırsatını yakalamıştı. Katliamdan canlı olarak kurtulan tanıkların anlattığına göre, bu gazlar elma kokusu yayan gazlardı ve kimyasal bombalanmanın farkında olmayanlar kokunun hoşluğuna kapılarak kendilerini dışarı atıp, gazı kokusuyla birlikte daha bir derin solumuşlardı. Kurtulanlar ise çoğunlukla kimyasal gazın farkına varanlar ve rüzgarın tersi yönünde koşup kurtulabilenlerdi. Yine tanıkların anlattığına göre sinir gazı olarak da bilinen bu gazlar yüzünden çocuklarıyla birlikte kaçan aileler, ilerlemekte zorluk çeken çocuklarını dahi korkudan çılgına dönmüş bir şekilde yol kenarlarında bırakmak zorunda kalıyorlardı. Koşanlar bir anda nefessiz kalıp oldukları yerde ölüyorlardı.

Üç gün süren bombalamanın ardından yerle bir edilen Halepçe'de sokaklar yanık ve taş kesilmiş insan cesetleriyle doludur. Bütün kent boşalmış, sağ kurtulanlar yakınlarının cesetlerini kaldıramadan İran'a geçmeye başlamıştı, bazıları ise kuzeye doğru ve Türkiye sınırına doğru kaçmışlardı. Bir başka saldırının korkusuyla yollara düşen on binlerce Halepçeli Kürdün yüzlercesi yollarda açlıktan ve hastalıklardan öldü. Ancak Halepçeli Kürtlere yapılan katliamlar bununla bitmemişti.

Yazar İsmail Beşikçi, Halepçe katliamından yalnızca altı ay sonra 25 Ağustos'ta yaşanan başka bir katliamı Alman insan hakları savunucusu Alexsander Stenberg Spohr'dan bakın nasıl aktarıyor.

“Kimyasal silahlar atıldıktan sonra, Kürtler büyük bir paniğe kapıldılar. Çoluk çocuk, kadın-erkek, genç ihtiyar, ülkenin kuzey sınırına doğru kaçmaya başladılar. Şeyhan bölgesinde dar bir vadiye sığındılar. Burası derin, ince ve uzun bir vadi idi. Üç binin üzerinde Kürt bu vadiye sığınmıştı. Saddam Hüseyin'in kuvvetleri buraları bombalamak istedi. Fakat vadi dar, ince ve uzun olduğu için uçaklar dalış yapamadı. Sonra vadiye zehirli gazlar attılar. 10-15 dakika içinde üç binin üzerine insan öldü. Bir kaç gün içinde vadide zehirli gazların etkisi azaldı. Vadiye buldozerler girdi, her tarafı yaktı, yıktı, Kürt insanlarının cesetlerini toplu mezarlara, çukurlara doldurdu”. Ancak bu katliam hiçbir zaman bilinmedi ve gün yüzüne çıkarılmak istenmedi.

Kıyımlar 16 Mart'tan sonra da devam etti

Katliamın şiddetinden kaçan ve sığınacak yeni yerler arayan binlerce Kürt yaşadıkları topraklara en yakın yerlerden biri olan kuzeydeki Türkiye sınırına yığılmıştı. Yıllardır Halepçe mağdurlarına kucak açtığını söyleyen ve bununla övünen Türkiye devleti ise Halepçe Kürtlerini Kürt diye tanımlamaktan dahi çekinmiş onlardan ‘devletimize sığınan Iraklılar’ olarak bahsetmişti. Halepçe mağdurlarını sınırda zor şartlar altında tutuyor, salgın hastalıklardan ve açlıktan kırılmalarına göz yumuyordu. Yurtdışından ve çevre halklardan gelen halepçe 2yardımlar ulaştırılmıyor, hatta engelleniyordu. Daha korkuncu ise hiç gündeme gelmeyen ve basına yansımayan, Iraklı casusların kamplara sokulması ve sığınmacı Halepçelilerin ekmeklerine zehir katılması iddialarıydı. Devlet ise bu iddiaları reddederken, sığınmacıların durumlarıyla ilgili net bir açıklama yapmaya hiçbir zaman gerek duymuyordu. Halepçe'den kurtulan Kürtler sığındıkları topraklarda açlıktan ve hastalıklardan ölmeye mahkum edilmişti.

Halepçe katliamının izleri, Halepçe şehri ve halkı üzerinde hala etkisini koruyor. Aradan geçen 23 yıl boyunca Halepçe katliamı hep görmezden gelindi. Saddam öncesi yerel yönetim bir tarafa, Saddam sonrası kurulan Federal Kürdistan yönetimi bile katliamın yaralarını saracak gerekli maddi manevi desteği sağlamış değil. Katliam süresince ve sonrasında öldürülen binlerce insanın cesetlerinin bulunduğu açılmamış toplu mezarlar var. Yerel yönetim tarafından katliam anısına yapılan anıt ve müze dışında herhangi bir çalışma neredeyse yok.

Halepçeyi boğan kapitalizmdir

İran’la yapılan ateşkese rağmen, İran karşısında güç yitiren ve kendi rejimini tehdit eden Kürt hareketlerine karşı önlem almak isteyen Saddam Hüseyin, arkasındaki diğer burjuva devletlerin desteği ile savaştan kazançlı çıkmanın yollarını aramış ve bu katliamı gerçekleştirmiştir. Irak’ın kullandığı nükleer bombaların ABD, Almanya ve Fransa patentli olduğu da kısa sürede açığa çıkmıştı. En nihayetinde Halepçe katliamından 2 ay sonra İran-Irak savaşı sona ermiştir. Saddam yönetimi ise bu ‘zafer’ le birlikte Kürt halkı üzerindeki baskılarını arttırmış ve katliamlarına yönetimi boyunca devam etmiştir. Ancak unutulmamalıdır ki her ne kadar bu katliamın bir numaralı sorumlusu ve suçlusu Saddam Hüseyin gibi görünse de, Saddam'ın Halepçe de yaşattıklarının zeminini hazırlayan ve destek veren emperyalist devletler bu katliamda Saddam'dan daha çok paya sahip.

Fransa Irak’a silah temininde önemli bir yere sahip ülkelerden birisi. Dönemin Fransa cumhurbaşkanı Chirac, Saddam'la olan ilişkileri nedeniyle sorgulandığında o dönemde bütün dünyanın Saddam'la mükemmel ilişkileri vardı demişti. ABD ise İran tehdidi karşısında Saddam’ı tercih etmiş ve kimyasal silah kullanmasına memnuniyetle yaklaşmıştı.

Yine o dönemde Türkiye basınına bile yansıyan haberlerde Irak’a gönderilen silahların Türkiye üzerinden Mersin limanında Türk firmaları tarafından etiketlendiği ve satışından yüklüce para kazandığı belirtiliyordu. Irak’a kimyasal madde satan firmaların başında ONAK ve Penta şirketleri geliyordu.

Savaş sürecinde katliama ortak olan burjuva devletler, Halepçe katliamının ardından da sessiz kalmış ve katliamı görmezden gelmiştir. Öyle ki kapitalist düzenin hiçbir “demokratik ulusu” tarafından Halepçe katliamı, uzunca bir zaman bu savaşın operasyonlarından birinin parçası olarak görülmemiştir. Katliamdan iki gün sonra düzenlenen İslam Konferansı'nda ise bu katliam gündeme dahi alınmamıştı. Emperyalist düzenin bekçilerinin bu kırımın farkına varması ve gündemlerine alması ise bölgedeki çıkarlarının ve politikalarının küresel kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir biçim almasına rastlar.

Burjuvazi tarihin her döneminde kendi iktidarlarına karşı tehdit sayılabilecek her türlü hareketi ve ayaklanmayı, küresel kapitalizmin politik ve ekonomik açıdan krize girdiği her dönemde bastırmak için vahşice katliamlar yapmaktan hiçbir zaman geri durmamıştı. Bunları gerçekleştirmek için elinde her zaman hazır tuttuğu baskı ve imha aygıtları mevcuttur. Burjuvazinin bu katliamlarının hedefi dün Halepçe'de Kürt halkıydı, bugün ve yarın ise bütün dünya halklarıdır.

Serhad

Hiç yorum yok: