Öğrenci hareketinin yükselişe geçtiği 1960'ların sonları faşist saldırıların da sistematik bir karakter kazanmaya başladığı yıllardı. Devrimci öğrenci hareketinin yükselişi devlet tarafından desteklenen MHP'li faşistlerin silahlı saldırılarıyla kesilmeye çalışılıyordu. Aynı süreç 1970'lerde de yaşandı. Bir yandan işçi hareketi giderek daha kitlesel ve militan bir hal almaya başlamış, diğer yandan da öğrenci hareketi önemli bir ivme kazanmaya başlamıştı. Bu ortamda burjuvazi, 20. yüzyıl boyunca birçok ülkede başvurduğu yönteme sıkıca sarılacaktı; yükselişi önlenemeyen hareket faşist saldırılarla provoke edilmeye çalışıldı.
Devrimci öğrenci hareketine yönelik bu saldırılardan en öne çıkanlarından biri hiç şüphesiz 16 Mart 1978'de gerçekleştirilen katliam oldu. İstanbul Üniversitesi'nde daha önceki günlerden beri süren gergin ortam, 16 Mart günü faşist çetelerin bomba ve silahlarla öğrencilere saldırmasıyla en üst noktasına ulaştı. Faşistlerin saldırısını bekleyen devrimci öğrenciler, okuldan toplu çıkış için Süleymaniye kapısına yönelmişler fakat okuldaki polisler bu kapıyı kapatarak öğrencileri ana kapıya yönlendirmişlerdi. Polisin bu hareketi planlı bir saldırının habercisiydi. Ana kapıdan çıkan devrimci öğrencilerin üzerine atılan bombalar ve açılan ateş sonucu 7 öğrenci öldürüldü, 40'ın üzerinde öğrenci yaralandı.
Saldırının ardından toplanan binlerce öğrenci Merkez kampüsü işgal etti ve ertesi gün yine binlerce insanın katılımıyla öldürülen devrimci öğrencilerin cenaze yürüyüşü gerçekleştirildi. Saldırıyı gerçekleştirenler devletin koruması altında kayıplara karışmış, yıllar sonra açılan arşivlerse devletin katliamdan bizzat sorumlu olduğu, saldırının emrininse MHP lideri Alparslan Türkeş tarafından verildiği kanıtlamıştır. İhmalle yargılanan polis şefleri “delil yetersizliği”nden beraat ederken, 7 Mart 1978 tarihli Emniyet arşivleri, saldırıdan polisin haberdar olduğunu, fakat buna seyirci kaldığını resmi belgelerle ortaya koymuştur.
Bugün olduğu gibi 1970'lerde de “sağ-sol çatışması” olarak burjuva medya ve devlet tarafından sunulan şey, gerçekte faşist saldırılar ve katliamlardan başka bir şey değildir. 12 Eylül 1980'e giden yolda taşlar, faşizmin mahallelerde, fabrikalarda, işyerlerinde ve üniversitelerde gerçekleştirdiği bu ve bunun gibi onlarca saldırıyla döşenmiş, burjuvazi iç savaş ortamı yaratarak ordunun yönetime el koymasını meşrulaştırmaya çalışmıştı.
Bugün de, her yıl üniversitelerde onlarca faşist saldırı ya da saldırı girişimi gerçekleşiyor. Öğrenci hareketinin yükselişte olmadığı geçtiğimiz yıllar ve bugün için bakıldığında bu faşist saldırılar ne anlam taşıyor? Burjuvazinin çeşitli kanatlarının dönemsel ihtiyaçları, üniversitelerin sermaye tarafından sürdürülen yapısal dönüşümü ve varolan sistemi tehdit eden devrimci düşüncelerden duyulan korku, burjuvazi tarafından her zaman bir maşa olarak yedekte tutulan faşistlerin çeşitli zamanlarda mağaralarından çıkmaları sonucunu doğuruyor. Faşizmin, kapitalist toplumda ortadan kaldırılamayacağı gerçeği, onun da tam kapitalizmin ürünü ve sermaye sınıfının olağanüstü durumlardaki başlıca silahı olmasına dayanır.
Faşizme karşı mücadele, bu perspektifle, yani onu doğuran kapitalizmi işçi sınıfı önderliğinde ortadan kaldırma hedefinden koparılmadan, birleşik ve kitlesel mücadelenin örgütlenmesiyle başarılı sonuçlar elde edebilir; son dönemde İstanbul Üniversitesi'nin pratiği, gerçekleştirilmeye çalışılan saldırıların boşa çıkarılmasıyla bir kez daha bunu kanıtlamıştır.
16 Mart’ın ve devrimci öğrencilere yönelen her türden saldırının asıl sorumlusu kapitalist sistem ve devlettir!
Sorumlulardan hesap sormak, yeni katliamları ve saldırıları önlemek için mücadele edelim!
16 Mart'ta alanlarda olalım!
güneş y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder