31 Mart 2011 Perşembe

Birleşik Metal-İş Areva’da Sözleşmeyi İmzaladı

MESS’le sürdürdüğü grup TİS görüşmeleri sonucunda, örgütlü olduğu fabrikalarda “greve gitme kararı” aldığını açıklayan DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş sendikası, 29 Mart sabahı kamuoyuna, Areva Fabrikası yöneticileri ile yaptığı görüşmeler sonucunda “kazanımla sonuçlanan bir sözleşme” imzalandığını açıkladı. Sözleşme toplam 1700 işçiyi kapsıyor.
Eskişehir’de Doruk, Kocaeli’de Standard Depo işçilerinin başlattığı grevlerin ardından, 29 Mart günü Gebze’de başlatılması beklenen grev uygulaması, sendika bürokratlarının “fabrika yöneticileri ile vardığı uzlaşma” sonucunda başlamadan bitti.
Gece geç saatlere kadar sürdürüldüğü söylenen görüşme sonunda, Areva yönetimi ve Birleşik Metal-İş bürokrasisi arasında, nasıl bir “uzlaşma” sağlandığı konusunda ise şu ana kadar kamuoyunu tatmin edici bir açıklama yapılmadı.

Metal Grevi

Direnişteki Ontex İşçileriyle Dayanışmaya!

28 Mart 2011 Pazartesi

18. Sayı

PDF Biçiminde Görüntülemek İçin Tıklayın

kapak2

İçindekiler

Yeni Bir Dünya İçin 2

Münferit Olaylar 6

İstanbul Üniversitesi'nde Baskılar Yoğunlaşıyor 10

İsyan Dalgası Libya'da: 42 Yıllık Kaddafi Diktatörlüğü Sallanıyor 12

Ostim ve İvedik'te Yaşanılan Kaza Değil, Cinayettir! 16

Bir Şair: Ece Ayhan 19

Gemiler Batar 22

Mısır'ın Geleceği İşçi Sınıfının Ellerinde 23

33. Yılında 16 Mart Beyazıt Katliamı 27

Halepçe'yi Unutma 29

Tunus'taki Halk Ayaklanmasının Geleceği 33

Cumartesi Annelerinin Mücadelesini Büyütme Zamanı 40

Leke 44

Alev Alev Bir Ateş: İsyan 45

Newroz, Kürtler ve Devlet 47

bize yazın: iktisatsiyaset@gmail.com

tüm yazılar iktisatsiyaset.org'dan alınmıştır

Yeni Bir Dünya İçin

Yeni yıla Kuzey Afrika'da başlayan emekçi halk isyanlarıyla girmiştik, önce Tunus'ta başlayan halk ayaklanması buradan birçok ülkeye yayılmış, Tunus'ta Bin Ali'yi, Mısır'da ise Mübarek'i devirmişti. Libya'da süren isyansa Kaddafi rejimi tarafından zor yoluyla bastırılmaya çalışılıyor. Libya halkı için önemli bir tehdidi de emperyalistlerin “barış” müdahalesi adı altında işgal ihtimali oluşturuyor. Tüm bu ülkelerdeki diktatörlük rejimlerini yıllardır destekleyen burjuva devletler, bugün emekçi halkların isyanıyla devrilen ya da devrilmek üzere olan diktatörlerin karşısında olduklarını ilan ediyorlar. Bu ikiyüzlülük yalnızca büyük emperyalist güçlere has değil, Türkiye devleti de hiç şüphesiz aynı oyunun bir parçası. Dünya egemenlerinin bugün halk isyanlarının “yanında” olduklarını açıklamaları, elbette isyan eden halkların ezilmelerine gerçekten karşı olmalarından ve onların taleplerini desteklemelerinden kaynaklanmıyor. Egemenler, yıkılması kaçınılmaz iktidarların ardından, bölgede çıkarlarını güvence altına alma telaşı içindeler. Hiç şüphesiz, bu isyanlardan en büyük korkuyu duyanlar da güçlüsünden zayıfına dünya burjuvazidir. Telaşları, bir diktatörün devrilmesinden değil, sermayenin diktatörlüğünün yıkılması ihtimalinin yakıcı bir şekilde kendisini göstermesinden kaynaklanıyor.

Münferit Olaylar

münferit 18 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü özelinde kadının emek sömürüsüne kısaca değinmek ve gündemde olan kadın sorunlarına dikkat çekmek gerekiyor.

Kadın emeği hem kapitalist sistem hem de patriyarka yani erkek egemen sistem tarafından sömürülmektedir. Bu iki sistemin kadın emeğini nasıl sömürdüklerini açıklamak gerekirse;

Patriyarkanın; maddi temeli erkeklerin, kadınların emek gücü üzerindeki denetimidir. Bu denetim kadınları ekonomik bakımdan gerekli üretken kaynaklara ulaşmalarını engelleyerek ve kadınların cinselliğini kısıtlayarak sağlanır. Erkekler denetimlerini kadınlardan kişisel hizmet görerek, ev işi yapmak ya da çocuk yetiştirmek zorunda olmayarak, cinsellik için kadınların vücutlarını kullanarak, kendilerini güçlü hissedip güçlü olarak uygularlar. Erkek egemen sistem kadınları ev içi emeğe mahkum ederek onun ev dışı işlerde çalışmasını istemez. Bunun temel sebeplerinden biri, kadınların kapitalist üretim sisteminde ucuz iş gücü olarak görülmesidir ve bundan dolayı iş ücretlerini ‘düşürmeleri’, bir diğeri ise erkeklerin kadınların ev dışı işlerde çalıştıkları zaman ev içi işlerini aksatacakları ve kendilerine hizmet edemeyeceklerinden duydukları kaygıdır. Patriyarkanın bugün en etkili olduğu alanları sıralarsak da; devlet, ordu, heteroseksüel evlilik, çocuk bakımı ve ev işlerinin kadınların işi olması, kadınların ekonomik olarak erkeklere bağımlı olması ve üniversiteler, şirketler, sendikalar, ibadethaneler gibi erkek egemen kurumlardır.

İstanbul Üniversitesi'nde Baskılar Yoğunlaşıyor. Saldırıları Püskürtmek İçin Mücadeleye!

İstanbul Üniversitesi yönetiminin ilk dönemle beraber Öğrenci Kültür Merkezi’ni kapatmasını, daha sonraki aylarda fakültelerdeki muhalif öğrenci kulüplerini kapatması izledi.  En son, İktisat Fakültesi’nde bulunan Sosyal Bilimler Kulübü ve Ekonomi Kulübü “tüzüklerinin benzer olduğu” gibi saçma bir gerekçeyle kapatma işlemine tabi tutulmuş bulunuyor. Rektörlük bu kulüpleri kapatırken, hükümete yakın olan ve sermayeyle ortak çalışan kulüplerin önünü açmaktadır. Üniversite yönetimi öğrencilerin kültürel, sanatsal, siyasal ve sosyal faaliyetlerini engellemekte, yalnızca kariyer kulüplerini öğrencilere adres göstermektedir. Bu, aynı zamanda, bir önceki rektör olan Kemalist Mesut Parlak’ın “üniversitede siyaseti bitireceğim” sözünün AKP’li rektör tarafından devralındığını ve muhalif seslere hiçbir yaşam alanı bırakılmaması programının sürdürüldüğünü göstermektedir.

İsyan Dalgası Libya’da: 42 Yıllık Kaddafi Diktatörlüğü Sallanıyor

İktisat-Siyaset'in Mart sayısı çıktığı sırada Libya'daki durum hızla bir iç savaşa doğru ilerliyordu. Kaddafi'nin, isyanı iç savaşla bastırma çabasına bir de emperyalist devletlerin Libya'ya müdahale ihtimali eşlik ediyor. Aşağıdaki yazı şubat ayının son günlerinde yayınlanmıştı, kısaltılmış halini yayınlıyoruz

Ostim ve İvedik'te Yaşanılan Kaza Değil, Cinayettir!

3 Şubat günü Ankara'da OSTİM ve İvedik Organize Sanayi'de art arda yaşanan patlamalar sonucunda 20 işçi hayatını kaybettti ve onlarca işçi yaralandı. Yaşanan patlama kuşkusuz akıllara 31 Ocak 2008'de yaşanan 21 emekçinin hayatını kaybettiği ve 117 emekçinin de yaralandığı Davutpaşa katliamını getirdi [1]. Bununla birlikte Ankara'da yaşanan patlamaların sebepleri esas olarak Davutpaşa'da yaşananların sebeplerine benzer biçimde "denetim dışı ve iş güvenliğinin olmadığı koşullarda üretim" olarak görülmektedir. Ankara'daki bir patlamanın, torna atölyesi ruhsatı olan bir iş yerinde kaçak tiner, boya ve kaçak mazot imalatı yapıldığından dolayı olduğu ortaya çıkmıştır! Bu durum açıkça şunu göstermektedir ki bu yaşananlar burjuva basının bilinçli olarak yansıttığı biçimiyle birer "kaza" değil tam aksine "öz itibariyle aynı katilin", yani kapitalizmin cinayetleridir. Yaşananlara cinayet dememizin sebebi açıktır; kapitalistler aralarındaki rekabetin sonucu olarak maliyetleri düşürmek isterler, çünkü amaç "rakibinden" daha çok kar elde etmektir. Bunun doğrultusunda işçinin sağlığı ve onun iş güvenliği de kapitalist açısından maliyet arz ettiğinden, maliyeti düşürmek adına "göz ardı" edilebilir. Yani kapitalistler için önemli olan sermaye birikimi ve kardır, işçinin yaşam hakkı değil!

Bir Şair: Ece Ayhan

ece ayhanŞiir yazmak değil de şair olmak en azından belli oranda farklı bakabilmeyi, farklı yazabilmeyi, farklı yaşayabilmeyi gerektirir. Bu gerekliliği en fazla hisseden ve en fazla sindirebilen şair ise kesinlikle Ece Ayhan’dır. İkinci Yeni şiirinin karaşın, sivil, sıkı –ki bunların hepsi kendinin getirdiği sıfatlardır ve uzatılabilir bir listedir- şairidir kendileri.

Şiiri ve yaşama bakışının farklılığını açmak gerekiyor biraz. İkinci Yeni şiiri farklıydı. Döneminde ve sonrasında hep anlamsızlıkla, kapalılıkla vs. suçlandığı açıkça biliniyor. Fakat İkinci Yeni’nin önde gelen 3-5 atlısının arasında da en kapalısı, kendi deyimiyle en sıkısı Ece Ayhan’dı. Edebiyatla ilgili ne okursanız okuyun en sık karşılaşacağınız nokta “özgün bir dil yaratmanın kalıcı olmak adına en büyük adım” olduğudur. Ece Ayhan bu konuda en ileri insandır tartışmasız. Bir toplumun konuştuğu dili öğrenmek için sözlüklere nasıl ihtiyaç duyuyorsanız Ece Ayhan’ı da öğrenmek için bir sözlüğe ihtiyacınız var.

Gemiler Batar

duramıyorum

üstüme bir şeyler eskitip bu mevsimlerde duramıyorum

yelkenlerimi bozkırlarda açarım ben de bir bilsem bunu

sanki sabahları bir coğrafyayı terk etmişim de mutluyum

kendimin üstesinden gelemiyorum.

yalnızım diyorum kurban olduklarım dağılıyorum diyorum

bir cümleyi tekrarlıyorum desen soluyorum bir de sen dur

bir konuya daha değiniyor aslında ayrılıklar ama çaktırmıyorum

kimsenin uzaktan yakından alakası yok. ellerim dans edince

ben bir istifayı hazırlarım kendime arkalardan bakarken oluyor

onlar öyle kalsınlar, sarhoş olmayı anlasınlar, gerçek sansınlar

sevgili ankara, bu gördüğüm şeyler bir elveda mektubu mudur?

ya da gökyüzüyle konuşurken bir insanı ne zannedebilirsem

kendime bir şeyleri açıklayamıyorum

bırakayım diyorum onlar öyle kalsınlar

bırakayım diyorum sarhoş olmayı anlasınlar

bırakayım diyorum bir şeyleri gerçek sansınlar

kendime yetişemiyorum.

Ulrike

(Zonguldak’tan bir öğrenci)

Mısır'ın Geleceği İşçi Sınıfının Ellerinde

Mısır’da 18 günlük halk direnişinin sonunda, Hüsnü Mübarek, yetkilerini Yüksek Askeri Konsey’e devrettiğini açıklayarak ortalıktan toz oldu. Mübarek’in nerde olduğu hala bir muamma. Daha öncesinde Mübarek, ABD’den destek alabilmek amacıyla Savunma Bakanı Muhammed Hüseyin Tantavi’yi Washington’a yollamıştı. Ne hikmetse, Mareşal Muhammed Hüseyin Tantavi ABD’den döner dönmez, mükafat olarak Yüksek Askeri Konsey başkanlığına terfi ettirildi. Aynı Yüksek Askeri Konsey’in istihbarat başkanlığına ise Mübarek’in sağ kolu olarak bilinen işkenceci Ömer Süleyman getirildi. Bu sayede ordu “kansız bir darbeyle” idareyi ele almış oldu. Anlaşılan o ki, Mübarek’in kişisel iktidarı son bulmuş olsa da, onun arkasında bıraktığı sivil-asker kadrolar, eski rejimi kısmi bir restorasyona tabi tutarak devam ettirmekte istekli gözüküyor; tabii ki, Mısırlı emekçiler bu oyunu bozmazsa. Unutulmamalı ki, Mısır işçi sınıfı hala güçlü bir devrimci potansiyele sahip.

33. Yılında 16 Mart Beyazıt Katliamı

bayezıtÖğrenci hareketinin yükselişe geçtiği 1960'ların sonları faşist saldırıların da sistematik bir karakter kazanmaya başladığı yıllardı. Devrimci öğrenci hareketinin yükselişi devlet tarafından desteklenen MHP'li faşistlerin silahlı saldırılarıyla kesilmeye çalışılıyordu. Aynı süreç 1970'lerde de yaşandı. Bir yandan işçi hareketi giderek daha kitlesel ve militan bir hal almaya başlamış, diğer yandan da öğrenci hareketi önemli bir ivme kazanmaya başlamıştı. Bu ortamda burjuvazi, 20. yüzyıl boyunca birçok ülkede başvurduğu yönteme sıkıca sarılacaktı; yükselişi önlenemeyen hareket faşist saldırılarla provoke edilmeye çalışıldı.

Halepçe'yi Unutma

Halepçe Güney Kürdistan’nın İran sınırında bulunan bir kent. Yüzyıllardır Kürtlerin yerleşim yeri olan bu kent tarihteki birçok halk ayaklanmasının da merkezi olarak bilinir. Halepçe'de 16 mart 1988'de İran-Irak savaşının sürdüğü dönemde Enfal operasyonu kapsamında Saddam Hüseyin diktatörlüğü tarafından gerçekleştirilen katliamda altı bine yakın Kürt vahşice öldürülmüş, on binlerce insan da yaralanmıştı.

Sürekli Devrim Perspektifi Işığında Tunus’taki Halk Ayaklanmasının Geleceği

tunusAslında Tunus’taki halk ayaklanması bir sürpriz değildi. Neden mi? 1 Ekim 1987’de iktidara geçen Zeynel Abidin Bin Ali’nin 23 yıllık İktidarı boyunca, Tunus’ta birçok benzeri olay meydana geldi. Ancak son üç sene içinde, ülkenin özellikle iç kısımlarındaki kitlesel protestolarda artış gözleniyordu. Bu rahatsızlığın temel nedenleri, geçim sıkıntısı, işsizlik, yolsuzluk gibi sorunlarla, iktidarın medya üzerindeki baskısı, temel hak ve özgürlükler üzerindeki kısıtlamalardı.

.........

Ah! Bu ciddiyet insanı keskin bir bıçağın bütün bir ipi ortadan ikiye kesip atması gibi böldü yalnızlığına ve düşmanlığına. Kendinden şüphelenip paranoyasında yaşadı tüm yüzyıllar boyunca. Tarıh insanın bu yaptığını hic unutmadı ve onu hep bir adın gerisinden izledi durdu o zayıflık içinde yüzen sefil insanların yaptığını yapmadı, o her şeyi kaydetti dürüstçe.

Cumartesi Annelerinin Mücadelesini Büyütme Zamanı

Her cumartesi Galatasaray Lisesi’nin önünde yaptıkları oturma eyleminden ismini alan Cumartesi Anneleri, “faili meçhul” cinayetlerin aydınlatılması ve kayıpların bulunması için yılmadan mücadelelerini sürdürerek 306. haftayı da geride bıraktılar. Şu zamana kadar seslerini duyurabilmek için kimi zaman polis coplarına, kimi zaman burjuva basın tarafından karalama kampanyasına maruz kaldılar. Siyasi iktidarlar onları daima görmezden geldi. Ancak geçtiğimiz günlerde, Başbakan Erdoğan ile 12 kayıp yakını ve beraberindeki İHD heyetinin yaptığı görüşme vesilesiyle, burjuva basın birden bire Cumartesi Anneleri’ni yeniden hatırladı.

Leke

ben kimim diye doğrulursan hızlı içmek meseledir

bulvara hazır mı bireyler köprüaltına usul usul

yürürken; yani yara kapanmazsa kime borçluyuz

mutluluğu

kendini zamana bırak diyor anlamayan tavır

evimin önünde kediler artık yok aldırmıyor konu

pazar ruhlarında dört duvar ve yalnızlık potansiyeli

beni burada hepiniz unuttunuz diye çıkar başrol

gri bir şehir: kırmızı alarm, ölmek zamana verir

böyle başlamıştı şeritleri sayarken yolculuklar

kendine hiçbir şeyden bahsetme, her an sakıncalı

hızlı koşulan sokaklarda partner hatalı adamlar

gökyüzü anlatır; parklar varsa bize çok hayal var

kapılara ömrüm hayır der, kapılara umudu

böyle uğrarsa sana yağmur, geri çevirme uçurumu

şehir bir bilmecedir çoğu zaman yalnız yollar sorar

bize bizi anlatma hüzün, üzgünüm, bulvara sormaz

kimse yalnızlığı, sevgilim beni hatırlamıyor...

kaldırımlara hazır mı kişiler üstgeçitlerde titrek

korkarken; yani arada bir zamanlama hatası; zaman

Ankara o tarafta değil moruk.

Ulrike

Alev Alev Bir Ateş: İsyan

Bir dönemden geçiyoruz... İnsanlar düşünmesin sorgulamasın diye, dört bir koldan kulakların, gözlerin etkisiz hale getirilmeye çalışıldığı; tüm bu gayretlere rağmen insanların maruz kaldığı sorunları, daha iyisine sahip olma imkanı varken kötüsüne tabii tutulduğu hayatları gördüğü, nedeninin, niyesinin peşinde koştuğu bir dönemden...

Newroz, Kürtler ve Devlet

...
Ey ateşin ve güneşin çocukları
Hani bilincin sesi yüreklerimizde
Gözlerimizde inancın sancakları nerede
Bu gidişe dur demek gerekir bilirim
Hücrede her saniyeyi bir yıl eylerim
Bir ateş yaktık sönmesin diye hiçbir yerde
O ateş sönerse yaşamayı neylerim
Bu yüzden üç kibrit ile Newroz günü
Yüreğimi sizlere armağan eylerim
...

Adnan Yücel

 
Bu topraklarda Kürt halkı ile özdeşleşen Newroz, mitolojideki yeri açısından çeşitli efsanelere dayanmakta olup, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya halkları tarafından “doğanın uyanışı ve bahar bayramı” olarak kutlanırken, Kürt halkı için çok derin anlamlar taşımaktadır. Newroz, Demirci Kawa'nın halkları zulüme uğratan zalim Dehak'a karşı mücadelesinin zafere ulaştığı gün olarak kabul edilmesi dolayısıyla, aynı acıları yaşayan ve aynı özlemleri duyan Kürt halkı coşkulu bir şekilde ama aynı zamanda isyan edercesine bugünü meydanlarda yıllardır kutlamaktadır.