13 Mayıs 2013 Pazartesi

Sınıf mücadeleci yeni kitlesel örgütlenmeler yaratmak ve sosyalist 1 Mayıslar’ı hazırlamak gerekiyor



1 Mayıs 2013 başta Ankara, İzmir, Bursa, Adana ve Diyarbakır olmak üzere birçok kentte sendkaların önderliğinde düzenlenen gösterilerle kutlandı; İstanbul Taksim’deki kutlama girişimi ise üç yıl aradan sonra yeniden İstanbul’u işgal eden 22 bin kişilik polis ordusunun estirdiği terörle engellendi. İktidar, kendisiyle işbirliği içinde olan sendika bürokrasilerinin 1 Mayıs 2013’ü kitlesel şekilde kutlamamak için elinden geleni yapmış olduğunu çok iyi bilmesine karşın, Haliç’teki köprüleri açarak ulaşımı engelleyecek ve toplu taşıma seferlerini iptal edecek kadar abartılı “önlemlere” başvurdu.

AKP iktidarının Taksim’deki kutlamayı engellemesi, onun kitlesel bir kutlamanın denetim dışına çıkabilecek bir muhalefet hareketine dönüşme olasılığı karşısında duyduğu kaygının ve “devlet otoritesi”ni sergileme ihtiyacının ürünüdür. İktidar, bu yolla, PKK ile sağlanan anlaşmanın -ulusalcı muhalefetin iddialarının tersine- devlet otoritesinde herhangi bir “zaaf”a yol açmadığı mesajını vermektedir.
Öte yandan, 1 Mayıs günü İstanbul’da estirilen devlet terörü, iktidarın önümüzdeki dönemde kaçınılmaz olarak yükselecek olan toplumsal muhalefet hareketleri karşısında alacağı tavrın bir tür provası olmuştur. İstanbul Valisi, önümüzdeki dönemde işçi sınıfına yönelecek olan saldırıların, “marjinal” ya da “radikal” olarak adlandırdığı devrimci çevreler üzerinden, onlara karşı mücadele bahanesiyle gerçekleşeceğinin işaretini vermektedir.
Bu sınıfsal bir saldırıdır
AKP iktidarı eliyle uygulanan işçi sınıfı düşmanı politika, onunla ilişkilendirilen etnik, dinsel, kültürel vb. kimlik referanslarına karşın, bütünüyle sınıfsal bir eksende sürdürülmektedir. Krizinin faturasını işçi sınıfına ödetmek ve sermayeye daha fazla kaynak aktarmak amacıyla dünya çapında saldırıya geçen küresel sermaye, aynı zamanda, dünyanın, başta enerji olmak üzere, bütün stratejik kaynaklarını yağmalama peşindedir. AKP iktidarının gerek içeride gerekse dışarıda atmış olduğu bütün adımlar, bu uluslararası toplumsal karşı-devrim ve emperyalist yağma sürecinin bir parçasıdır.
Türkiyeli egemenlerin siyasi kararlarına, “demokrasi” ve “insan hakları” gibi soyut değerler değil; küresel şirketlerin -dolayısıyla kendilerinin- sınıfsal çıkarları yön veriyor. AKP, mutlu bir azınlığın sınıfsal çıkarları uğruna, kendisinden önceki iktidarların açmış olduğu toplumsal karşı-devrim yolunda önemli adımlar atıyor.
AKP iktidarının sürdürdüğü toplumsal karşı-devrimin siyasi ifadesi, adım adım yaşanmakta olan rejim değişikliğidir. Son 10 yıl içinde gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri ve çıkartılan yasalar yoluyla, burjuva kimlik politikalarıyla desteklenen otoriter bir rejim inşa edilmektedir.
Danışıklı dövüş
Bütün sorunları patronlarla ya da ilgili bakanlarla yaptıkları kapalı toplantılarda “çözmeye” alışmış olan sendikal önderlikler, üç yıl önce, sosyalist ve devrimci işçilerle gençlerin verdiği uzun mücadeleler sonucunda kazanılan Taksim’i gaspetmeyi başarmıştı.
AKP iktidarı, Taksim’i bu yıl geri almıştır. AKP’nin bu adımında, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin basıncı altında biçimlenen PKK ile barış sürecinde, sendikal önderlikler arasında yaşanan ayrışma da önemli bir rol oynadı. Bununla birlikte, 1 Mayıs’ı İstanbul’da Taksim’de birlikte kutlayacaklarını ilan etmiş olan sendikal önderliklerin (Türk-İş, Hak-İş, KESK ve DİSK) hepsi, en baştan itibaren iktidar ile “danışıklı dövüş” içindeydi.
Sendikal önderlikler, Taksim’de birkaç ay önce başlayan kazı çalışmalarının 1 Mayıs’ın kitlesel bir şekilde kutlanmasını engelleyeceğini elbette biliyorlardı. Ama onlar, ‘kentsel dönüşüm’ çerçevesinde başlatılan bu çalışmayı durdurmak ya da 1 Mayıs sonrasına erteletmek için parmaklarını bile kımıldatmadılar. Çünkü sendikalar, 1 Mayıs’ın kitlesel bir şekilde kutlanmasını istemiyorlardı. Bürokratların, işçi sınıfının ve gençliğin birikmiş öfkesini denetim altına alamayacağı kitlesel bir 1 Mayıs, sermayenin ve iktidarın hizmetindeki sendika bürokrasilerinin en son isteyeceği şeydir.
Hesap hatası
Öte yandan, sendika bürokratları, özellikle de DİSK ve KESK bürokrasisi bir hesap hatası yaptı. Onlar, 1 Mayıs’a kitlesel katılımı engellemek için kendi adına her şeyi yapmış olan İstanbul Valiliği’nin, DİSK / KESK önderliğindeki birkaç bin kişilik yürüyüş kolunun Taksim’e girmesine izin vereceğini düşündüler.
Bu sözde solcu bürokratlar, AKP iktidarının, başta işçi sınıfı olmak üzere bütün halka, devlet otoritesinin PKK ile barış sürecinde zedelenmediğini gösterme ihtiyacı içinde olduğunu hesaba katmadılar. Tam da PKK’nin sınır dışına çekilme sürecinde ve Suriye’ye askeri müdahale hazırlıklarının hızlandığı bir dönemde “solcu” DİSK / KESK bürokratlarına böylesi bir “jest” yapmak, geniş emekçi kitleler tarafından, “iktidarın geri adım atması” ve “muhalefetin zaferi” olarak algılanacaktı. Bu, bütün gücüyle bir toplumsal karşı-devrim sürdüren AKP’nin atabileceği en son adımdı.
Yeni önderlikler gerekiyor
Bir anayasa değişikliği ile taçlandırılması hesaplanan toplumsal karşı-devrime Suriye’ye yönelik açık savaş işaretlerinin eşlik ettiği bir süreçte gerçekleşen 1 Mayıs 2013, sermayenin ve AKP iktidarının önünde yerlere kapanan mevcut sendikal ve siyasal önderliklerin işçi sınıfına ve emekçilere sunabileceği hiçbir ilerici çözüm olmadığını göstermiştir. İşçi sınıfını temsil ettiğini iddia eden bütün geleneksel sendikal ve siyasi yapılar, kabaca son otuz yıl içinde yaşadıkları evrim sürecinde şirketlerin ve burjuva iktidarların organik uzantıları haline gelmiş durumdalar.
Öte yandan, AKP iktidarının 1 Mayıs 2013’te İstanbul’da başvurduğu olağanüstü hal uygulaması, iş çevreleri ve burjuva medyası tarafından estirilen “barış” rüzgârına ne tür fırtınaların eşlik edebileceğinin de işaretlerini vermektedir. Egemen sınıflar, ekonomik kriz ve savaş bulutlarının yoğunlaştığı bir ortamda kaçınılmaz olarak patlayacak toplumsal fırtınalara, devletin baskı aygıtlarını güçlendirerek hazırlanıyorlar.
Egemenlerin en büyük korkusu, işçi sınıfının harekete geçmesi; sosyalist bir perspektife ve onun ifadesi devrimci bir örgütlülüğe sahip olmasıdır. Bunu başarabilmenin tek yolu, burjuvazinin çeşitli kesimleri ve sendikal bürokrasiyle bayrakları karıştırmamak; işçi sınıfının devrimci politikasında ısrar etmektir.
İşçi sınıfının, burjuvazinin bu saldırısını püskürtebilmesi ve Ortadoğu’da içine sürüklendiği savaşı engelleyebilmesi için, yeni türde kitlesel örgütlenmelerini ve Marksist devrimci partisini inşa etmesi gerekiyor. Kitlesel ve sınıf mücadeleci yeni 1 Mayıslar’ın yaratılması, işçi sınıfının bu uğurda vereceği uzun soluklu mücadelenin ürünü olacaktır.

Hiç yorum yok: