Hükümet
ve parti yetkililerinin basındaki açıklamalarına baktığımızda dört partinin
başlangıç, genel esaslar, mali ve ekonomik hükümler ve son hükümlerden oluşan
taslakları, beklenenden çok da farklı değil. Parti taslaklarına geçmeden önce
belirtmek gerekir ki dört siyasi parti de, birkaç pürüz dışında, özellikle
“mali ve ekonomik hükümler” üzerinde anlaşmış bulunuyor.
İktidar partisi AKP'nin komisyona sunduğu kısmi anayasa
taslağınının başlangıç kısmında açıkça Türk milleti vurgusu olmakla beraber,
mevcut anayasada da olduğu gibi, Türkiye'nin "Resmi dili Türkçedir."
ifadesi yer alıyor. Kürt hareketinin yasal siyasi temsilcisi BDP'nin sunduğu
taslakta da devletin "Resmi dili Türkçedir" ifadesi kabul edilmiş
olup, maddenin devamında, "Türkiye
halkının kullandığı diğer ana diller bölge meclislerinin kararıyla ikinci resmi
dil olarak kullanılabilir." ifadesi yer alıyor.
Öcalalan'ın
21 Mart'taki açıklamalarıyla beraber PKK'nin silah bırakması ile "barış
süreci" olarak ifade edilen gelişmeler AKP eliyle yürütülmektedir.
Müzakerelerin, "demokrasinin güçlenmesi" ve “Kürt meselesinin
barışçıl çözümü" olarak süslenmesine karşın; AKP'nin, mevcut kısmi anayasa
taslağında açık bir şekilde Türk milleti vurgusu yapması ve başta Kürtler olmak
üzere diğer etnik kimlikleri burjuva anayasal eşitlik konusunda dahi
tanımaması, "barış" ve "demokrasi" yalanının açık bir
göstergesidir.
Bununla
birlikte "Resmi dili Türkçedir" ifadesi bu yalanın sadece
keskinliğini ve gerici yüzünü örtmek, en önemlisi de başını ABD'nin çektiği
batılı emperyalist devletlerin memnuniyetle karşıladığı barış sürecini
baltalamamak adına ucu açık bir ifadedir. BDP taslağında da anadil hususunda uzlaşmacı
bir tavır hakimdir. Kaldı ki burjuva partilerin hiçbiri, bütün kamu
hizmetlerinin iki (Türkçe ve Kürtçe) ya da daha fazla resmi dilde ve ücretsiz
olarak verilmesi gerektiğini kesin bir şekilde ortaya koymuyor; bunu açıkça
savunmuyor.
AKP'nin
kısmi anayasa taslağından devam edecek olursak; 1982 Anayasası'ndan farklı
olarak cumhuriyetin nitelikleri kısmındaki “Atatürk Milliyetçiliği” tanımı terk
edilmiştir. Ulusal-kalkınmacı ekonomi modellerinin dünya tarihi sahnesinde çöpe
atıldığı bir dönemde, küresel kapitalizmle bütünleşme sürecine büyük bir ivme
kazandıran AKP'nin, 10 yılı aşkın iktidarına, ulusal korumacı reflekslerle
sermaye sınıfının kürselleşmeci kanadı için birer engel teşkil eden ulusalcı
odakların, yapılan anayasa değişiklikleri ve Ergenekon, Balyoz vb.
operasyonlarla ezilmesi eşlik etmektedir. Dolayısıyla, AKP'nin taslakta
“Atatürk Milliyetçiliği”ni terketmesi, burjuvazinin gelişen İslamcı-liberal
kanadının bugünkü egemenliğini anayasal anlamda taçlandırma isteğinin
ifadesidir.
Anayasa
değişikliği kapsamında basında da sıkça dile getirilen tartışma konularından
biri olan başkanlık sistemi, AKP'nin kısmi anayasa taslağında birkaç maddede
yapılan atıflarla, "Yürütme yetkisi, Başkan tarafından kullanılır."
ifadesi ile sunulmakta. BDP de idari yapılanma olarak “adem-i merkeziyetçilik”
kavramına yer veriyor. AKP'nin başkanlık sistemi ile BDP'nin “adem-i
merkeziyetçilik” önerisi, her ne kadar “liberal demokrasinin güçlenmesi” ve
“Kürt sorununun demokratik çözümü” gibi sunulsa da, gerçekte, Türk ve Kürt
burjuvaları arasındaki ilişkilerde yeni döneme uygun bir işbirliğini ifade
etmektedir ve AKP’nin İslamcı motiflerle süslü otoriter rejim özlemiyle
çelişmemektedir.
Büyük
sermayenin devlet organları üzerinde tam denetim sağlamasını öngören başkanlık
sisteminin yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle tamamlanması, küresel sermaye
hareketlerinin (yatırımların) merkezi hantallıktan kurtularak hızlandırılmasını
amaçlamaktadır ki bu bakımdan AKP'nin başkanlık sistemi BDP'nin adem-i
merkeziyetçi yapılanma önerisini dışlamıyor.
Bu
yolla, başta Kürt illeri olmak üzere, Türkiye’nin çeşitli bölgeleri, bölgesel
asgari ücret, devlet teşvikleri, vergi muafiyetleri vb. uygulamalar eşliğinde
küresel sermayenin azgın sömürüsüne açılacaktır.
“Mali
ve ekonomik hükümler” kısmının diğer siyasi partilere kıyasla daha kapsamlı
biçimde yer aldığı BDP'nin taslağında, Kürt işçilerinin ve yoksul köylülerinin
toplumsal çıkarlarına atıfta bulunan hiçbir madde yer almamaktadır. Bilakis,
BDP, Türkiyeli işçi ve emekçilerin küresel bankalar ve şirketler ile onun yerli
ortakları tarafından dizginsizce sömürüsü konusunda diğer burjuva partilerden
farklı bir noktada durmuyor.
Ana
muhalefet partisi CHP'nin kısmi anayasa taslağında, "Türk ulusu"
ifadesi ve 1982 Anayasası'ndaki gibi resmi dil ayrımı yapılmadan "Devletin
dili Türkçedir" hükmü yer alıyor. Bununla birlikte anayasanın başlangıç
kısmında, 1924 Anayasası'nda yer alan "Türkiye Cumhuriyeti Ahalisi"
kavramı da kullanılıyor.
CHP’nin
taslağı, bir yandan "Türk ulusu" ifadesi ile Türk milliyetçisi
söylemi benimserken, diğer yandan "Türkiye Cumhuriyeti Ahalisi"
kavramı ile Kürt sorununa ilişkin liberal burjuva “çözüm süreci”ne göz
kırpmaktadır. Esasında CHP içindeki liberal ve ulusalcı kanatlar arasında
yaşanan siyasi kriz anayasa taslağında da ifadesini bulmaktadır.
Kürt meselesi üzerine MHP'yi aratmayan Türk milliyetçisi
söylemlere karşı, “Etnik kimlik
üzerinden siyaset yapılmasına karşıyım” sözleriyle hatırladığımız
Kılıçdaroğlu, “denge” siyaseti yapma gayesi taşısa da, partisi içindeki liberal
kanat ile Türk milliyetçisi ulusalcılar arasındaki bu kriz, taslaktaki
maddelerden de anlaşılacağı üzere daha da derinleşmekte.
Türk
şovenisti MHP'nin kısmi anayasa taslağında ise 1982 Anayasası'nın ilk 3 maddesi
olduğu gibi korunuyor ve 4. maddede de değişikliğe karşı çıkılıyor.
Sonuç olarak
İçinde
bulunduğumuz küresel ekonomik kriz koşullarında, hele de Ortadoğu gibi,
emperyalist müdahalelerin yaşandığı ve savaş bulutlarının toplandığı bir
bölgede işçi sınıfı ve ezilenlere demokrasinin geliştiğinden söz etmek, ya
korkunç bir cehaletin ürünüdür ya da pervasızca söylenmiş bir yalandır.
Bilindiği gibi bu, asıl olarak burjuva iktidarların söylemidir.
Küresel
şirketler ve bankalar ile onların yerli ortakları, bütün ikiyüzlü demokrasi
söylemlerine karşın, bu durumun farkındalar. On yıldır iktidarda olan AKP’nin
siyasi önderliğinde önemli yol kat etmiş olan burjuvazi, yeni anayasayı,
Türkiye’de ve bölgede kendi çıkarlarına çok daha uygun bir düzenleme olarak
görüyor.
Kürt
meselesinin burjuva anayasal güvence altında "demokratik çözümü"
söylemi ile ifade edilen süreç, esasında Batılı emperyalistlerin siyasi
taşeronluğunu yapan AKP iktidarının, uluslararası tekellerin ve onların
Türkiyeli ortaklarının çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’daki daha kapsamlı
hesapların bir parçası olarak planlanmaktadır.
AKP, on
yıllık iktidarı süresince, mevcut parlamenter sistemi demokratikleştirmek için
hiçbir adım atmamış, sözde herkesin şikâyet ettiği seçim barajını korumuş,
yargıyı siyasi iktidarın tam denetimi altına almış, üniversiteler, basın vb.
bütün kurumlar üzerinde tekelci sermayenin ve kendisinin mutlak egemenliğini
kurmuştur. On yılı aşkın iktidarı boyunca, aralarında on bine yakın Kürt
siyastçisinin de bulunduğu binlerce muhalifi hapse atmış olan ve dış politikada
açıkça savaş kışkırtıcılığı yapan AKP’nin bu topraklara “demokrasi”
getireceğinden söz edilebilir mi?
Yeliz Bulut / 13.04.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder