13 Mayıs 2013 Pazartesi

Haberler


Faşistlerin Bıçakladığı Lise Öğrencisi Hayatını Kaybetti
İstanbul Ümraniye’de faşistlerin saldırısı sonucu ağır yaralanan 17 yaşındaki lise öğrencisi Kahraman Kaya hayatını kaybetti. Haberin alındığı gün okul önünde toplanan öğretmenler ve öğrenciler konuyla ilgili açıklama yaparak saldırıya tepki gösterdiler.
22 Nisan tarihinde Ümraniye Dudullu 75. Yıl Cumhuriyet Sağlık Meslek Lisesi’nde öğlen saatlerinde özel bir araçla okul önüne gelen faşistler üç Kürt öğrenciye saldırmıştı. Çekmeköy Ülkü Gençlik Başkanı Nurullah Ç.’nin de (30) aralarında bulunduğu grubun saldırısına maruz kalan öğrencilerden Mazlum Çelik (17) ve Kahraman Kaya (17) bıçaklanırken, Salih Koçin isimli öğrencinin ise aldığı darbeler sonucu elmacık kemiği kırılmıştı.

koç üniversitesi taşeron işçilerinin direnişi üzerine


Nisan ayının ilk yarısında Koç Üniversitesi’nde taşeron işçilerinin gerçekleştirdiği direniş ve onların yeni taşeron şirketlerde çalışmaya devam etme talebini kabul ettirmesi, genel olarak bir “zafer” gibi kabul edildi. Oysa son derece kısmi bir ücret artışıyla ve işçilerin yeni taşeron şirketlerde istihdam edilmesiyle sonuçlanan bu direnişin kazanım olarak kabul edilmesi gereken tek yanı, işçisi, öğrencisi ve akademisyeni ile bütün üniversite bileşenlerinin üniversite yönetimine karşı aynı cephede, militanca yer almasıydı. Bu yazıda, 2-8 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen direnişi ve sonuçlarını ele alacağız.
Koç Üniversitesi’nde çalışan 161 taşeron işçisi, Integrated Service Solutions (ISS) adlı uluslararası taşeron şirketle üniversitenin imzaladığı sözleşmenin sona ermesiyle birlikte, 13 Mayıs 2013 itibariyle işten çıkartılacaktı. Taşeron işçileri, buna karşı, 1 Nisan’da üniversitede bir eylem düzenlemiş ve “taşerona karşı kadro” talebini ileri sürmüşlerdi. Öğrencilerin ve akademisyenlerin de destek verdiği bu eylemin ardından, üniversitenin rektörü Umran İnan, 161 işçinin sözleşmesinin 2 Nisan günü ile sona erdirildiğini açıkladı. Umran İnan, bu açıklamada “üniversitelerin asli fonksiyonlarının yemek ve temizlik olmadığını, tüm dünyada olduğu gibi kendilerinin de bu ihtiyaçları taşeron aracılığıyla karşılayacaklarını ve bundan vazgeçmelerinin mümkün olmadığını” ifade ediyordu. Direnişin ve sonucunun değerlendirilmesinin kilit noktasını burası belirlemektedir. Taşeronu ortadan kaldırmayı ve iş güvencesini hedefleyen eylem üniversite yöneticilerini büyük bir telaşa düşürmüştü. Fakat ileride göreceğimiz gibi, direniş sürecinde “taşerona karşı kadro” talebi geri çekildi.
İşçiler, bu açıklamanın ardından, öğrencilerin ve akademisyenlerin desteğiyle, bir direniş başlattılar ve 8 Nisan günü, yeni taşeron şirketlerde istihdam edilerek işlerine iade edilene kadar üniversiteyi terk etmediler.

Bangladeş’te çöken fabrika ve kâr dürtüsü

Bangladeş’te sekiz katlı Rana Plaza binasının çökmesinin ardından çoğu hazır giyim işçisi 300’den fazla insan öldü ve çok daha fazlası yaralandı [ölü sayısının 1000’e ulaşması bekleniyor, çev.]. Bu, dünyada, en kötü iş felaketlerinden biri ama küresel şirketler ucuz ve kötü koşullarda çalıştırdıkları işgücü dolayımıyla daha fazla kâr peşinde koştukları için sonuncusu olmayacak.
Rana Plaza komleksi, Bangladeş’in -şimdi Çin’in ardından dünya ikincisi olan- giyim sanayisinin büyük çapta büyümesi boyunca, ülkedeki sınırlı güvenlik ve imar kanunlarına aldırmadan aceleyle inşa edilmiş çok katlı binaların tipik bir örneğiydi. Bu kompleks, binlerce işçiyi istihdam eden beş hazır giyim fabrikasına ve bir labirenti andıran dükkanlara ev sahipliği yapıyordu. Rana Plaza komleksinin, iktidardaki Avami Birliği partisiyle bağlantılı yerel bir politikacı olan sahibi, yalnızca beş kat için ruhsat almış ama ona üç kat daha eklemişti.
Salı günü, işçiler binada geniş çatlaklar olduğunu fark ettiğinde, geçici bir tahliye yaşanmıştı. Ama binanın sahibi Sohel Rana, tersine uyarılara rağmen binanın sağlam olduğunu açıkladı. Üretim planlarını karşılamaya kararlı olan fabrika yöneticileri işçileri işe dönmeye zorladılar. Bina, Çarşamba günü aniden çöktü. Aradan üç günden fazla zaman geçtiğinde, kurtarma ekipleri, enkaz altında beden bulmaya devam ediyordu.

Anayasa taslakları üzerine

Geçtiğimiz hafta Cuma günü (5 Nisan) dört siyasi parti kısmi anayasa taslakalarını Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na sundu. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, anayasa çalışmalarıyla ilgili yaptığı açıklamada,"Toplumun beklentileri de dikkate alınarak iki komisyon halinde çalışma kararı alındı." dedi.
Hükümet ve parti yetkililerinin basındaki açıklamalarına baktığımızda dört partinin başlangıç, genel esaslar, mali ve ekonomik hükümler ve son hükümlerden oluşan taslakları, beklenenden çok da farklı değil. Parti taslaklarına geçmeden önce belirtmek gerekir ki dört siyasi parti de, birkaç pürüz dışında, özellikle “mali ve ekonomik hükümler” üzerinde anlaşmış bulunuyor.

Patronların İşten Çıkarma Konferansı


Özel bir şirket, 27 Nisan tarihinde İstanbul’da Sheraton Maslak Otel'de “İnsan Kaynakları Yönetiminde İşten Çıkarma Stratejileri” başlıklı bir konferans düzenleyeceğini duyurdu. Çalışma Bakanlığı’ndan iki bürokratın da katılacağı konferansta, patronlara en az maliyetle işten çıkarmanın yolları, işten çıkarmanın hukuksal işlemleri gibi konular anlatılması planlanıyordu. Ancak konferansın gerçekleşeceği gün, otel önünde toplanan DİSK üyeleri "Milyonlar aç milyonlar işsiz, işte kapitalist sisteminiz", "Çalışma Bakanı işçi düşmanı" sloganlarıyla konferansı protesto ettiler.
Çalışma hakkı ve işten çıkartmalar konusunda, kendisini tek söz sahibi olarak gördüğünü bir kez daha ilan etmek isteyen patronlar, bu hamlesinde umduğundan fazla tepkiyle karşılaştı. Duyurusu yapıldığı günden itibaren tepki toplayan konferans DİSK’in düzenlediği protestonun arından iptal edildi. Fakat bu sembolik eylem, bir bütün olarak işsizlik sorununa veya kapitalistlerin işten atma saldırılarına karşı gerçek bir mücadele vermeyen sendikal önderlikler açısından "günü kurtarma" biçiminde yorumlanmalıdır.

Emek Sineması eylemi ve polis müdahalesi


7 Nisan’da Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde Emek Sineması’nın yıkılmasını protesto eden binlerce kişi polisin saldırısıyla karşı karşıya kaldı. Yürüyüşe pek çok oyuncu, yönetmen ve yazar katıldı. Saat 16.00’da toplanan grup “Emek bizim İstanbul bizim” sloganlarıyla yürüyüşe geçti. Yaklaşık iki bin kişilik grup Emek Sineması’nın olduğu sokağa girmek isteyince polis biber gazı kullandı ve cadde boyunca tazyikli su sıkarak kalabalığı dağıttı. Olayda İstanbul Film Festivali’nde Jüri olan Berke Göl ve diğer üç kişi gözaltına alındı. Pek çok kişi polis tarafından darp edildi. İstanbul Üniversitesi’nden bir kadın öğrenci de tazyikli suyun etkisiyle yere düşüp polis tarafından defalarca tekmelendi. Sadece eylemciler değil o sırada orada bulunan yurttaşlar da biber gazından ve sudan etkilendiler.
20 Nisan’da ise tutuklanan 4 kişi hakkında “görevi yaptırmamak ve direnme” ile “toplantı ve yürüyüş” kanununa muhalefet suçlarından 6 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı. 
Yapılan sert müdahalenin ardından pek çok sanatçı, yazar, kurum ve kuruluş olaya tepki gösterdi. Son derece meşru olan bir eyleme böylesi sert bir polis saldırısı hükümetin ne kadar pervasızlaştığının bir ifadesidir. Kapitalistlerin rantsal çıkarları için kültürel alanları sermayeye peşkeş çeken AKP hükümeti, burjuvazinin çürümüşlüğünün en somut örneğidir ve o bu yüzden karşısına çıkan muhalefete azgınca saldırmaktan geri durmamaktadır.

İstanbul’da polisin 1 mayıs terörü sürüyor


Hey Tekstil işçilerinin, 1 Mayıs'ta polis saldırısı sonucu hastanelik olan ve tedavisi süren direnişçi işçilerden Ali Alp'in kızı Dilan Alp için Taksim'de gerçekleştirmek istedikleri yürüyüşe polis saldırdı. 
4 Mayıs Cumartesi günü Taksim Meydanı’nda toplanan Hey Tekstil işçileri ve onlara destek için gelen devrimcilerden oluşan yaklaşık 50 kişilik grup, "Marjinal değil işçiyiz, Dilan bizim kızımız. 499 gündür direnişteyiz" yazılı pankartla Galatasaray Lisesi'ne doğru yürüyüş yapmak istedi. Fakat çok sayıda çevik kuvvet ve TOMA'larla İstiklal Caddesi girişine barikat kuran polis, işçilere önce tazyikli suyla, ardından da coplarla saldırdı. Azgın polis terörüne karşı direnmeye çalışan işçiler "Katil Emniyet", "Direne direne kazanacağız", "Katil polis hesap verecek" sloganlarını attılar. Polis, dağılan kitleye yönelik saldırısını, Taksim Meydanı'ndan Gümüşsuyu’nun ara sokaklarına kadar sürdürdü. 

Burjuva basından üniversitelere provokatif yaklaşım


Hiç şüphesiz bu provokatif haber, üniversitelerde bir süredir yükselen gerici-faşist saldırılara ilişkin, burjuva basın eliyle adres şaşırtma amacı güdüyor. Gerçekleşen gerici-faşist saldırılarda, özellikle polisin ve üniversite yönetimlerinin açık desteği görmezden gelinirken, şimdi de nasıl oluyorsa saldıran güruhların içerisine eğitimli Suriyeli ajanların sızdığı iddia ediliyor! 

Sınıf mücadeleci yeni kitlesel örgütlenmeler yaratmak ve sosyalist 1 Mayıslar’ı hazırlamak gerekiyor



1 Mayıs 2013 başta Ankara, İzmir, Bursa, Adana ve Diyarbakır olmak üzere birçok kentte sendkaların önderliğinde düzenlenen gösterilerle kutlandı; İstanbul Taksim’deki kutlama girişimi ise üç yıl aradan sonra yeniden İstanbul’u işgal eden 22 bin kişilik polis ordusunun estirdiği terörle engellendi. İktidar, kendisiyle işbirliği içinde olan sendika bürokrasilerinin 1 Mayıs 2013’ü kitlesel şekilde kutlamamak için elinden geleni yapmış olduğunu çok iyi bilmesine karşın, Haliç’teki köprüleri açarak ulaşımı engelleyecek ve toplu taşıma seferlerini iptal edecek kadar abartılı “önlemlere” başvurdu.