3 Kasım 2009 Salı

Kürt Sorunu'nda Çözüm-Kalım Arası Açılımlar


Geçtiğimiz Temmuz ayında AKP hükümeti tarafından dile getirilmeye başlayan ve uzun süredir ülke gündeminin en önemli maddelerinden biri olarak üzerine konuşulan, tartışılan “Açılım” meselesini birkaç ana başlık etrafında kısaca değerlendirmeye çalışacağız bu yazımızda ve sürecin başladığı tarihten bugüne kadar yaşanan gelişmeleri tek tek ele almadan genel bir görünüm ortaya çıkarmaya uğraşacağız. Ele alacağımız konunun sıcaklığı ve açılımın içeriğinin henüz tam olarak netleşmemiş olması nedeniyle bu yöntemin daha doğru olacağı açık.


Öncelikle ifade edilmesi gereken husus sanırız, yüzyılı aşkın bir zamana yayılmış olan Kürt Sorunu üzerine yürütülen tartışmalarda, bugüne kadar ifade edilmeyen-edilemeyen bazı gerçeklerin ve görüşlerin dile getirilmeye başlamasına zemin hazırlayan bir sürece girildiğidir. Devletin, Kürt halkının inkarı ve imhası üzerine şekillendirdiği resmi tezleri bir bütün olarak ortadan kalkmamış olsa da, gelinen noktada farklı çevreler tarafından Kürt kimliğinin biraz utangaçça bile olsa tanındığını, Kürtler’in kültürel hakları üzerine kamuya açık tartışmaların yürütüldüğünü ya da Kürtçe’ye yönelik baskılara vurgu yapıldığını görüyoruz. Kısa bir süre önceye kadar katledilme ya da zindanlara atılma gerekçesi sayılan ifadeler –ki pratikte böyle olmuştur- artık ortaya dökülebiliyor, yazılı ve görsel basında dahi egemen olan iki yüzlü tavra rağmen kendine yer bulabiliyor.
Özellikle, iktidar partisi tarafından yaratılan atmosfer, Kürt sorununun çözümüne yönelik somut adımların atılmakta olduğu ve devamının geleceği izlenimini yaratıyor. Yalnız Kürt Sorunu’na yönelik olarak değil, daha sonra bir isim değişikliğiyle de vurgusunun yapıldığı gibi “Demokratik Açılım” adı altında toplumun dışlanan ve baskı altında tutulan farklı kesimlerini de kapsayacak bazı “iyileştirme”lerin yapılacağı taahhüt ediliyor. Bu “açılımlar yönelimi”nin dış politikadaki yansıması olarak, Türkiye’nin komşuları ile olan ilişkilerinde farklı bir havanın estirildiği malum.
AKP’nin Açılımları Neyi İfade Ediyor?
İktidar Partisi’nin, Kürt Sorunu’nun çözümüne yönelik olarak bugüne kadar gelen hükümetlerin gösteremediği “cesaretle” adımlar atmayı tasarladığı bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Peki bu gerçekliği yaratan şartlar nelerdir? Kürt Sorunu’nun çözümü AKP için ne ifade ediyor? Devlet politikalarını cisimleştiren AKP iktidarı ve Türkiye egemenleri, Kürt halkını çok sevdiklerinden ya da her fırsatta tekrarladıkları gibi demokrasi aşığı oldukları için bu sorunun ortadan kalkmasını hedefliyor değiller elbette. Liberal çevrelerin allayıp pulladığı AKP’nin ne kadar demokrasiperver olduğu gerek işçi ve emekçilere karşı
uygulanan sosyal-ekonomik politikalar gerekse en temel toplumsal hak ve özgürlüklere karşıt yaklaşımı eliyle ortaya konmuştur. Dolayısıyla, AKP’nin gerek Kürt sorunu gerekse diğer demokratik sorunlarla ilgisinin samimiyet derecesini ölçmek bizim işimiz değil.
AKP’nin, küresel kapitalizmin Türkiye’deki en güçlü politik kalesi ve sermayenin çıkarlarının temsilcisi olduğunu tespit etmek için kör olmamak yeterli. Buradan hareketle AKP’nin attığı adımların temellendiği noktalar daha açık hale gelmektedir. Kürt Sorunun çözümü herşeyden önce uluslararası sermayenin ve onunla bağlantılı olarak Türkiye burjuvazisinin ihtiyaçları doğrultusunda bölgeyi, dolayısıyla Ortadoğu’nun bir bölümünü güvelikli bölge haline getirme ana amacına hizmet ediyor. PKK’nin tasfiyesinin en temel zorunluluk haline gelmesinin nedenlerinden biri bu. Özellikle Nabucco projesi etrafında somut anlam ifade eden, enerji kaynaklarının kontrolü ve enerji yollarının güvenliği, kapitalist enerji politikalarının olmazsa olmazıdır. Yine, sorunun çözümü Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasında oynamaya soyunduğu rolün daha geniş bir hareket alanı bulmasını da beraberinde getirecektir. İç meselelerini halletmiş bir Türkiye, emperyalist güçler açısından çok daha güvenilir bir müttefik haline gelecektir. ABD ve AB’nin açılım sürecine verdiği desteğin boşuna olmadığı ortadadır. Kürt sorunun çözümü için Türk hükümetinin, merkezi Irak ve Irak Kürdistanı yönetimiyle yaptığı görüşmeler, Talabani ve Barzani’nin güneyden destek çağrıları, hem PKK’nin tasfiyesi konusunda hem de zaten pratikte işleyen ekonomik işbirliği ve Türkiye burjuvazisinin bölgede arttıracağı yatırımlar açısından bir ön çalışmayı ifade ediyor.
Kürt Açılımı tanımının önce “demokratik açılım”a ardından da “Milli Birlik Projesi”ne dönüşmesi de boşuna değil. AKP’nin toplumsal tepkileri mümkün olduğunca aza indirmek için başvurduğu küçük bir hile gibi gözüken bu tanım değişikliği aslında süreci daha doğru ifade ediyor. PKK'nin ve Öcalan’ın da son dönemde sık sık ifade ettiği gibi ayrılık-bağımsızlık talebinin yıllar önce geçersizleştiği -programdan çıkarıldığı- biliniyor. AKP, girdiği bu kendisi açısından riskli sayılabilecek yolda, asıl olarak muhalefet partilerinin izlediği politik hat sayesinde Kürt sorunu çözüme kavuşsa da kavuşmasa da içeride kârlı çıkacak gibi görünüyor. İktidar partisi tarafından özellikle içeride yürütülen çalışma, toplumun her kesimi ile görüş alışverişinde bulunarak atacakları adımlara meşruiyet kazandırma çabası olarak kabul edilebilir. Başbakan’ın son dönemdeki hemen her konuşmasında yaptığı barış-kardeşlik vurgusu, İçişleri Bakanı’nın aylardır bir çok sivil toplum örgütü, sendika ve siyasi partiyle görüşmelerde bulunuyor oluşu, Cumhurbaşkanı tarafından sürece verilen destek, AKP’nin ordu ile olan ilişkilerini dengede tutma gayreti, sorunun burjuvaca çözümü konusunda hükümetin kararlılığının ifadesi olarak görülmeli. Sürecin düz bir çizgide ilerleyemeyecek kadar karmaşık olduğu gerçeğini unutmadan ve varolan devlet geleneğinin zaman zaman bağlayıcı olabildiğini vurgulayarak AKP’nin girdiği yolda ulusal ve uluslararası zorunluluklarından dolayı hedef noktasında kararlı, fakat duruma göre zig-zaglar çizen bir politika sürdürmek durumunda olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle bu zig-zaglı politika hem DTP ile ilişkilerde bir koz olarak kullanılıyor hem de toplumda doğabilecek aşırı tepkilerin önü alınmış oluyor.
Belirtmeden geçemeyeceğimiz bir diğer nokta da, açılım süreci içinde ordunun çelişkili görünen tutumudur. Ordunun, AKP ile uzun süredir bir mutabakat içerisinde olduğu biliniyor, fakat sorun Kürt sorunu olunca devlet geleneğinin bir parçası olan, resmi ideolojinin en temel dayanak noktası olan ordu, sermayenin çıkarları ve toplumun hassasiyetleri arasında bir denge mekanizması olarak üzerine düşeni yapıyor. Zaman zaman süreci destekler nitelikte açıklamalarıyla, zaman zamansa çizdiği kırmızı çizgileri ile toplumun nabzını yokluyor. Bir yandan açılım süreci devam ederken, bir yandan içeride operasyonların sürmesi, sınır ötesi tezkeresinin bir yıl süre ile uzatılması en büyük çelişkilermiş gibi görünse de, tersinden bakıldığında PKK köşeye sıkıştırılarak AKP’nin öne sürdüğü şartların hem DTP hem de PKK tarafından kabulünün önü açılmış oluyor. Böylece Kürtlerle yapılan görüşmelerde AKP’nin eli güçleniyor.
Muhalefet Partilerinin Açılım Sürecindeki Tutumu
Sorunun bugüne kadar inkar edilmiş olması ve toplumun çeşitli kesimlerinde tepkisel yaklaşımlara yol açtığı gerçeğinden hareketle, AKP’nin sorunun çözümü için işaret ettiği yolun soru işaretleri ile dolu olduğu ifade ediliyor. Peki ana muhalefet partileri bu süreçte nasıl bir tutum içerisindeler?
Muhalefet partilerinden MHP’yi ele aldığımızda sürecin tamamen karşısında, hatta zaman zaman ordunun tavrının gereğinden fazla yumuşak bulacak kadar, orduyu dahi karşısına alacak kadar süreci reddeden bir pozisyon içerisinde olduğunu görüyoruz.. Klasik milliyetçi-faşist politik çizgiyi savunan parti yönetiminden gelen açıklamalar AKP’nin çizeceği hiçbir yol haritasına destek verilmeyeceğini vurguluyor. Partinin lideri Bahçeli, Cumhurbaşanını, Başbakanı, AKP hükümetinden devlet adına sürece dahil olan kim varsa onu, vatan hainliği ile suçlama silahına sarılıyor. MHP'nin, gerek iktidar partisine gerekse açılım sürecine bu denli sert çıkışını, gündeminde olağanüstü kongrenin olması da önemli ölçüde etkilemiştir.. Kürt halkına yönelik tutumu zaten açık olan faşist MHP’nin gelinen noktada farklı bir pozisyona kaymasının pek mümkün olmadığı söylenebilir. Tabanına ve toplumda yer eden ulusalcı damara sarılan bir politik tavır alan MHP sürecin karşı cephesinin ön safında yerini ayırtmış durumda.
MHP kendinden beklenen, doğasının gereği olan konumunu sağlamlaştırırken diğer ana muhalefet partisi CHP ise MHP ile aynı cephede AKP’ye karşı mücadelesini sürdürüyor. Burjuva politikaları mantığı ile düşünüldüğünde dahi CHP’nin temsil ettiği anlayışın içler acısı hali kendini dışa vuruyor. CHP’nin savunduğu genel politik çizgi sistem içi politik iflasın ifadesidir. Bu anlamda CHP içinde, kendisini politik rakibine göre şekillendiren bir anlayışın egemen olduğu da ortaya çıkmakta. Bırakın birilerinin nasıl oluyorsa hala iddia edebildiği gibi sol-sosyalist bir çizgiye sahip olmayı, CHP sosyal-demokrasisi, İkinci Enternasyonal partilerinin I.Dünya Savaşı öngünündeki sosyal-şoven çizgisinin dahi gerisinde, uzağındadır. Baykal’ın başını çektiği parti yönetimi, sahiplendiği söylem ile AKP karşısında dahi gerici bir konumu ifade etmektedir.
Açılım süreci CHP açısından, MHP için geçerli olmayan bir başka sorunu gündeme getirmektedir. Parti yönetiminin sahip olduğu söylem ile parti tabanını oluşturan kitle arasında uzun süredir varolan ayrılıklar açılım sürecinde derin çatlaklara yol açabilir. Durum yalnızca kitle ile yönetim arasında değil, yönetim içerisinde de bu türden anlaşmazlıkların doğacağının sinyallerini veriyor. CHP, süreç boyunca, içeride ciddi kırılmalar ve yönetimden kopuşlar yaşayabilir.
“Kürt Açılımı” muhtemelen Ekim ayında meclise taşınacak ve tartışma somut öneriler üzerinden yürütülecek, aslında bir şekliyle başlamış olan süreç nihayete erdirilecek. Siyasi tarafların rengi meclisteki tartışmalar boyunca tam bir netlik kazanacak ve tutarlılıkları sınanacak. Bu yazımızda ayrıntılı bir biçimde değerlendiremediğimiz ama sürecin önemli belirleyicileri olan DTP’nin ve PKK’nin tavrı yani Kürt tarafının talepleri de somutlaşacak. Kürt siyaseti açılımın muğlak ifadelerin ötesine geçememesine uzun süre sabır göstermeyeceğini ifade etmiştir.
Görmek ya da Görememek
Sorunu, AKP’nin niyetinin ülkeyi bölmek olduğu şeklinde folmüle eden, AKP’nin ABD’nin politikalarını uygulayan bir kukla olduğunu vaaz eden siyasi çevrelerin meselenin özünü tam olarak kavrayamadıkları ya da kavramak istemedikleri açıktır. Mesele ülkenin bölünmesi, ayrışması ya da AKP’nin ne olduğu meselesi değildir. Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi sorunun çözümünün gereklilik haline gelmesine neden olan bazı gelişmeler ve ihtiyaçlar söz konusudur. Türkiye’nin bölgedeki, Ortadoğu’daki, Kafkasya’daki politikalarını emperyalizmin yarı-sömürgesi olma ile ilişkilendirmek sağlık bir yaklaşım olmaz, mevcut gerçekliği görmemize engel olur.
Küresel sermaye ile tam bir bütünleşmeyi gerçekleştirmekte olan Türkiye egemenlerinin, özellikle son yıllarda uluslararası politikada bir gücü ifade etmekte olduğu ve Türkiye burjuvazisinin kendi bölgesinde önemli ve uzun vadeli hesapları olduğu artık göz ardı edilemeyecek gerçeklerdir. Gerek Nato’da, gerek BM, G-20 ve gerekse Medeniyetler İttifakı ile cisimleşen, IMF ve Dünya Bankası gibi küresel emperyalist-kapitalist güç ifade eden devasa kuruluşlarda Türkiye’nin sahip olduğu ağırlık söylediklerimizin ışığında tekrar gözden geçirilmelidir.
Açılımın Kürt Sorunu’nun burjuva çözümünü ifade ettiğini zaten vurguladık. Sermayenin çıkarları doğrultusunda sorunun “çözüm”üne yönelik atılan kimi adımlara karşın, Kürt sorununun gerçek çözümüne giden yolda tanınması gereken haklar olarak şunları vurgulamak gerekir: Kürt sorunu iddia edildiği gibi bireysel değil ulusal bir sorundur, dolayısıyla Kürtlerin ulusal hakları tanınmalıdır; Kürt halkına yönelik seksen yılı aşkın süren inkar-imha politası kabul edilmeli ve Kürt halkına karşı işlenen suçların hesabı verilmelidir; koruculuk sistemi derhal dağıtılmalıdır; anayasanın ve resmi ideolojinin egemen Türk ulusu karakteri terkedilmelidir; devlet okullarında ve medyada Kürt dili ve kültürü önündeki tüm engeller ortadan kaldırılmalıdır; tüm devlet kurumlarında çok dilli hizmete geçilmelidir. Bu programın zaferini küresel sermayeden, AKP'den ya da Kürt “önderlik”lerinden beklemenin gerçekliği olmadığı ortada; bunun gerçekliğe dönüşmesi yalnızca ezilen halkların tek müttefiki olan işçi sınıfıyla birlikte verilebilecek bir mücadeleyle söz konusu olacak.

gamlı baykuş

Hiç yorum yok: