12 Aralık 2011 Pazartesi

“Profesyonel”, Bürokratik Diktatörlükler ve Kapitalizmin Krizi


Devlet tiyatrosu sahnelerinde üçüncü yılına giren, ilk oyundan itibaren kapalı gişe oynayan “Profesyonel” adlı oyun hakkında yazılmış bir değerlendirmenin gecikmiş bir değerlendirme olduğunu düşünenler olabilir. Gerek devlet tiyatrolarında bilet bulmanın zorluğu gerekse çalışma yaşamının acımasız mesai saatleri bu gecikmeyi açıklamak için bir nebze yeterli olabilir. Fakat eklemek gerekir ki, oyunun ele aldığı konu, bu yazının güncelliğini korumaktadır. Yugoslavya’nın kapitalist restorasyonu sırasında eski rejimle yenisi arasında ortaya çıkan çelişkileri, bir yazar ve bir emekli polis üzerinden ifade eden oyun, içinden geçtiğimiz döneme birkaç açıdan ışık tutar. Özellikle bugün kapitalizmin dünya çapında karşılaştığı ekonomik ve siyasi kriz, insanlığı bir kez daha kapitalizm dışında başka bir dünya özlemiyle karşı karşıya getirmekte. Doğu Bloğu ülkeleri yıkıldığında kapitalizmin zaferini ilan edenlerle, hala bu eski ulusalcı bürokratik diktatörlükleri işçi devletleri veya sosyalizm olarak karakterize edenlerin tarihsel çöküşü bu oyunla bir kez daha karşımıza çıkmıştır.
Oyunun, birkaç isim değişikliğiyle savaş sonrasında Doğu Avrupa’da kurulmuş herhangi bir ülkede geçebilecek dinamiklere sahip olduğunu belirtelim. Nazım Hikmet’in Sovyetlerde yasaklanan “İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?”[1] adlı oyununun mekânsızlığı, bürokrasinin bütün Sovyetlerdeki hâkimiyetini ifade eder. Profesyonel de, benzer bir mekânsızlığı ifade ederken, oyunun sahnede, devrim, eşitlik, özgürlük, işçi devletleri, Stalinizm’in yenilgisi, bürokratik diktatörlük gibi kavramları yeninden üretmesiyle, bugün Atina sokaklarında derinleşen siyasi krize, Wall Street’te işgalin ardından öfkeye dönüşen gelişmelere katkı sunacak donelere sahip. Kapitalizme duyulan öfkenin yaygınlaştığı böylesi bir dönemde bu sisteme alternatif olarak gösterilen geçmişin Stalinist, ulusalcı, bürokratik diktatörlüklerinin hala şu ya da bu şekilde işçi devleti olarak kabul edildiği Türkiye solunun önemli bir kısmı göz önünde bulundurulduğunda, bu oyun üzerine yazılmış bir yazının gecikmiş bir yazı olmadığını bir kez daha vurgulayalım.
Oyunun, çoğu kişinin kendisini Emir Kusturica’nın yönetmenliğini yaptığı Underground filminin senaryosundan tanıdığı Duşan Kovaçeviç tarafından kaleme alındığını ekleyelim. Hâlihazırda şehir tiyatrolarında oynanan Bir İntiharın Genel Provası adlı oyunun da yazarı olan Duşan Kovaçeviç’inProfesyonel adlı oyunu, 1992 yılında İngilizce’ye çevrildikten sonra ABD’de ve İngiltere’de sahnelenmiş. Sonrasında 2003 yılında Kovacevic tarafından aynı isimle beyaz perdeye uyarlanan filmin, 2004 İstanbul Film Festivalinde Jüri Özel Ödülünü aldığını eklemeden geçmeyelim.
Türkiye’de Işıl Kasapoğlu’nun yönetmenliğinde Yetkin Dikinciler (Teya), Bülent Emin Yarar (Luka), Gülen Çehreli (sekreter), Cenap Oğuz (yazar adayı) tarafından oynanan oyun [2], Avrupa’da bürokratik diktatörlüklerin çöküşü sırasında, yani kapitalist restorasyonun sürdüğü bir dönemde Yugoslavya’da geçiyor. Oyun, Yugoslavya’da görece “özgür” bir dönemin başladığı, katı bürokratik rejimlerin SSCB de dahil çökmeye yüz tuttuğu bir dönemde “verimsiz, vasat” bir yazarın rejimin yeni yöneticileri tarafından bir yayınevinde genel yayın yönetmeni olarak atanmasıyla başlar. Yugoslavya’nın bu son günlerinde eski rejimle, kurulmaya çalışılan yeni kapitalist rejim arasındaki gerilim, baba ve oğul arasındaki çelişkilerle şekillenirken aydın-polis ikilemi, yazılmış ama ulaşmamış mektuplar ve anılarla dolu bir bavul arasında sürüyor.
Hem anlatıcı hem oyuncu olarak karşımıza çıkan Teya’nın bu yöntemi, her ne kadar oyunun sonunda bir bütün olarak kavransa da seyirci ve oyuncu arasındaki tarihsel mekânsal ayrımı ortadan kaldırıyor. Dekorda, yayın yönetmenin odası, çalışma masası, üzeri kitaplarla dolu geniş bir masa ve kütüphane seyirciyi selamlar. Her ne kadar 90’lar anlatılmaya çalışılmış olsa da dekorun ve renklerin, kostümlerin seçimi, II. Dünya Savaşı sonrasının Yugoslavya’sını yansıtıyor. Bu dekor seçiminin, zaman geçişlerinin sıkça yaşandığı bu oyunda bilinçli bir tercih olduğunu belirtelim. Zaman ve mekân arasında gelgitler sıkça yaşanırken belirli imgelerle eski rejimle yeni rejim arasında gerilim farklı biçimlerde seyirciye ulaşır. Özellikle arka planda çalan eski Yugoslavya türküleri rejimin bir bütün olarak tasfiye edilmediğini hatırlatır. Bu imgesel tercihin ardından aylar öncesi yayınevine gönderdiği fakat bir türlü yayınlamayan kitabını almak için yayın yönetmeninin odasını basan bir yazar adayı, geçmişe ilişkin taleplerin sürdüğü yönündeki yorumlara ulaşmamızı sağlar.
Teya, genel yayın yönetmeni olmasına rağmen vasat bir yazar olduğunu ve şimdiye dek sadece iki tane kitabının basıldığını; bunlardan birinin şiir, birinin de öykü kitabı olduğunu belirtir. Teya’nın bu yeni rejimin vasat bir memuru olduğunu kavramakta zorlanmayız. Sıradan bir yazar ve rutin işlerle meşgul bir memur olarak izlediğimiz Teya’nın belirli tarihsel koşullar sonrasında böyle bir yaşama sahip olduğunu oyunun devamında anlarız.
Bütün bu gelişmeler gündelik rutinliğinde sürüp giderken kendisini ziyarete gelen bir yabancı, Teya’nın bundan sonraki yaşamını derinden sarsacaktır. Ziyaretçi, eski rejimin sadık polislerinden olup restorasyonla birlikte emekli edilip önce bir mağazada güvenlik memuru, sonrasında ise taksi şoförü olarak yaşamını sürdüren Luka’dır. Luka, yaklaşık on altı yıl boyunca kendisini resmi, iki yıl da gayri resmi olarak her yerde takip eden ve defalarca öldürmek istediği halde öldüremediği, aksine ölümden kurtardığını ifade eden emekli polistir. O, bunca yıl kendisini vasat bir yazar olarak gören Teya’nın eski rejime karşı verdiği mücadele sırasında yaptığı konuşmalar, haber yazıları ve sohbetlerinden oluşan üç ciltlik kitabı ona uzatır. Teya şaşkınlığını korurken, Luka bu kitapların dışında bir adet dramanın ona teslim edilmek üzere çantasında beklediğini ifade eder.
Her iki rejimde de değişik görevlerde bulunan Duşan Kovaçeviç, Teya’nın iki dönem arasındaki üretkenliğini ve vasatlığını bu ansiklopedilerle fazlasıyla ifade eder. Teya bütün yaratıcılığını ve üretkenliğini baskıcı rejime karşı onlarca yıl sürdürdükten sonra yeni rejim onu memurlaştırmıştır.
Teya’ya kitaplardan bölümler okuyan Luka, oğlu için kendisini iki yıl gayri resmi olarak takip ettiğini belirtir. Oğlunun edebiyat öğretmeni olduğunu ve bu ciltli kitaplardan bazı bölümleri eski rejimin okullarında öğretmeye çalıştığı için okuldan atıldığını ve Avustralya’ya gitmek zorunda kaldığını Luka’nın ağzından öğreniriz. Luka, kendisinin sadık bir rejim savunucusu olduğu bu ülkede, oğlunun rejim karşıtı olmasını anlamaya çalıştığını ekler. Sonrasında valizden çıkan ve Teya’nın değişik mekânlarda unuttuğu, şapka, şemsiye, çakmak ve mektuplar gün yüzüne çıkar. Luka hepsini zamanın koynundan çekip çıkarmış 40. yaşında Teya’ya sunmuştur. Ulaşılmayan mektuplardan Teya’nın babasının da Luka gibi polis olduğunu ve rejimin acımasız bir savunucusu olduğunu görmek durumunda kalırız. Bu iki polis de rejimin acımasız savunucusu olmalarına rağmen, çocukları rejimin baskıcı totaliter yapısına öfke duymaktadırlar. Teya’nın babası ölmüş Luka’nın oğlu ise şimdi çok uzaklardadır.
Teya’nın yazdıkları ve anılarıyla eski rejim ve onun baskıcı yanları Luka’nın cisminde dışa vurulduktan sonra, Luka bugünü ve yeni rejimi anlatmaya başlar. Teya’ya, eski rejime duyulan öfkeye rağmen bugün yaşanılanların çok da iyi olmadığını ifade etmeye koyulur.
Luka’nın bu rejimde umursanmayan yoksul bir taksi şoförü haline gelmeden önce bir mağazanın güvenliğinde çalıştığını öğreniriz. Bir süre sonra mağazadan çocuklar tarafından çalınanların peşinden koşturmanın yersiz olduğuna karar verir. Yeni rejimde daha büyüklerini götüren yeni seçkinlerin ortasında, bu kararında haklı olduğunu düşünür ve görevinden istifa eder. Yeni rejimin kendisi gibi milyonlarcasını yoksulluktan ve kötü yaşamdan kurtarmadığını ifade ederek bu sistemin Teya gibileri, yönetici haline getirdiğini ifade eder. Bu çelişkinin ortasında izleyicinin, eski rejime duyulan öfkenin ardından yeni rejime eleştirel bakması sağlanır.
Luka, eski rejimin totaliter baskıcı bir rejimken yenisinin ise en az onun kadar insanlığı çaresiz bir yoksulluğun derinliğine ittiğini, kimilerini ise yönetici seçkin haline getirmekte zaman kaybetmediğini ifade eder. Bu tespit, Sovyetler Birliği dahil bütün Doğu Bloğu ülkelerindeki temel çelişkiyi ortaya koyar. 1990’ların hemen başında başlayan restorasyon birkaç yıl içinde milyonları acımasız bir yoksulluğa sürüklerken yeni patronları ve seçkinleri yaratmakta hiç vakit kaybetmedi. Teya, Luka’nın iki rejim arasındaki karşılaştırmalarına karşı çıkmaya çalışsa da bir süre sonra kabul eder.
Oyunun sonunda Luka’nın kitaplar dışında bir de dramadan bahsettiğini hatırlayan Teya kendi yazdığı dramayı merak eder. Bu detayı oyunu izleyecek olanlar olabileceğini düşünerek üzülerek geçiyorum.
Geçtiğimiz dönem birçok benzer konunun sinemadan, tiyatrolara ve romanlara konu olduğunu hatırlatanlar olacaktır. Evet kabaca ilk aklıma gelenler; “Berlin in German”, “Ayna Korkusu”, “Elveda Lenin”, “Başkalarının Hayatı” vb. Doğu Bloğu ülkelerinde yaşanan dönüşümün yarattığı çelişkiler, altüst oluşlar, mizah ve dramla birleşerek değişik biçimlerde yaklaşık 20 yıl geçmesine rağmen karşımıza çıkmaya devam ediyor. Bu ürünlerin tamamında benzer çelişkileri izlediğimizi, dahası totaliter bürokratik diktatörlüklere duyulan öfkenin, bu ülkelerde işçi demokrasisinin inşasıyla değil kapitalizmin restorasyonuyla sonuçlandığını biliyoruz. Onlarca yıl bürokrasinin hüküm sürdüğü bu ülkelerde baskıcı totaliter iktidarlar, işçi sınıfının her türden eleştirisini ezmiş iktidarını korumak için kitlesel kıyımlara sebep olmuştur.
Bütün bunlara ek olarak doksanların başından itibaren bürokratik diktatörlüklerin yıkılması, kapitalizmin tarihsel “zaferi”ni ilan etmesine yol açmıştı. Onlara göre artık sosyalizm ölmüştü. Lenin’i gömmenin zamanı gelmiş, Marx’ın Avrupa’da dolaşan komünizm hayaleti, yıkılan Stalin heykelleriyle tarihe gömülmüştü. Bu gelişmelerde başından itibaren, tarihe gömülenin sosyalizm değil; bürokratik diktatörlükler ve Stalinizm olduğunu ifade ettik. Kapitalizmin “zaferi” özellikle Yugoslavya’nın parçalanmasına yol açarken, binlerce insanın birkaç ay içinde iç savaşta öldürülmesiyle sonuçlandı. Evet, bu kapitalizmin zaferiydi.
Bugün aynı sistemin, yani kapitalizmin tarihsel iflasıyla karşı karşıyayız. Yazının başında ifade ettiğimiz başka bir dünya özleminin, kapitalistlerin acımasız ücretli emek sömürüsüyle karşımıza çıkardığı biçimiyle ya da Stalinist, ulusalcı diktatörlükler eliyle değil; üretim araçlarının bütünüyle toplumsallaştırıldığı, bürokrasinin tarihe gömüldüğü bir dünya sistemiyle vücut bulacağını eklemek zorundayız. Teya ve Luka oyunun sonunda günah çıkarmış gibi görünseler de, onların gerilimlerinde ortaya çıkan gelişmeler, bizim taleplerimizi ne eski bürokratik rejimlerle ne de kapitalizmin azgın sömürü sistemiyle sınırlar. Aksine, başka bir dünya için sosyalizm sloganını daha kuvvetli haykırmamız gerektiğini hatırlatır.
Hakan Aktaş
9 Kasım 2011, sosyalizm.eu
Dipnotlar:
[1] Yusuf ile Menofis Oyunlar 3 /Yapı kredi Yayınları
[2] Sekreter ve yazar adayının kısa rollerini bir kenarda tutarsak Bülent Emin Yarar ve Yetkin Dikinciler’in oyunculuğu konusunda söylenecek çok şey bulamazken her iki oyuncunun 2010 yılında en iyi erkek oyuncu ödüllerini aldığını belirteyim. Afife Tiyatro Ödülleri- Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu- Bülent Emin Yarar, 8. Tiyatro Ödülleri – Yılın Erkek Oyuncusu- Yetkin Dikinciler

Hiç yorum yok: