12 Aralık 2011 Pazartesi

Dersim’in Aynasında Burjuva Devletin Vicdanı


CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün, geçtiğimiz ay Zaman gazetesine verdiği ropörtaj sırasında dile getirdiği, Dersim katliamına ilişkin sözleri ve dönemin devlet-partisi CHP’nin sorumluluğunu teslim eden yaklaşımı, burjuva siyasetinin gölgesinde de olsa, Cumhuriyet tarihinin en kanlı sayfalarından birinin açılmasına vesile oldu. 2009 yılının Kasım ayında, Dersim, ülke gündemine yine bir CHP’li tarafından, o zaman Genel Başkan Yardımcısı sıfatını taşıyan Onur Öymen’in meclis kürsüsünden yaptığı konuşmalar eliyle taşınmıştı. Öymen’in konuşmasının ana eksenini, partisinin, AKP’nin açılım politikalarına yönelik eleştirisi oluşturuyordu. Başbakan Erdoğan’ın, “Kürt Açılımı” sürecinde sık sık kullandığı “analar ağlamasın” sözlerine karşılık, Öymen’in, gösterdiği örnekler arasına Dersim’i de ekleyerek 1937-38’de yaşanan vahşeti meşrulaştıran yaklaşımı, oldukça geniş yankı bulmuş, başta Dersimliler olmak toplumun farklı kesimleri, Öymen ve CHP’ye olan tepkilerini çeşitli eylem ve basın açıklamalarıyla dile getirmişlerdi. Biz de, yaşananlara ilişkin değerlendirmelerimizi fanzinimizin 11. sayısında okurlarımızla paylaşmıştık.

Bugün yine tartışılıyor Dersim. En son, Başbakan’ın Dersim’de yaşanan yıkım nedeniyle, devlet adına “özür” dilemesi oldukça önemli bir gelişme olarak değerlendirildi ve bir anlamda süreci 2009’daki tartışmalardan farklı bir mecraya sürükledi. Özellikle, burjuva basında geniş yer bulan hatta reyting ve tiraj açısından basın-yayın organlarının yüzünü güldüren bir konu haline geldi Dersim. Katliamın nasıl, kimler tarafından gerçekleştirildiği, isyan nedeniyle mi yoksa devletin uzun vadeli planları doğrultusunda mı yapıldığı “sorgulanıyor”. Dersim konusunda, döneme ışık tutan kitaplar, makaleler ve belgeler inceleniyor ve mesele, dönüp dolaşıp hangi asker-sivil üst düzey yetkilinin haberi vardı noktasına getirilip reklam arasına gidiliyor. Hal böyleyken, Dersim katliamının burjuva siyasetine malzeme edilişini, tarafların karşılıklı suçlamalarını ve tutarlılıklarını kısaca ele almakta fayda var. Bunu yaparken, burjuva devlet aygıtının vicdanını yoklamaya ve kendi tarihi ile hesaplaşma becerisini gösterip gösteremeyeceğini anlamaya çalışalım.

AKP’nin ölü seviciliği
Hüseyin Aygün’ün anılan röportajda, Dersim katliamına dikkat çeken sözleri, bir anlamda devletin ve dolayısıyla dönemin devletle bütünleşmiş partisi CHP’nin geçmişi ile yüzleşmesi gerekliliğini ifade ediyordu. Aygün, röportajın ardından kopan fırtınayı öngörebilmiş olsa bu konuya değinir miydi bilinmez, fakat AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın nicedir beklediği ilhamı Aygün’den aldığını söyleyebiliriz.

Erdoğan’ın içindeki Dersim “aşkının”, CHP’nin burjuva siyaseti açısından bakıldığında akılcı sayılabilecek reaksiyonları gösterebilme becerisine sahip olmaması nedeniyle de iyice alevlendiği anlaşılıyor. AKP daha önce birçok farklı örnekte görüldüğü üzere, siyasi rakibi CHP’yi köşeye sıkıştıracağına inandığı tüm araçları kullanıyor. CHP’li Aygün’ün, partisinin yani devletin Dersim katliamındaki rolünü hatırlatan açıklamaları da, bu anlamda önlemli bir siyaset malzemesi işlevi kazandı.

Erdoğan’ın Dersim’de yaşananlara dair tutumu, tıpkı anayasa referandumu öncesinde 12 Eylül askeri diktatörlüğü tarafından katledilen devrimciler için takındığı tavra benziyor. Erdoğan ve kurmaylarının arkasından gözyaşı döktüğü devrimcileri anan öğrenciler bugün zindandalar. Toplumsal muhalefetin her rengi dizginsiz bir baskı-sindirme politikasıyla karşı karşıya. Seçim mitinglerinde, meydana topladığı kalabalığa, siyasi rakibinin Alevi oluşundan hareketle Aleviliği yuhalatan Erdoğan’ın, devletin gazabına uğramış Dersim Kızılbaşlarına sahip çıkması kulağa ne kadar da samimi geliyor değil mi?

Ama bunda şaşılacak bir durum yok. AKP iktidarı, burjuva siyasetinin gereklerini yerine getiriyor yalnızca. Bunu yaparken, nerede durması gerektiğini de biliyor elbette. Yalnızca siyasi rakibini yıpratacak kadar ileri gidebiliyor. Cumhuriyet tarihinin onlarca kanlı ve karanlıkta bırakılmaya çalışılan sayfasından yalnızca biri Dersim. Belki en acı deneyimlerden biri ama istisna değil kesinlikle. Devletin Dersim harekâtı, cumhuriyet henüz emekleme dönemindeyken çerçevesi çizilen ulus-devlet yaratma modelinin ürünlerinden biri. Dil (Türkçe), din (Sünni İslam) ve ırk (Türk) tekliği üzerine oturtulan ulus-devlet, başta Kürtler ve Ermeniler olmak üzere, bu topraklarda “ideal olmayan unsurlara” karşı asimilasyon, bunun mümkün olmadığı yerde imha yoluna gitmiştir. Bu politik hattan muaf herhangi bir burjuva partisi var olmamıştır bu topraklarda.

AKP yalnızca resmi tarihle hesaplaşıyormuş gibi yapmaktadır. Yakın geçmişte yaşanan katliamların gerçek sorumlularının ortaya çıkarılması noktasında somut adım atmıyor oluşu bunun en önemli kanıtı. Maraş, Çorum, 1 Mayıs '77, Sivas katliamları, Kürt illerinde özellikle 90’larda yaşanan “faili meçhul” denilen kıyımlar, 19 Aralık katliamı ve daha niceleri… Saydıklarımızın hiçbirinde gerçek sorumlular ortaya çıkarılmıyor, dahası korunup kollanıyorlar. Ergenekon davasıyla birlikte devlet içindeki kontrol dışı yapılanmalarla mücadeleye giriştiğini ilan eden AKP iktidarı, artık günün gereklerini karşılamayan, işlevini yitiren organizasyonların yerine, kendi “derin devlet”ini, yani dönemin yeni ihtiyaçlarına uygun burjuva devlet aygıtının bir parçasını ikame ediyor. Dolayısıyla AKP’nin, resmi ideoloji ve devlet eliyle işlenen cinayetlerle hesaplaştığını düşünmek aldanmak demek olur.

O, yalnızca, artık kendisine zararı dokunmayacağını düşündüğü kısmıyla ilgileniyor. Egemenlerin iktidarını tehlikeye düşürebilecek her düşünce ve her eyleme düşman olmayı sürdürüyor bir yandan.

Muhalefet ne diyor?
Meseleyi CHP açısından ele aldığımızda oldukça vahim bir tablo çıkıyor karşımıza. Her şeyden önce kimi sol çevrelerde temelsiz bir iyimserlik uyandıran ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığa gelişi ile başladığı ilan edilen CHP’deki değişim-dönüşüm sürecinin ne düzeyde gerçekleştiği, böylesi kırılma dönemlerinde parti içinden yükselen reaksiyon göz önünde tutularak değerlendirilebilir. Yılların birikimi ile kemikleşmiş ulusalcı-kemalist zırhın Kılıçdaroğlu ile birlikte kırılacağı –ki bu belli bir düzeyde gerçekleşmiştir-, partinin Avrupalı sosyal-demokrat benzerlerine daha yakın bir görünüm kazanacağı düşünülüyordu. Fakat son olarak Dersim tartışmalarında görüldü ki, parti içi hesaplaşmalar henüz tam olarak aşılmış değil. Ulusalcı–Kemalist kadroların CHP içerisindeki etkisi, Aygün’ün açıklamalarının mahkûm edildiği ve Merkez Yönetim Kurulu’nun kendisinin savunmasını istemesi gerektiği ifade edilen bildiri ile açığa çıktı. CHP MYK’sı da vakit kaybetmeden Aygün’ün Zaman gazetesine vermiş olduğu röportajda sarf ettiği sözler nedeniyle savunmasını istedi.

Kendisi de “Dersimli” olan Kılıçdaroğlu, partisinin tarihsel mirasına sahip çıkarken, Tayyip Erdoğan’ın kullandığı yöntemi kullandı. Somut tarihsel olgularla yüzleşmek yerine, siyasi rakibini Ermeni diasporasının sözcülüğünü üstlenmekle suçladı. Bu basit örnek bile, burjuva siyasetçilerinin birbirlerine zıtmış gibi görünen “siyaset yapma“ üsluplarının özünde ne kadar benzer olduğunu göstermektedir. CHP, AKP’nin Dersim katliamına yaklaşımını teşhir edebilecek yöntemlerden yoksundur çünkü objektif olarak aynı tarihsel mirası taşımakta ve sahiplenmektedir. Burjuva siyaset arenası öylesi bir zemine sahip ki, Dersim katliamının birinci dereceden mağduru olan Kılıçdaroğlu dahi, devletin resmi tarihi ile açıktan hesaplaşamamakta, meseleyi siyaset malzemesi  olarak (hem de Ermeni düşmanlığına oynayarak) kullanmanın bir adım ötesine geçememektedir. Mecliste kurulacak bir “araştırma komisyonu”, Genelkurmay Arşivleri’nin açılması, ne kadar önemli talepler olsalar da, Mustafa Kemal ve İsmet İnönü gibi isimlerin katliamdaki sorumluluklarını peşinen reddetme eğilimindeki CHP’nin temel yaklaşımını gizlemeye yetmemektedir.

MHP’nin konuya ilişkin tavrı ise bilindik ırkçı-faşist akıl tutulmasının ürünüydü. Bahçeli, elli bine yakın insanın vahşice kıyıma uğratıldığı, binlerce insanın sürgün edildiği Dersim’de yaşananları bir asayiş olayı, isyancıları bastırma ve had bildirme olarak görüp, devletin eliyle işlenen insanlık suçunu meşrulaştırıyor. Aslında onun bu tavrı “dönemin şartları altında değerlendirildiğinde” diye başlayıp lafı geveleyerek, “katliam o gün için bir gereklilikti dolayısıyla eleştirmemek, mümkünse unutmak gerekir” diyenlerle aynı paraleldedir.

Unutmak mı, hesaplaşmak mı?
Türk etnik kimliği üzerine kurulu merkezi bir burjuva ulus-devleti inşası sürecinin bir parçası olarak, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki her bir metre karenin devletin kontrolü altına alınması, Türkleştirilmesi ve olası bir “tehlike” olmaktan çıkarılması hedefinin bir parçası olarak planlanan Dersim katliamı, bölgesel siyasi otoritelerin de ortadan kaldırılması (örneğin Seyit Rıza), merkezi devletin düzeninin ve egemenliğinin tesis edilmesi amacıyla gerçekleştirilmişti. 

1937-38’de Dersim’de yaşananlar, yıllarca öncesinden planlanmış, adım adım gerçekleştirilmiş Tedip Harekâtı’nın sonuçlarıdır. Bir devlet projesi olarak icra edilmiştir. Her ne kadar, devlet arşivlerindeki tüm bilgi ve belgeler kamuoyu ile paylaşılmamış olsa da, ulaşılabilir olanlar, çok çeşitli tanıklıklar yukarıda değindiğimiz olguları doğrulamaktadır.

Elbette bütün arşivler, özellikle Genelkurmay arşivlerinin tamamı ulaşılabilir olmalı ve sorumluluklar inkâra imkân bırakmayacak şekilde kanıtlanmalıdır. Bunu gerçekleştirebilecek iradenin düzen partileri içinden çıkamayacağı da artık basit bir gerçek halini aldı. Çünkü tarihini büyük ölçüde yalanlar ve çarpıtmalar üzerine kurmuş olan burjuva devletlerin hemen hepsi kendi geçmişlerinden korkuyorlar. Bugün dünyanın diğer ucuna “demokrasi taşıma” hevesi ile yanıp tutuşan egemenlerin tarihleri katliamlar ve kıyımlarla doludur.

Dersim tartışmalarının bir süre sonra gündemden silineceğini görebilmek için kahin olmaya gerek yok. Başbakan’ın devlet adına özür dilemesi tek başına hiçbir anlam ifade etmiyor ve hiçbir ciddiyeti yok, çünkü geriye dönük herhangi bir yaptırım söz konusu edilmiyor. Ayrıca, devletin özür borçlu olduğu tek katliam Dersim değil elbette. Özür dilenmesi değil, hesap sorulması gerekiyor. Bu hesabı sorabilecek olanlar da geçmişleri kan ve imhayla bezeli egemen sınıfın temsilcileri değil, işçi sınıfının öncülüğündeki ezilenler olabilir. Benzer katliamların bir daha yaşanmaması adına egemenlerin düzeninden hesap sorulması gerekiyor! 
                                                                                                                                                                    

gamlı baykuş

Hiç yorum yok: